Pages

Çocuklar ölüyor!


Ahmet Yıldız, 13 yaşındaydı. 14 Mart’ta Adana ’da okul harçlığını çıkarmak için çalıştığı fabrikada pres makinesine sıkışarak öldü. Serkan Altunay, okula gidemiyordu, çalışması gerekiyordu çünkü. 16 yaşında çalıştığı inşaattan düşerek öldü. Muharrem Ceylan, 16 yaşındaydı. Tersanede çalışıyordu, elektrik akımına kapıldı, can verdi. Hakan Oğuz, 18 yaşında, hâlâ bir çocuktu. Çalıştığı fabrikada kafasının üzerine düştü, hayatını kaybetti. Metin Turan, tersanede raspacı olarak çalışıyordu, diğerlerine göre “ağabey” sayılabilirdi belki. 19’undaydı! İskeleden denize düştü, boğularak öldü. 



İsmini bilmediğimiz niceleri… Sadece geçtiğimiz yıl 38 çocuk işçinin iş kazalarıyla hayatını kaybettiği gibi öldüler onlar da. Bilmediler hiç, kendileri gibi kaderlerine terk edilen, hemencecik büyüyüp umutsuz bir bekleyiş içinde olan 960 bin çocuk işçiyi. Bilmediler, çünkü ev ve iş arasındaki dünyalarında, ne arkadaş toplantılarına, ne okula ne de sosyal imkanlara yer vardı. İnsanlık hiç mi utanmadı Ahmet, Serkan, Hakan, Metin öldüğünde? İnsanlık ne verdi peki çocuklara?
“İnsanlık, çocuklara vermek zorunda olduğu şeylerin en iyisini verme yükümlülüğü altındadır. Çocukların özgür ve onurlu bir ortamda fiziksel, zihinsel, ahlaksal, ruhsal ve sosyal bakımlardan sağlıklı ve normal bir biçimde gelişmelerini sağlamak için, onlara yasalarla ve diğer araçlarla sosyal koruma sağlamalı, gerekli fırsat ve kolaylıklar sunulmalıdır. Çocuklar her türlü ihmale, acımasızlığa ve sömürüye karşı korunmalıdır.” Böyle diyor BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin maddesi. Oysa bırakın gerekli fırsat eşitliğini sağlamayı, ihmalden ve istismardan ölümlerine göz yumuyoruz. Şirketlerin, holdinglerin sermayelerini biraz daha arttırmak adına sigortasız, ucuz ve kayıtdışı işgücü sağlamadaki en önemli dayanaklar oldu çocuklar. Bu, basbayağı köle tüccarlığı yapmaktır. Kalkınmada geri kalmış, üçüncü dünya ülkesi olarak görülen ülkelerde sayıları giderek artan çocuk ve genç işçiler, hepimizin geleceğini oluşturuyor. Hayata küsmüş, yorgun, psikolojik sorunlara itilmiş bu çocuklar, kaderlerine terk ediliyor. Ama buna kader diyemeyiz, bunun adı düpedüz katliam.


Benim de söyleyeceklerim var
Bugün dünyada sayısı 30 milyonlara ulaşan, ülkemizde 960 bin civarında olan çocuk işçilerin söz, yaşama ve çocuk hakkı yıllardır konuşulan şeyler. Çocuk hakları dediğimiz şey, kanunen veya ahlaki olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu, eğitim, sağlık, barınma, fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunması gibi haklarının hepsini birden tanımlamakta kullanılan evrensel bir kavram. Şu meşhur Sanayi Devrimi sonrasında, makinelerin insanların yerini almasıyla birlikte, küçük el tezgahlarının, küçük aile işletmelerinin yerini büyük fabrikalara bıraktığı o günlerden sonra, ucuz iş gücü ve çocuk işçi çalıştırılması konuları gündeme geldi. Sonrasını biliyoruz hepimiz.
Büyük şirketler, giderek büyüyen holdingler, dev şirketler…
Karl Marx sanki bugünleri görerek şöyle demiş: “Makine, adale gücünü vazgeçilmez bir öğe olmaktan çıkardığı ölçüde, adaleleri zayıf, vücut gelişmesi eksik ama eklem ve organları kıvrak işçileri çalıştıran bir araç halini alır. Bu nedenle de kadın ve çocuk emeği, makine kullanan kapitalistler için aranan bir şey olacaktır.”
Giderek artan çocuk işçi sayısı ve istismarları elbette ki beraberinde çocuklara özel haklar verilmesini de getirdi. İşgücü içerisinde yerini alan çocuklar ve yetiştirme yurdundaki çocukların durumu 1800’lü yıllarda konuşulmaya başlandı. 20. yy’nin başlarından itibaren çocuk haklarının yetişkin haklarından farklı olarak algılanması gerektiği düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Bu düşünceyle hazırlanan Çocuk Hakları Bildirgesi, 1924’te Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Daha sonra 1959 ve 1989’da iki kez yenilendi. Ülkemizin de taraf olduğu 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme bugün hâlâ geçerli. Ancak ilk kez 1929’da kutlanmaya başlanan 23 Nisan Çocuk Bayramı, çocuklara atfedilmiş bir gün olarak her ne kadar dünya tarihine geçse de, bugünkü pratikler bize gösteriyor ki, ezilmiş ve ötekileştirilmiş kişilerin çocukları da eziliyor, itilip kakılıyor.
4+4+4 ’ün yaptıkları
8 yıllık kesintisiz eğitimden sonra çocuk işçi sayısı giderek azaldı. Çünkü aileler bilinçlendi ve uygulanan projelerin başarıya ulaşmasıyla çocuklar zorunlu da olsa okula gitti. 1 milyon 700 bin olan çocuk sayısı yarıya indi neredeyse. Yoksul ailelerin çalışmak zorunda olan çocuklarını hesaba katmazsak tabii. Oysa, geçtiğimiz yıl uygulamaya konulan ve adına 4+4+4 denilen yeni eğitim sistemi çocuk işçiliğini körüklüyor. Bu kesintili eğitim sisteminin temel stratejisi, 4 yıllık temel eğitimin ardından yaklaşık 6,5 milyon çocuğun kaçının “çırak” olarak iş yaşamına atılacağı. Özellikle dar gelirli ailelerin çocuklarını temel eğitimden sonra verdikleri meslek liseleri, çıraklık eğitimi kisvesi altında, organize sanayi bölgelerine “stajyer işçi” yetiştiriyor. Tezgah başında, hiçbir denetimi olmayan imalathanelerde, tehlikeli iş kollarında yığılacak çocuk ve genç işçilerin bu “meşru” çalışma biçimlerinde, başlarına gelebilecek kazalarda sorumlu aranmaması belli ki temel amaç. Oysa, uydurulan bu kılıf, aslında kendi geleceklerine atılmış çok ciddi bir dinamit. Bunun farkına varan birkaç siyasi erk çeşitli çalışmalar yapıp, soru önergeleriyle dikkati çekmeye çalışsa da, yaklaşık çeyrek asır önce kabul ettiğimiz bir sözleşmenin hükümlerini kağıt üzerinde de olsa yerine getirmenin vicdani rahatlığı ve rehaveti içindeyiz hepimiz.
Hepimizin ortak geleceği çocuklarımız. Böyle bir ortamda sağlıklı bireyler olarak yetişmelerini beklemek olanaksız. Erişkinler için bile pek çok risk taşıyan işyerlerinde çocukları çalıştırmak hem vicdansızlık hem hukuksuzluk. Buna göz yummak ise başka bir sorumsuzluk. Yetkililerin daha akılcı ve kalıcı çözümler üretmesini beklerken bir yandan, kesintisiz eğitim sisteminin yeniden inşa edilmesi belki de şu andaki acil çözüm olan.

Ayşen Çatak Yalman / radikal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder