Bahçede işten kaytarmanın tek yolunun tuvalete gitmek olduğunu keşfeden Ali, sırıtıyor. Ancak, tarla sahibinin fark etmesi uzun sürmemiş, sadece iki gün gidebilmiş fındığa. 11 yaşındaki çelimsiz vücuduyla en azından bu yıl çalışmayacağı için halinden memnun, koşturuyor etrafta.
Rahime ise onun kadar şanslı değil, dört yıllık tecrübesi olan 13 yaşında bir çocuk işçi. Okul ihtiyaçlarını karşılamak için bu yıl da okuluna geç gitmek zorunda.
Düzce'de, mevsimlik işçilerin kaldığı Çirili çadır kampındayız.
Bir tarafta çoğunluğu Viranşehir olmak üzere Urfa, Şırnak ve Batmanlı Kürtlerin kaldığı beyaz çadırlar, bir tarafta da İzmit'ten gelen Romanlarınki.
Beyaz çadırları Kaymakamlık kurmuş, Romanlar "onlar sağlam değil" deyip kendi çadırlarını kurmuşlar. Haksız sayılmazlar, diğerleri rüzgarda ters dönüyormuş.
Türkiye'de ilkbahardan ekim sonuna kadar yılın üç ila altı ayını farklı şehirlerde geçirmek zorunda kalan sayıları kayıtlara geçmediği için tam bilemediğimiz birkaç yüzbin mevsimlik tarım işçisi var.
Memleketlerinden 20-30 kişi bindikleri minibüste başlıyor yolculukları. Her yaz onlarcasının "trafik kazası"nda öldüğü bu yolculuktan sağ kalanlar için ilk durak genelde İçAnadolu'da çapalama oluyor, sonra Karadeniz'de fındık, Akdeniz'de narenciye, nohut, patates oradan oraya sürükleniyorlar.
Geldiğimiz kamptaki işçiler, bu uzun yolculuğun fındık toplama evresindeler. Toplam 300 kişi var; 50'si Roman kalanı Kürt, çoğunluğu çocuk.
Öğle saatlerinde kampa vardık. Herkes fındığa gitmişti. Sadece yemek, temizlik ve çocuklara bakmaktan sorumlu çadırcıbaşı kadınlar ve yaşı 12'den küçük çocuklar vardı etrafta.
Bu kampın diğerlerine görece daha iyi olduğunu söylediler. Elektrik yok, belediyenin ücret karşılığı verdiği çeşme suyu, bir de seyyar tuvaletler var.
Çadırların önlerinde yemek pişirmek ve banyo suyu kaynatmak için ateşte duran siyah kazanlar, iplerde de günboyu çalışan işçilerin terden solmuş çamaşırları asılı.
Öğle saatleri kampın en sakin zamanı, akşam yemeği telaşı henüz başlamamış. Kadınlar çadırdan çadıra komşuculuk oynuyor.
Ali anestezi uzmanı olmak istiyor
Henüz yaşı fındığa yetmeyen çocuklar ise oradan oraya koşturuyor. Hayata Destek Derneği iki yıldır onlar için kampta. "Bu iş çocuk oyuncağı değil" diyerek çocuk işçiliğini önlemek için mücadele ediyor.
Türkiye'de 18 yaşın altında çocukların çalışması yasak, 16 yaşından büyükler de sadece çırak olabiliyor. Ancak 9-10 yaşından itibaren onbinlerce çocuk herkesin gözü önünde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışıyor.
Güneşin altında gün boyu kötü beslenme ile çalıştıkları yetmezmiş gibi bir de okulu erken bırakıp geç başlıyorlar.
Dernek kampın yanındaki bakanlığa bağlı spor merkezini eğitim merkezine çevirmiş. Çamaşır makinesi de almışlar, banyo için sıcak su da gelecek. Camında "Fındık toplamak değil, kuşlar gibi özgür olmak istiyorum" yazan bir resmin asılı olduğu sınıfta satranç derslerine katıldık. Başkent Üniversitesi'nden sosyal hizmet öğrencileri gönüllü olarak yazlarını çocuklara ayırmış, informel eğitim veriyorlar.
Yaz sıcağında yerinde duramayan 20 çocuk, tarlada çalışmaktan kurtulan Ali de içlerinde. Ziyarete gelen valinin verdiği erimiş çikolatayı yiyorlar. Bir yandan da hep bir ağızdan at, piyon ve vezirin ne işe yaradığını öğreniyorlar. Mikhail'in sıkıştığı bir manevrada imdadına Kürtçe bilen gönüllü yetişiyor.
Çöp adamın üstüne istek ve özlemlerini yazmış her biri. En çok özledikleri öğretmenleri ve köyleri. En sinirlendikleri kendilerine emir verilmesi. Ama en fazla iki yıla diğerleri gibi tarlada çalışmak zorunda kalacaklarının da farkındalar.
Doktor, avukat, öğretmen olmak isteyenler çoğunlukta, Ali çok kararlı anestezi uzmanı olacak. Nerden çıktı acaba? Ailede varmış. Derneğin de çabası biraz bu. Çocuklara gönüllüler aracılığıyla rol model çizmek, okumaya özendirmek. Yoksa bir kısır döngü içinde aileden kalma tarım işçiliğini devam ettirmek zorundalar.
Onlar dersi bitirdikten sonra heyecanla lunaparka gittiler, ardından da fındık fabrikasını ziyarete. Ben de kampın yanındaki en yakın bahçeye.
Rahime denize girmek istiyor
Fındık ağaçlarının arasında gövdesi küçük ama elleri tecrübeli bir kız çocuğu. Adı Rahime, Viranşehir'den geldi. Tam dört yıldır çalışıyor, yaşı 13.
"Denizde olmak isterdim" diyor, hem sıcaktan hem de hiç görmediğinden. Bütün muhabbetimiz boyunca dokuz kere "mecburuz" dedi.
- Hiç yevmiyenle kendine bir şey aldın mı?
- Okul ihtiyaçları.
- Yok, yok böyle hediye gibi.
- Abimler bu sene liseye başlayacak, servis için para lazım.
Kendi yevmiyesinin ne kadar olduğunu bilmiyor ama servisin 120 lira olduğunu biliyor.
"Fındık o kadar zor değil diyor" gülümseyerek. Esas nohut çok zormuş, eğil kalk her yeri tutuluyormuş. Okulu seviyor, ana okulu öğretmeni olmak istiyor. Ama okula hep geç başlıyor; zaten gittiğinde de tüm arkadaşları hala tarlada oluyormuş. Öğretmenler erken gidip geç gelenlere göz yumuyor. "Hiç okula gelmeseler daha mı iyi" diyerek bozuk sisteme yama yapıyorlar sadece.
Proje Danışmanı Bülent İlik, aile ve çocukları için yerinde iş ve eğitim olanakları sağlanmadan bu sistemin kısır döngü şeklinde devam edeceğini söylüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmesini imzalayan Türkiye 2015'e kadar çocuk işçiliğini bitirmeyi taahüt etti. Ancak bu konuda bir irade gösterdiği söylenemez.
Mecburuz, yoksa kıyar mıyız?
Peki aileler ne diyor bu işe?
İzmit'ten gelen Nevilay Sağlam'ın çadırındayız. Romanların çadırlarını yüklükleri üstündeki dantellerinden ayırt edebilirsiniz. Geçici de olsa çadırları evleri ne de olsa.
Karnı burnunda, bir elinde de bebeği, bir haftaya doğuracak. Bohçacıymış eskiden ama artık kazanamıyor. Beş senedir ailesiyle fındık topluyor, memnun. "Çalışmak iyidir, insanın kanı hareket eder" diyor.
Ama bu sene ya 13'ündeki kızı çadırda kalacaktı, ya da o. Kızı gitti tarlaya istemeye istemeye. "Kıyamadım ama ne yapayım, mecbur" diyor, tıpkı diğer ailelerin tekrarladığı gibi. Bütün kışa yetmese de para biriktirmek şart.
Sonra çavuş giriyor lafa, kaymakamlığın "16 yaşından küçükleri çalıştırmazsınız" ihtarına kızgın. "Sürümden kazanıyoruz biz" diyor.
"Gidiş dönüş yol, dayıbaşına yüzde 10 komisyon, yeme içmeyi düş, bir aylık çalışmadan kalan hiçbir şey. Çocuklar çalışmazsa buraya gelmemizin bir anlamı kalmaz. Nasıl okutacağız onları?"
Bir kısır döngü. Okumak için okula ara veren çocuklar.
İki üniversite öğrencisi geliyor
Muhabbet devam ederken saat 6 oldu. Traktörler gelmeye başladı. Sabahın 6'sında uyanıp kuru ekmek belki birkaç zeytinle yapılan acele kahvaltının ardından bahçelere giden işçiler dönmeye başladılar.
Aylardır çalışmanın verdiği güneş yanığı yorgun yüzleri ve ellerinde öğle yemeği kapları. Tam 11 saat güneşin altında topladıkları fındığın yövmiyesi 35 lira. Öğlenleri, akşamdan kalan ve 18 saat bekleyen yemeği yiyorlar. Genelde güneşte ekşimiş öğünlerini iştahsızca kuvvet versin diye yutuyorlar.
Doğru düzgün yenen tek öğün akşam. O yüzden işçilerin gelmesiyle kampta bir telaş başlıyor.
Bu sırada, iki kardeş dönüyor tarladan. Üniversite sınavını kazanmışlar bu sene. Biri Eskişehir sosyal hizmetler, diğer Hatay tıp. 12 senedir tarlada büyüyen çocuk işçiler. Dersane paralarını da buradan toplamışlar.
"Bu kadar sene zorluğu görünce azmettik" diyorlar. Üniversiteye başlayınca da tarlada çalışmaya devam, çünkü arkalarında okuyan iki kız kardeşleri daha var. "Tek tek çalışsak, biriktiremeyiz, ailece çoluk çocuk çalışınca ancak bir şeyler elimize geçiyor" diyorlar.
Güneş batmadan işler bitmeli
Anneleri o sırada ekmek hamuru tutmuş, tarlardan dönen diğer kadınlar gibi. Çocukların yanında bu işin en ağır yükünü taşıyan kadınlar, daha terleri soğumadan ekmek açmaya başlıyorlar.
Yemekte tavuk varsa ziyafet, genelde pilav, ya da etsiz dolma. Zaten bakliyat, salça, peynir ucuz diye memleketten taşınmış. Yemek olana kadar çadır başlarında sohbete devam. Yoksulluk kahkahayı eksiltmiyor. Mesela işin organizasyonunu yapan ve işçilerden komisyon alan dayıbaşı yaklaşınca "işte bizi sömüren geliyor" diye takılmalarıyla bir kovalamaca başlıyor. İşçi simsarı diye anılır aslında, bu kayıtdışı düzenin boşluğunu dolduruyor.
Yemekten sonra çadırın içinde acele bir banyo. Vakit olursa bir çay demliyorlar. Hepsi aceleyle olmalı çünkü güneş batmaya başlıyor. Kampta elektrik yok, karanlık çökünce uyumaktan başka çare yok.
Ben de güneşin batmasıyla kamptan ayrılıyorum, elimde kırmızı çikolatalar. Çocuklar bu yaz yiyecekleri belki de tek çikolatayı benimle paylaştılar. Ellerinden alınan tüm hakları gibi sınırsız çikolata yeme hakkını da hiç tanımadıkları bir misafire vermiş oldular.
Nilay Vardar / bianet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder