Bir çocuk bir hayattır, tamam... Tamam da, hayatı en çok besleyen nedir, usta?.. Çocuğun en büyük ihtiyacı yani?..
Diyeceksin ki şimdi, önce yemeğini ver! Ve suyunu içir! Bir de üst baş al ki, çıplak kalmasın karda kışta! E tabii yeri yurdu da olmasın mı? Olsun elbette, hepsi olsun.
Çocuğun ihtiyacı burada bitmiyor ki! "Bunları ben veririm, gerisi Allah kerim" ile olmuyor, usta, olmuyor...
Olsa kolaydı tabii.
Çıkar arka cebinden kirli defterini, ya da bul buruşuk bir kağıt; yap üstünde bilmem kaç yıllık yiyecek, içecek, giysi, okul masraflarını falan; bir de gelir durumlarına bak... Üstüne biraz da umut sosu dök!.. Nasıl? Kurtarıyor mu?
Çıkar arka cebinden kirli defterini, ya da bul buruşuk bir kağıt; yap üstünde bilmem kaç yıllık yiyecek, içecek, giysi, okul masraflarını falan; bir de gelir durumlarına bak... Üstüne biraz da umut sosu dök!.. Nasıl? Kurtarıyor mu?
Üç çocuk olur mu? Dööört?.. Madem paran var, iyi; biz de biraz destek çıkarız; haydi şu işi yuvarlak hesap beşleyelim, ha? Beş çocuk beeeeş; gerisini yok say, iflas bil, patinaj de; kurtarmaz çünkü küçük hesaplar "büyük devlet"i...
* * *
Benim bu hayattan iyi anladığımı düşündüğüm çok az sayıdaki gerçekten biri, insanoğluna her şeyden fazla sevgi gerektiğidir. Her yaşta. Ölüm döşeğinde bile. Ama en başta çocuklukta. Çünkü o zaman bu "temel gıda"yı alamayanlar, ömür boyu "sakat" kalıyor, usta.
Demem o ki, üç çocuk, beş çocuk, atıp tutarken ve gelir-gider hesabıyla coşarken, terazine koyabileceğin sevgi birikimini de dök ortaya. Yüreğinin heybesi boşsa, insan tohumunu cüzdanından denkleştirmeye çalışma!..
* * *
Devletimiz insan(ını) sever mi? Ya çocukları sever mi? Düşünür mü onları? Korur mu?
Benim gençliğimin bir bölümü, sınıfsız toplum olduğunu beyinlere pompalarken bir yandan da"Tek ayrıcalıklı sınıf çocuklardır!" gibi "süper şık" bir sloganla "PR yapan" Sovyetler'de geçti. Onun için yıllardır nerede "şık ve resmî" slogan duysam içimi bir kuşku kemirir...
Şimdi bizim yüce devletimiz de bir slogan uydurmuş: "Çocuk meselesi, devlet meselesi".Nasıl? Çok parlak değil, ama fena da sayılmaz, değil mi?
"Mesele" (ya da meselenin önemli bir bölümü) neymiş, biliyor musunuz?
Avrupa'da Türk çocuklar ailelerinden koparılıyormuş. Hatta bu işin bazı yabancı güçlerce "sistematik" olarak tezgâhlandığı iddia ediliyormuş. Hollanda bu konuda öne çıkmış. Hatta kimilerine göre, bu ülkede "Türk çocuklarını eşcinsel ve uyuşturucu bağımlısı falan yapmak için" astronomik paralar dökülüyormuş...
Türkiye devleti buna karşı mücadele etme kararı almış. Hazırlanan plana göre, üzerinde hain oyunlar oynanan tüm Türk çocuklarının geri alınması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) bile başvurulacakmış. (Burada bir "acı gülümseme molası" verdim. Türkiye, insan hakları ihlalleri ve antidemokratik uygulamaları nedeniyle AİHM'de defalarca mahkûm edildi. Şu anda bu mahkemede bizden 17 bin civarında şikâyet sıra bekliyor. 2011’de Türkiye, 159 kararla ve toplam 286 hak ihlali sayısıyla AİHM'nin bir numaralı müşterisiydi. 2012’de Rusya'nın arkasından ikinci durumdaydı.)
* * *
Yunus Azeroğlu 9 yaşında. Hollanda'da yaşayan bir Türk ailesinin en küçük çocuğu. Beş aylıkken bir şeyler olmuş (ya annesi kazara onu elinden düşürmüş, ya da şiddet görmüş) ve Hollanda Gençlik Dairesi ailenin 3 çocuğunu da alarak koruyucu ailelerin evlerine yerleştirmiş. İki kardeş hukuki süreçler sonucu aileye döndürülürken Yunus'u geri almak mümkün olmamış. Aile, Türk devletinin de desteğiyle mücadeleyi sürdürüyormuş.
Ha, küçük bir ayrıntı: Yunus'a bakan Hollandalı koruyucu aile lezbiyen bir çiftmiş...
Neee? Ayrıntı mı dedim? Ahlak elden giderken bu rezilliğe ayrıntı denir mi hiç!..
Türkiye aniden ve en üst makamları da dahil (bakanlar ve bizzat Başbakan Erdoğan) olaya el atıp sert tepkiler gösterince, önce şaşkına dönen, sonra da bunu "iç işlerine müdahale" sayan Hollanda yönetimi de yavaş yavaş karşı tepki vermeye başlıyor.
Şiddete uğrayan çocukların koruyucu ailelere verilmesi işinin etnik köken ve dini aidiyetle bir ilgisi olmadığını vurgulayan resmî yetkililer, "bu arada zaten koruyucu olmak için başvuran Türk ve Müslüman aileler yok denecek kadar az" diye anlamlı bir ilave yapıyor.
Olay o kadar dallanıp budaklanmış ki, Yunus ve koruyucu ailesi gizlilik koşullarında yaşamaya başlamış. Necip Türk medyası "Türk evlatlarını kurtaralım", "Lezbiyenler ahlaklı eğitim veremez", " Namusumuz lekeleniyor" türü başlıklar ve mesajlarla iktidarının açtığı güvenli yoldan savaş meydanına çıkarken, Hollandalı meslektaşlarımız da "Madem olayı hep koruyucu ailenin lezbiyen olması çerçevesinde ele alıyorsunuz, o halde sizde 'homofobi' var" diyerek karşı atağa geçiyor.
* * *
Doğrusu ben ne Yunus’un geçmişte şiddet görüp görmediğini biliyorum, ne de 9 yıldır kendisine bakan lezbiyen ailedeki durumunu.
Ama ahlak anlayışı ve toplumsal projeleri sık sık cinselliğin çarpık yorumlarıyla iç içe olan (çocuk sayısı, kürtaj meselesi, "ayıplı heykeller", "sakıncalı diziler" vs.) AKP iktidarının, "lezbiyenlik ile Türklük ve Müslümanlık" bağlantısını kurma konusunda fazla güven vermediğini dile getireyim.
Neden lezbiyen aile çocuğa iyi bakamasın? Neden kaliteli bir eğitim veremesin? Neden onu ahlaklı bir insan olarak yetiştiremesin?
Cinsel yönelimi farklı diye mi? Sahiden de çocuğu alırken asıl amaçlarının, onu "ne pahasına olursa olsun eşcinsel yapmak" olduğuna inanıyor musunuz ciddi ciddi?
Bu arada, madem "hükümet herkesin hükümeti", "başbakan da tüm yurttaşların başbakanı" o halde, Türkiye'deki cinsel azınlıkların da çocuk eğitimi konusunda "kuşkulu", hatta "sakıncalı" olduğunu ima ederek onları bir kalemde siliyor muyuz?
* * *
"Yunus'u kurtarmak" amacını kim, nasıl anlıyor acaba?
Türkiye'de yaşam şartlarının iyileştirilmesi, hatta kelimenin tam anlamıyla "kurtarılması" gereken çocukların sayısı yüz binlerle, milyonlarla ölçülüyor. (Ülkemizdeki çocuk sorunlarıyla ilgili olarak önümde duran yüzlerce sayfalık raporların ve haberlerin ayrıntısına girmiyorum burada; belki ayrı bir yazıya konudur onlar.)
Küçük yaşta zorla evlendirilenler, okula gönderilmeyenler, çalıştırılanlar, ihmal ve istismara uğrayanlar...
Şiddet gören çocuklar, dövülen, yaralanan, öldürülen kızlar ve oğlanlar... Tecavüze uğrayanlar... Ensest kurbanı olup da sessiz bir azap içinde yaşamaya mahkûm olanlar...
Namus cinayetleriyle hayatı sonlandırılanlar... Namus cinayetlerinde tetikçiliğe zorlanarak katil edilenler...
İçki, uyuşturucu kullanan çocuklar, tinerciler, evsizler, suç şebekelerinin kucağı itilenler...
Ben devam etmeyeceğim...
Sen de şu "üç çocuk-beş çocuk edebiyatı"na devam etmeden önce bir düşün, usta!
Yüreğinin heybesi boşsa, öyle ucuz hesaplarla, siyasi sloganlarla, Avrupa'ya dayılanmakla falan gözümüzü boyama, yaramızı dağlama!
Ne verebiliyorsun çocuklara? Ne verebilirsin?
Ne kadar sevgin var?..
İyi düşün!..
Hakan Aksay / T24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder