Cumartesi Anneleri/İnsanları Galatasaray Meydanı’nda ellerinde kayıplarının fotoğrafları ve kırmızı karanfillerle 17 yıldır mücadeleye devam ediyor. Onların arkasında duran 402 hafta öncenin çocukları, kayıplarının nerede olduğu sorusunu şimdi kendi çocuklarından duyar oldu.
Kayıplar belki de en çok çocukları etkiledi. En az çocukların sesi duyuldu. Cumartesi Çocukları’nın sesini duymak için, 15 Ekim 1995′te kaybedilen Fehmi Tosun ve Cumartesi Anneleri’nden Hanım Tosun’un o zaman 12 yaşında olan kızları Besna Tosun ile konuştuk. “Babam bir gecede kaybedilmedi” diyen Besna, Lice’de yaşadıkları baskıları ve İstanbul’a gelişlerini anlatarak başladı konuşmasına. “Birinin kaybedilmesiyle başlıyor her şey” diyerek çocukken duyulmayan sözlerini bir kez daha yineledi; bu kez duyulması umuduyla.
Babam bir gecede kaybedilmedi
Lice’den İstanbul’a geliş sürecinde neler yaşadınız?
Altı yaşından sonrasını çok net hatırlıyorum, çünkü çok şey yaşadık. Babam bir gecede kaybolmadı. Kaybedilene kadar çok şey yaşadı. Ev baskınlarını çok net hatırlıyorum, babam cezaevine girmeden önce her gece ev basılırdı. Niyeyse gündüz değil de gece yaparlardı baskınları. Annem bize ‘gözünüzü açmayın’ derdi. Biz yataktan çıkmazdık, üzerimizden atlarlardı. Birilerini arıyoruz derlerdi ama kitapların aralarına bile bakarlardı. Amaç taciz etmekti, birini bulmak değil. Bağırıp çağırır, kırıp döküp giderlerdi. Son baskında babam gözaltına alındı, üç buçuk yıl cezaevinde kaldı.
Babam cezaevindeyken dayımın öldürülmesiyle baskılar daha da arttı. Babamı bir buçuk yıl sonra Antep’e götürdüler. Annemin görüşe gittiği bir gün askerler ve korucular köyü bastı. Dumanlar yükselmeye başladı. Kız kardeşimle yalnızdık. Kardeşimi akrabalarım alıp başka köye gitmişler, ben de komşularımızın yanına gittim. Askerler evlere girmeye, evleri yakmaya başladı. Komşumuzun evindeyken silah sesi duydum. Öldürülen dedemmiş. Evinin yakılmasına karşı çıkmış, evden çıkmak istemiyorum diyerek namaz kılmaya başladığı sırada sırtından vurulmuş.
Birçok ev yakıldı o gün. Dedemin cenazesi kalktıktan iki gün sonra annem geldi. O günü hiç unutmuyorum. Çok zordu onun için, hem abisini hem babasını kaybetmişti, eşi cezaevindeydi. Çok güçlü bir kadındı annem, hala da direniyor. İyi ki öyle. Bizi bir arada tuttu, ailesini dağıtmadı, güç verdi, etkilenmeyelim diye bizi birçok şeyden uzak tuttu. Ama çok yıprandı yoruldu biliyorum. İstanbul’da 30 yaşında beş çocuğuyla dul kaldı. Bir kelime Türkçe bilmiyordu. Ben 29 yaşımdayım empati bile kuramıyorum.
Ya korucu olacaksın, ya köyü terk edeceksin dediler. Köyden en son çıkan bizdik. Kalkın gidin demek kolay. Nereye gideceksin ki? 200 haneli köyde birbirinde uzak üç ev kaldık. Köy karanlık, 6′da yatağa giriyorduk. Bizim psikolojimiz bozuldu yoksa annem daha direnirdi. Bazı eşyalarımızı alıp Diyarbakır’a gittik. Köyden çıktıktan sonra da evimiz yakıldı, bir daha dönme fırsatımız olmadı. Bir sene sonra babam cezaevinden çıkınca İstanbul’a geldik. Burada bir sene geçmeden de babam kaybedildi.
Babamı kaçıranlarla göz göze geldim
O günü nasıl hatırlıyorsunuz?
Kaybedildiği gün, ben eve giderken babamı kapıda gördüm. Telsizli üç kişi vardı yanında. Onlarla göz göze geldik. Onlardan biriyle gülümsedik birbirimize. Beni tanıyordu o. Bunu birkaç dakika sonra anladım. Benim Fehmi’nin kızı olduğunu bilerek gülümsedi bana ama ben ona babamın arkadaşı olduğunu sanarak gülümsedim. Babamı kaybetmek kadar acı onlarla göz göze gelmiş olmak. 18 yıldır bununla yaşıyorum ben ve bu çok ağır. Belki bulunup yargılansalardı biraz yenerdim bunu.
Her gün onlarla karşılaştığımı hissediyorum. Çünkü polislerdi biliyorsun. Gördüğüm her polis, trafik polisi de olsa, benim gözümde babamın katili. Bunu yenemiyorum ben. Onlar bulunup yargılanmadığı sürece, benim gözümde polisler babamın katili.
Babamı kaybettik ama annem de yoktu
Peki, sonrasında neler yaşadınız?
Babam kaçırıldıktan sonra bizi tanıyanlar, akrabalarımız, birçok kişi hayatımızdan çıktı. Çok insan kaybettik. Bir kaç yıl kimseyle görüşmedik. Çok da suçlamıyorum. Kapının önündeki arabada çok uzun süre polisler bekledi. Herkes aynı korkuyu yaşadı. Polisler uzun süre, bahanelerle eve geldi. Karakoldan geliyoruz, arama yapacağız, belge, resim lazım diyerek babamın fotoğraflarını aldılar bizden. Takip edildiğimden değil ama çok uzun süre takip ediliyorum hissine kapıldım.
Babam kaçırıldıktan sonra annemin İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) gitmesiyle oradakilerle tanıştık, o dönemde İHD’de çalışan herkes bizim yanımızda oldu. Sürekli evimize gelirlerdi. Özellikle Leman Yurtsever benim ikinci annemdir. Annem sürekli dışarıdaydı, gözaltına alınıyor, yurtdışına çıkıyor, başka şehirlere gidiyordu. Babamı kaybettik ama annem de yoktu uzun bir süre. O dönemde İHD’dekilerin hepsi çok destek oldu ve birçok şeyi onların sayesinde aştık. Evimize gelip yemek yapardı Leman abla. Çocuk gibi davranırlardı bize, onu atlatmamız için çok destek oldular. Olayı anlat demek yerine kafamızı dağıtıp oyalarlardı. İHD’den gelenler daha bilinçliydi. Yanımızda konuşmuyorlardı.
Galatasaray’a geldiğimde üç dört kişi babamın nasıl kaçırıldığını anlatmamı istedi.12 yaşındaydım en sonunda dayanamayıp ağlamaya başladım. Nadire Abla (Mater) “Yeter, çocuk o” dedi. Onu hiç unutmam.
İlk cumartesi eylemi hayal kırıklığıydı
Cumartesi Meydanı’ndan hatırladığınız ilk anınız bu muydu?
Cumartesi’ye ilk kez babamı kaybettikten bir kaç ay sonra çok büyük umutlarla geldim. 12 yaşında çocuktum, hiçbir şeyin farkında değildim. Babamın nasıl kaçırıldığını, kimlerin kaçırdığını, kaçırıldığı arabanın plakasını görmüştüm. Gidip, bildiklerimi anlatacağım ve bildiklerim babamı bulmaya yetecek inancıyla geldim. Babamın kaçırılışını tüm detaylarıyla anlattım ama eve çok üzgün döndüm. Televizyonda sadece iki satır haber geçti eylemle ilgili. Bu nedenle, benim için çok büyük hayal kırıklığı oldu. Zordu, sürekli aynı şeyi anlatıyorsunuz ama sesinizi duyan yok. Çok yaralandım. Annem de bunu fark ettiği için beni ve kardeşlerimi belli bir süre uzak tuttu. 15 yaşından sonra ara ara gelmeye başladım ama annem gibi her hafta gelmedim. Hayal kırıklığını yenmem uzun sürdü. Annem kadar inançlı olamadım. 12 yaşında o olaylara tanık olmak kolay değildi.
Polis müdahaleleriyle karşılaştınız mı?
Annem her hafta giderdi ve biz biliyorduk ki dayak yiyecek, biber gazına maruz kalacak, gözaltına alınacak. O dönem annem gelmek istesek de bizi getirmedi. Ben sizi koruyamam diyordu.
Cumartesi Çocukları daha ağır şeyler yaşadı
Cumartesi İnsanları’nın birbiriyle ilişkisi nasıl?
En iyi onlar anlıyorlar birbirlerini. Ne kadar duyarlı olsanız, yanlarında olsanız da yaşayanlar daha iyi anlıyor birbirini. Cumartesi Anneleri’nin arkasında Cumartesi Çocukları var ve onlar çok daha zor şeyler yaşadılar diye düşünüyorum. Yakınlarını kaybettiler ama annelerini ya da babalarını da kaybettiler. Başka insanlar kaybolmasın diye onlar kendi çocuklarını arka plana attı. Bu yanlış bir şey değil ama biz çocuklar daha ağır şeyler yaşadık.
Babamı kaybettik ama annemi de kaybettik. Çok uzun süre annemi göremiyor, onu özlüyorduk. Babamı zorla arabaya bindirdiler, ağabeyim tutmaya çalıştı, sonra araba gazlayıp gitti. Annemin başladığı yer orası; yalınayak arabanın peşinden koşarak başladı. Öyle bir gitti ki arabanı arkasından, ben baba diyemedim anne gitme diye bağırdım. Gerçekten gitti yani.
Annemi suçlamıyorum ya da kızmıyorum. Sevdiğim adam, çocuklarımın babası için ben de aynı şeyi yapardım.
Şimdi oğlumun sorularına da cevap arıyorum
Siz çocuğunuzla geldiniz mi Galatasaray’a?
Çocuğumla bir kere geldim. Bu da işin ayrı bir zor tarafı. Çocuğu konuşmaya başlayıp ilk kelimesini söyleyince sevinçten ağlar insan. Benim de gözlerim doldu ama o an aklıma şu geldi; konuşmaya başladı, sonra cümle kurmaya başlayacak sonra soru sormaya başlayacak ve o duvardaki resmi soracak. Oğlumun konuşmasının sevincini bile tam yaşamadım. Duvardaki resmi soracak ama ben ne cevap vereceğim. Bunu yeğenimde de yaşadık.
Oğlum sormaya başladı:
- Senin baban nerede?
- Benim babam yok.
Küçük, orada kaldı.
Biraz daha büyünce, resmi gösterip:
- O kim?
- Babam.
- Nerede?
- Bilmiyorum.
Orada kaldı ama büyüdükçe soruları daha da zorlaşıyor ve ben ikna edemiyorum.
- Nerede baban?
- Yok.
- Nerede olduğunu bilmiyor musun?
- Bilmiyorum.
- Aramadın mı?
- Aradım.
- Bulamadın mı?
- Bulamadım.
- Her yere baktın mı?
- Baktım.
- Belki Diyarbakır’a gitmiştir.
Bu çok zor bir şey. Derin bir nefes alıp cevap vermeye çalışıyorum. İkna etmek istiyorum ama ikna edecek bir şey yok.
- Baktım, orada da yok.
- Belki Japonya’ya gitmiştir.
Sürekli soruyor, çünkü ikna olmuyor. Onu Galatasaray’a getirmek kolay değil. Buraya gelince daha çok soru soruyor. Cumartesi gitgide daha da zorlaşıyor. 400. haftada yüküm daha ağır gibi geldi. Babamı aramak için çocuk olarak oradaydım. Şimdi bir anneyim, hem babamı arıyorum hem oğlumun dedesini arıyorum. Onun sorularına da cevap arıyorum. Onun için daha da ağırlaştı.
Babamın kemiklerini istiyorum diyemedim
Sizin başta yaşadığınız hayal kırıklığı değişti mi?
Değişti ama ben annem gibi olamıyorum, onun gibi bakamıyorum. 18 yılda hiçbir zaman babamın kemiklerini istiyorum diyemedim. Bu çok ağır bir şey. O noktada değilim.12 yaşında yaşadığım için zor belki. Çok neşeli bir adamdı. Kapıdan çok farklı uğurladım. Son gördüğümde çok farklı gördüm. Onun kemiklerini istiyorum, sadece bir mezar istiyorum demek benim için çok zor. Ki zaten toplu mezarlar kepçelerle kazılırken bunu demek bir kayıp yakını için kolay değil.
İnsanlar gözaltında kaybedilmiyor ama sokakta öldürülüyor
Peki, Cumartesi günleri Galatasaray’da toplanmak bir umut kaynağı değil miydi?
Tabi ki umut kaynağı. Cumartesi Anneleri çok zor şeyler yaşadılar ama hala ordalar. 17 yıl kolay değil. Tüm baskılara rağmen her hafta orada olmalarının bu ülkede çok şeyi değiştirdiğini düşünüyorum. Cumartesi Anneleri’nin eyleminin bir sonucu olarak 1990′lı yıllarda kaç kişi kayboluyordu, şimdi neredeyse sıfıra indi. Bu anlamda amacına ulaştı Cumartesi Anneleri. Ama diğer tarafı var, insanlar şimdi kaybolmuyorlar belki ama polis kurşunuyla sokak ortasında ya da Engin Çeber gibi gözaltında işkencelerle öldürülüyorlar. Sokak ortasında bir polis bir insanı öldürürse bir cezası yok. Bu, çok mu umut verici?
400 haftada o meydanda, insanların oraya geliş amacında neler değişti?
Oraya başlarken insanlar evlatlarını istedi, kimse ‘kemiklerimi istiyorum’ diye gelmedi meydana. ‘Evladımı, eşimi, kardeşimi sağ istiyorum’ diye geldi. Öyle bir noktaya geldi ki insanlar, kemiklerimizi istiyoruz, bir mezarımız olsun diyor. Ben diyemiyorum onu. O da yetmez bana göre. Babamın kemiklerini alsam unutacak mıyım ben 18 yıl boyunca yaşadıklarımı. O sorumlular yargılanmadıkça babamın bir mezarı olması benim için çok büyük bir şey mi? Hiçbir zaman demedim babamın kemiklerini istiyorum diye. Benim gözümde dev gibi bir adamdı. Bir çuvalın içinde al sana kemikleri demek…
Devlet tek başına hiçbir şey yapmamalı
Mücadelenin bir de mahkeme süreci var. Orada neler yaşandı?
Ortada bir yargılama yok bana göre. Biz Türkiye’de sonuç alamayınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açtık. 2003′te sonuçlanan davada Türkiye tazminat ödemeye mahkum oldu ama hala benim babamla ilgili bir gelişme yok. Kimsenin bir şey yaptığını düşünmüyorum. Bana göre devlet açısından yapılan hiç bir şey yok. Devlet kaybetti zaten babamı; devletin araştırması ne kadar doğru? Ben devlete, adaletine güvenmiyorum ki. Hükümetlerin değişmesi de bana göre bir şey ifade etmiyor. Kurulmuş bir düzen var devlet açısından ve her gelen onu devralıp aynı yerden devam ediyor.
Yargılamalar gerçekçi gelmiyor bana, bir aşama kaydedilmiş değil. Tansu Çiller’i çağırıp dinlemek değil ki. Anneyim diyor, bir gözyaşıyla işin içinden sıyrılıyor. Neler çektik biz 18- 20 yıldır.
Neler yapılması gerekiyor?
Cumartesi Anneleri ve İHD’nin başta olduğu sivil toplum kuruluşları muhatap alınmalı, ne yapılacaksa onlarla yapılmalı. Bu, kemikleri bulmaktan ötede bir şey olmalı. Devlet tek başına hiçbirini yapmamalı, kendi işlediği cinayetleri tek başına araştırmasının anlamı yok. Tek başına yapacaksa bana göre yapmamalı. Kepçelerle gidip mezarlar kazılacaksa yapmasın ben o şekilde istemiyorum. Zaten ne şekilde öldürüldüğünü bile bilmiyoruz. Öldürülüp toplu mezarlara gömmek zaten bir zulüm; bir de gidip kepçelerle kemiklerini parçalamak çok büyük bir zulüm bana göre. Bizim için de çok ayrı bir acı.
Galatasaray Meydanı’ndaki herkesin hikayelerini dinlemek zorundalar bir kere. Ben eğer o gün dinlenseydim, babamın katillerinin eşkalini, arabanın plakasını bile verebilirdim. İsteselerdi o gün bulunurdu benim babam. Yapılacaklar belli: Bağımsız ve güvenilir komisyonlar kurulmalı. Toplu mezarlarla ilgili en ufak bir bilginin bile değerlendirilmeli, toplu mezar yerlerinin tespit edilmeli ve delillerin karartılmasına karşı koruma altına alınmalı. Kazılar arkeoglar tarafından, hukukçuların, adli tıpçıların, bağımsız ve güvenilir komisyonların ve kayıp yakınlarının gözetiminde yapılmalı. Kazılar Minnesote Protokolü’ne uygun yapılmalı asla kepçelerle değil. Failler belli, bir an önce somut adımlar atılmalı ve failler yargılanmalı.
Cumartesi Anneleri yorulunca bu iş bitmeyecek
Üçüncü kuşak, Cumartesi Meydanı’na geldiğinde nelerin değişmiş olmasını istersiniz?
Cumartesi Anneleri’nin anıtı olmalı orada. Galatasaray Meydanı değil de Cumartesi Anneleri Meydanı olmalı orası. Tüm sorumlular bulunup yargılanmadan bunun biteceğini düşünmüyorum. Yarın Cumartesi Anneleri yorulduğunda onların çocukları devam edecek, olmadı onların da çocukları var arkalarında. Annem eşini, ben babamı, benim oğlum dedesini arayacak. Zannetmesinler ki Cumartesi Anneleri oturup yorulunca bu iş bitecek. Bu kadar kolay değil, bunu bilsinler. Arkalarındaki çocukları çok daha ağır şeyler yaşadı, o çocuklar soracaktır hesabını.
Annem diyordu ya “Toprak zulüm kabul etmiyor, her yerden insan kemikleri çıkıyor” diye. 18 yıl geçti ama alışabileceğiniz bir şey değil. Bir yakınınız öldüğünde canınız yanar, üzülür, ağlarsınız ama bilirsiniz ki ölüm bir sondur ve onun bir mezarı vardır artık, zamanla buna alışır hayatınıza devam edersiniz. Ama kayıp bir son değil bir başlangıçtır. Umutlar, cevapsız sorular, soluğunuzu kesen ihtimaller, toprağın her bir çatlağından fışkıran insan kemikleri, travmalar, o tarifsiz acı, sevdiklerinizin ezilen parçalanan kemiklerini hatırlatan kepçeler ve asla kabul edemeyeceğiniz, asla alışamayacağınız ve asla aramaktan vazgeçmeyeceğiniz kayıp bir hayat.
Söyleşi: Beyza Kural
Fotoğraf: Ersoy Tan
Bianet