Buna göre kadının istihdamdaki payının artması için annelere yönelik daha esnek istihdam modelinin geliştirilmesi, kreş ve özel destekler için mevzuat değişikliğine gidilmesi, Organize sanayi bölgelerinde ücretsiz kreş açılması, doğum izninin 4 aydan 6 aya çıkarılması, doğum sonrası 8 hafta olan iznin 16 haftaya yükseltilmesi, 0-3 yaş arası çocuklu aileler için mama ve bez gibi yardımlar yapılması düşünülen önlemler arasındaymış.
Tüm bu zihniyet ve önlemler, 2035’den sonra düşmeye başlayacak olan nüfusu artırmak üzerine. Elbette AKP’nin “büyük nüfus-güçlü ülke” denklemine ilişkin özlemi iyi biliniyor. Burada Çin, Hindistan, Japonya gibi yüksek nüfuslu ülkelerin yakaladığı kalkınma hızı, hükümetin gözlerinin kamaşmasına neden olmaktadır. Burada mesele, Kemalist Türkiye’den bu yana süregelen devletin aile mühendisliği tutumunun giderek güçlenmesidir. Türkiye Devleti, iyi bilinir, aileyi hala toplumun temeli olarak alır. Bu yönüyle, devletin kafasındaki muhafazakâr ideolojinin ilk nesnesi hep aile olmuştur. O yüzden devletimiz, parçalanmış, boşanmayla sona ermiş, tek ebeveynli, eşcinsel birlikteliğe veya ayrı yaşamaya dayalı aile modellerine hep soğuk bakmıştır. Soğuk bakmanın da ötesinde, heterokseüel muhafazakâr aileyi baş tacı etmiştir.
AKP’nin nüfus artışı politikasına istinaden en az üç çocuk talebi, aslında bu muhafazakâr aileyi koruma güdüsünden kaynaklanmaktadır. Muhafazakâr aile modeli de, paternalist bir mantıkla, “reis olarak baba” ve “doğurma makinesi olarak anne” modeli üzerinden kurgulanmaktadır. İlginçtir, ısrarla girmeye çalıştığımız AB ülkeleri, bizim için birçok şey için hem olumlu hem de olumsuz anlamda modeldir. Refah, insan hak ve özgürlükleri kalkınma… Bunlar imrendiğimiz ve örnek almaya çalıştığımız şeyler ama bu ülkelerdeki “yozlaşmayı” da hep oralarda aile mefhumunun olmamasına bağlarız. Muhafazakâr mantık şu: AB ülkelerinde maddiyatçılık (uygarlık) güçlü ama maneviyatçılık (kültür) eksik veya zayıf. İşte aile ve akrabalık, orada güçlü olmadığı için kadın ve erkekler yeterince çocuk yapmıyorlar; haliyle iş devlete düştüğü için o da bir sürü teşvikle nüfusu artırmaya çalışıyor. Ama olmuyor, zira orada maneviyat yok. Burada hükümetimiz maneviyat gereği kadına hep yol gösterip durdu: Kürtaj cinayettir, sezaryen kabul edilemez, bizi kısırlaştırdılar ama bunun artık farkındayız vs.
Başbakanın mesajı ne babaya ne de aileye ve fakat sadece kadına. Kadına ‘üç de yetmez, beş tane doğur’ diyen AKP’yi elbette kadınla ilgili olarak düşük işgücüne katılım, eşitsiz ücret politikası, eş/sevgili cinayetleri, koca tasallutu gibi konular çok da fazla ilgilendirmiyor. İlgilendirseydi, bütün bu sorunlar 2002’den bu yana çözülme yoluna girerdi. Girmedi daha da kötüleşti.
Şu anda doğurganlık hızımız 2.02. Ama asıl alarm veren nokta, düşen nüfus hızımızdan ziyade, hızla yaşlanan bir ülkede sözde sosyal devletimizin bu üretken olmayan, sağlık harcamaları hızla artan, her bakımdan çevresine yük olan-çünkü emeklilerin büyük çoğunluğunun eğitim, bilgi, beceri vs düzeyleri son derece düşüktür-yaşlıların kamu bütçesinde yaratacağı yük olsa gerek.
AKP’nin göremediği, neo-muhafazakâr politikası nedeniyle göremeyeceği bir gerçek var: Artık küreselleşmeyle birlikte işgücü dünyayı daha fazla dolaşmaya başladı, yersiz-yurtsuz şirketler nerede ucuz işgücü, teşvik, muafiyet varsa oraya yöneldi; bize de yakın ülkelerden bir sürü ucuz işgücü geldi; üretimde makineleşme ve robotlaşma daha fazla kullanılır olduğu için üretimden tasfiye edilen işgücü sayısı giderek artmaya başladı. Yani süreç, çok nüfusa değil, işe yarar nitelikli nüfusa doğru ilerliyor.
O halde, Türkiye’nin asıl sorunu, büyük bir nüfusa sahip olmak için nüfus artış hızını yukarı çekmek olamaz. Bugün niteliksiz, düşük eğitimli, işsiz-güçsüz, bir sürü insan ortada dolaşıp duruyor; bunlar yakında toplumsal bir bombanın pimine dönüşebilirler. Kentlerimiz çok kalabalık, yaşanacak gibi değil. Büyük kentler hala hızlıca göç aldığı için TOKİ harıl harıl çalışıp beton kuleler yapmaya devam ediyor. Bu binalardan borç-harç daire alan milyonlarca emekçinin refahı yerlerde sürünüyor. Yaşam süresi arttı ama türlü hastalıklar da öyle. Yaşlılarla ilgili eğitim, kültürlenme, aktivite programları olmadığı için bu kesim hiçbir işe yaramıyor; bu insanlar ya parklarda zaman öldürüyorlar ya da büyük şehir belediyelerin verdiği bedava ulaşım kartlarıyla beş vakit namazlarının her birini ayrı camide kılmak için akşama değin kent içinde işe yaramaz biçimde tur atıyorlar.
Teşvik sistemine göre annelere aylık 300 TL civarında bir ödeme yapılacakmış. Çocuk bezine bile yetmeyecek bu miktarı ciddiye almaya değmez. Eminim, beline kuvvet en çok çalışacak olan yine yoksul aileler olacaktır; sırf birkaç yüz lirayı almak için. O para da çocuklara değil, ailenin zorunlu giderlerine harcanacağı için niteliksiz insan üretme makinesi daha hızlı çalışacaktır. Ha bir de, ırkçıların bir varsayımı var: Bu teşvik yasası, en çok Kürtlere yarayacak. Adamlar zaten çok çocuk yapma konusunda idmanlı. Gerekirse daha fazlasını yaparlar. Ama en sonunda Kürt nüfusu Türk nüfusunu geçer. Ülke de elden gider.
Bu, hem ırkçı bu hem de alabildiğine ilkel bir mantık. Çünkü Kürtler bile işin nüfusta değil, nitelikli kafada olduğunu anladı. Bir bizim ırkçılarımız ve muhafazakârlarımız anlamadı. Hala emperyal özlemler ile büyük nüfus arasında olumsal bir ilişki kuran bu zihniyet, elbette uluslar arası alanda at koştururken özel alana da müdahale yetkisini kendinde görecektir. Ama unutulan bir nokta var: Kadınlar o kadar da akılsız, çaresiz, bilgisiz değiller. Onlar artık sırtında sopa, karnında sıpa ile gezmek istemiyorlar. O yüzden kadın hareketi gelişiyor, o yüzden nüfus artış hızı azalıyor.
Kemal İnal /birgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder