Her insan önce “çocuk” olduğu halde, bugün anladığımız anlamda çocukluğun tarihi hiç de eski değil. Avrupalılar açısından çocukluk Ortaçağ’ın ardından ortaya çıkar gibi olmuş. Özellikle 17. yüzyılda zengin aristokratların çocuklarına “yetişkinlerden farklı” davranılmaya başlanmış. Fransız papaz Pierre Berulle, 1666 yılında, “Çocukluk, ölümden sonra, insan yaşamının en kötü ve sefil dönemidir,” demiş, öyle düşünün. Neredeyse 20. yüzyılın başına kadar “küçük bireyler” ya da “minyatür yetişkinler” gibi algılanan çocuklar, 5-6 yaşından itibaren neredeyse başının çaresine bakmak zorunda kalmış. Yaşadığımız topraklarda çocukluğun keşfi 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiş. Çocuk, zayıflıkları yüzünden özel bir bakıma, “bir çeşit karantinaya” ihtiyaç duyan bir varlık olarak düşünülmüş. Muhtemelen bugünkü eğitim sistemimiz de bu karantina fikrine dayanıyor ama bu başka bir yazının konusu.
Kabaca aktardığım tarih bilgisine göre bugün anladığımız anlamda çocukluğun tarihinin hiç de eski olmadığı ortada. Teori çoğunlukla pratik yaşamın önünde gider. Çocukluk meselesinde de öyle olduğunu düşünüyorum. Teorik olarak “çocuk” kavramına sahibiz artık, çocukların farklı ihtiyaçları olduğunu biliyoruz. Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi adlı bir belgemiz bile var. Gelişmiş ülkelerde durum büyük oranda farklıdır ama Türkiye gibi bir türlü gelişimini tamamlayamayan, özellikle demokrasi ve insan / kadın / çocuk hakları bakımından güdük ülkelere şöyle bir göz gezdirecek olursanız, çocukluğun asıl olarak tüketimle ilgili olduğunu göreceksiniz. Bizimkisi gibi ülkelerde çocuklar tüketim güçleri oranında çocuklar.
Yakın zamanda Yapı Kredi Yayınları çocuk haklarını anlatan bir kitap yayımladı. Alain Serres tarafından yazılan kitabın adı “Çocuk Olmaya Hakkım Var”. Alain Serres tüm çocuklar adına konuşmuş ve çocukların haklarını anlatmış. Oysa gerçek durum baĞzı çocukların diğerlerinden daha çocuk olduğunu söylüyor.
Kitap, “Adımın, soyadımın, bana gülümseyen bir ailenin, evimin olacağı bir ülkede yaşamaya hakkım var,” diyerek başlıyor. Türkiye’de özellikle Roman ailelerin çocuklarının kimlik belgesi yok. Dolayısıyla tüm kamu hizmetlerinin dışında kalıyor Roman çocukları.
Kitabın ele aldığı birçok haktan biri de eğitim: “Kuşların, uçakların, gelincik tohumlarının nasıl uçtuğunu öğrenmek üzere para ödemeden okula gitme hakkım var.” Türkiye’de uzun zamandır “nitelikli eğitim” için insanlar çocuklarını devlet okullarına değil, paralı okullara gönderiyorlar. Hangi okula giderse gitsin, çocuklar yaşamlarının geriye kalanını belirleyecek lanet olasıca sınavları başarmak için kurslara gidiyorlar. Bu arada Türkiye’de eğitim sistemi çocukların gelişimine, ihtiyacına göre değil, ideolojik nedenlerle biçimlendiriliyor; örneğin “dindar bir nesil yetiştirmek” için şekilden şekle sokuluyor, rant odaklı amaçlara alet ediliyor.
Kitabın bizi bilirmiş gibi ele aldığı çocuk haklarından bir diğeri de çocuk işçilerle ilgili: “Okul yerine işe gitmeye karşı çıkma hakkına sahibim.” 2013 yılı rakamlarına göre Türkiye’de yaklaşık 1 milyon çocuk işçi var. Bunların yaklaşık 300 bini 6-14 yaş aralığındaki çocuklardan oluşuyor. Çalışan çocukların %50,2’si okula gitmiyor.
“Çocuk Olmaya Hakkım Var”, cinsiyet konusuna da değiniyor: “Kız da olsam erkek de olsam aynı haklara, eşitliğe sahibim.” Türkiye’de evlendirilen çocuk yaştaki kızları, akrabaları tarafından tecavüz edilip sonra da namusu kirlendi diye öldürülüp derelere atılan kızları aklınızdan çıkarmadan okuyun bu maddeyi. Yargının, 13 yaşındayken onlarca erkeğin defalarca tecavüzüne uğrayan çocuğu değil, neredeyse sokak ağzıyla “yolluydu zaten” diyerek tecavüzcüleri bir nevi koruduğunu unutmadan okuyun.
“Şiddetin hiçbir biçimine maruz kalmama, çocukluğumu kimse ama hiç kimse istismar etmeden yaşama hakkına sahibim,” deniyor kitapta. Evet, çocukların bu hakkı elbette var ama Türkiye’de bunun için önce hayatta kalmayı başarmak gerekiyor. Eğer bir çocuk olarak havan mermileriyle parçalanmazsan, sokakta bulduğun bir nesne patlayıp da seni parçalamazsa, “bir iş kazası” geçirip de pres makinesinde ezilmezsen ya da ekmek almaya çıktığın bir gün polisin gaz fişeğiyle kafandan vurulmazsan, tacize veya tecavüze uğramazsan böyle bir hakkın olabilir.
“Çocuk Olmaya Hakkım Var”, çocuk haklarını Alain Serres’in yumuşacık diliyle ele alıyor aslında. Kitabın anlattıklarını Türkiye’den örneklerle harmanlayınca kulağa biraz sert geliyor olabilir. Bunun nedeni yazarın dili değil, Türkiye!
Bir yayınevinin bu kitabı yayınlamış olmasının, bizim bu kitap hakkında yazmış olmamızın, sizin bu yazıyı okumanızın ve kitabı edinmenizin o kadar da büyük bir etkisi yok aslında. Ne zaman ki bu ve benzeri kitapları, daha da önemlisi çocuklara haklarını, çocukların çocuk olma hakkını dünyanın en ücra noktasına kadar götürürüz, o zaman kendimizi bir iş başarmış sayabiliriz.
birdolapkitap.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder