“Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'nin 9. maddesi, çocukların her türlü istismar, ihmal ve sömürüye karşı korunmasını ve hiçbir şekilde "ticaret konusu" olmamasını beyan etmektedir. Ayrıca, çocukların uygun bir asgari yaştan önce çalıştırılmamasını; sağlığını ve eğitimini tehlikeye sokacak; fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişmesini engelleyecek bir işe girmeye zorlanmamasını gerektirmektedir.”
Ne çok mühim meselemiz var; biliyorum. Önceliklerimizi ağzımınızın içinde gevelerken bağrımıza bastığımız onca imtiyazı üzülerek tanıyorum. Ancak siyasi dengelerin ve onlara can veren ekonomik çarkların gölgesinde apansızın büyümeye mahkum ettiğimiz yüz binlerce çocuğun bilmeden, tanımadan, anlamadan dayatılanı yaşadığına tanıklık ediyorken, gazete manşetlerine düşen pek çok mühim mevzuya zaman zaman yabancılaşmadan edemiyor insan…
Ara verip biraz, kısaca alıntılamaya devam edeyim;
Ara verip biraz, kısaca alıntılamaya devam edeyim;
“Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin çok sayıda maddesi çocukların sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini desteklemektedir. Sözleşme'nin 6. maddesine göre her çocuk esas olarak yaşama hakkına sahiptir. İlaveten, 24. madde gereğince her çocuk ulaşılabilir en yüksek sağlık standartlarından yararlanabilmelidir; gerekli tedavi ve iyileştirme hizmetlerinden faydalanabilmelidir. İhmal edilen, terk edilen, istismara uğrayan ya da işkenceye tâbi tutulan çocukların iyileştirilmesi ve yeniden topluma kazandırmasından devletler sorumludur”
Güncelliğini (yazık ki) hızla yitiren Uluslararası Çalışma örgütü verilerine göre dünya genelinde 200 milyondan fazla çocuk işçi bulunuyor.Çocukların çalış-tırıldığı en riskli sektörler arasında inşaat, tarım ve madencilik yer alırken, 5-14 yaş arasındaki 132 milyon çocuğun tarım sektöründe çalışmak zorunda olduğunu ve eğitim-sağlık haklarından mahrum kılındığını gösteriyor ilgili veriler.
Hızlıca ve kabaca bahsini ettiğim verilerden sıyrılarak, memleket sınırları içine içim parçalanarak gireyim:
Size mesela (ve kuşkusuz kendime),
Olasılıkla ismini anımsayacağınız, Ahmet Yıldız’dan bahsedeyim.
13 yaşında, ağır yaralı olarak Adana Devlet Hastanesi'ne götüren iki çocuğa araba çarptığı suflesi dikte edilmiş Ahmet Yıldız’dan... Hikayesi işverence örtbas edilmek istendiği halde sonradan ortaya çıkan, günlüğü 18 liradan baskı-pres makinasının başına "el birliğiyle" oturttuğumuz Ahmet Yıldız’dan… Bir iş kazası sonucu 13 yılını o günkü yevmiyeye bedel verip canından olan…
Size ya da,
Kilis’te bir inşaatın dış cephesindeki iskelenin çökmesi sonucu 16 yıllık ömrünü inşaatın gölgesine bırakıp gitmek zorunda bıraktığımız çocuk işçi Aslan Bay’dan bahsedeyim.
Size ve kendime,
Gemerek'te bir patates tarlasında Şırnak’ın Teke köyünden gelerek çalışan 14 yaşındaki Kader Ökmen’in, traktörün geri manevrasıyla hayatını nasıl da bir çırpıda kaybettiğinden bahsedeyim. Malatya’da kayısı bahçelerinde çalışmak üzere yol alan minibüs kazasında 15 ve 13 yaşlarındaki çocuklar-ımızın günlük 25 tl yevmiye yolunda daima çocuk kaldıklarından bahsedeyim..
Bize,
Geçtiğimiz ağustosta Kırşehir’de mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüsün ağaca çarpması sonucu hayatını kaybeden 2 yavrumuzdan bahsedeyim.
Trabzon Akçaabat Çok Programlı Lisesi 10′uncu sınıf öğrencisi Arslan Sepetçi’nin çalıştığı fabrikada pres makinesine sıkışarak hayatını kaybettiği 23 Nisan’dan bahsedeyim, o hastanede (kaybedeceği bir) yaşam mücadelesi verirken kutlanan..
Buz gibi vukuat raporları yükseliyor önümüzde..Salt çocuk işçi ölümlerinin somut raporları değil, hayatlarını, oyunlarını evirip çevirip cüzdanımıza tıkıştırdığımız çocukların görünmez istismar raporlarından kule yapıyoruz kör gözlerimizin ardında saklı dimağımızda. Mevsimlik çocuk işçilerin “yaz tatili”, uzattığı mendile camımızı kapayıp “satın almazsam yaptırmazlar” vicdan ritüelinin bizi rahatlatmanın ötesinde beş para etmediği upuzun mesailer, makinelerin arasına akan sabi terin karşılığına avuç açan kirlenmiş küçük avuçlar diyorum, saman balyaları arasında kaybolan güzel kocaman,meraklı oyunbaz gözler diyorum. Gazeteciye “mecburuz abi” deyip başını önce önüne eğen çocuğun, sonra sıradaki dala uzanan kısa kolları; kendini yaşatmak ve okutmak zorunda bıraktığımız çocuklarımız diyorum…
"SGK tarafından aylık bağlanan sakat çocuk işçi sayısı Diyarbakır’da 3 bin 980, Şanlıurfa’da 3 bin 789, Gaziantep’te bin 803, Mardin’de bin 668, Batman’da bin 447, Şırnak’ta bin 142 ve Adıyaman’da ise bin 77" olmuş yine tarihi geçmiş verilere göre. Günceli takip her geçen saniye zorlaşıyor..Zira rakamlar acımasızca büyüyor.
Her geçen saat bir çocuk daha hazırlanıyor “işbaşı” için.
Her geçen gün bir oyun daha hükmünü kaybediyor bir çocuk günlüğünde!
Çocuklar diyorum.
Dünya ne mühim yer, evet.
Ne mühim meselelerimiz var, ona da evet!
Ama anlamıyorum, biliyorum siz de öyle..
Nasıl olur..Nasıl edinmişiz çocuklarımızdan daha mühim birer mesele?
Neyimizi daha mühim kıldılar yarınımızdan; hangi menfaatimiz göz yummamıza yetip artıyor?
Çocuklar diyorum,
Ağzımıza götürdüğümüz fındığa küçük ellerinin kocaman emeğini akıtmaktan başka yaşam emaresi olmayan,
Ancak çalıştıkça yaşayan,
Cilalı ayakkabılarımızda, cebimizdeki mendilde, vitesini keyifle arttırdığımız arabanın kaportasında parmak izleri olan çocuklar..
Mecliste zaman zaman volta atan (fikrimce) ütopik önergelerce hakları sözde gözetilen çocuklar..Zira çözüm onları çalışmaktan men etme çabası ya da riski düşük sektörlerde istihdama göz yummak olamaz. Çözüm onların bedenini-alın terini koruma hayalinden değil, yavrularını çaresizce aile gelirine katkıda bulunmaya teşvik eden açlık sınırının dibine çoktan vurmuş aileleri açık yüreklilikle görmekten ve sistemli bir iyileştirme sürecinden geçiyor.
Çözümün muhakkak türlü yolu var, uzmanı değilim hiç.
Ancak işin ehli olmayanın gözüne ve kalbine batan gerçekleri var hayatın.
Ne mühim meselelerimiz var..
Ama hangisi çocuklarımıza bu denli uzaklaşmamıza sebep olacak kadar kıymetli anlayamıyorum.
Ölümsüz değiliz, öyle ya..
O halde tek yükümlülüklerinin oyundan oyuna sekmek olması gereken çocuklarımızdan başka neyimiz var?
Neyimiz daha mühim onlardan?
Anlamamak yetmiyor biliyorum ama yine de hiç anlamıyorum…
Son kelama da Nazım Hikmet’in tanıdık dizelerini katık etmek geliyor içimden yine,
Hani bir umut....
bir umut....:
"Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...
Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
yalnız cumaları
yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
açılır kara kaplı kitap:
zindan..
Kayış kapar kolumuzu
kırılan kemik
kan.
Hani şimdi bizim soframıza
haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
İnanın:
güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz..... "
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
yalnız cumaları
yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
açılır kara kaplı kitap:
zindan..
Kayış kapar kolumuzu
kırılan kemik
kan.
Hani şimdi bizim soframıza
haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
İnanın:
güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz..... "
Görkem Gür / radikal blog
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder