“Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana” diye başladı edebiyatla tanışıklığımız. “Bir varmıııııış, bir yokmuş…” devamıydı bu tanışıklığın. Güzel olan dil miydi, anlatım mı, anlatanla yakınlığımız mı? Şimdi ayırt etmesi güç. Ama hep sevdik hikâye dinlemeyi. Kökleri sözlü kültürde ifade bulan çocuklardık ne de olsa.
Ardından çok resimli, az yazılı kitaplar üzerinden yazılı edebiyatla ilişkimiz başladı. Yaşımız büyüdükçe resimler azaldı, yazılar çoğaldı. Daha da büyüdükçe yazı ve resim arasındaki ilişki de tamamen bağımsızlaştı.
Edebiyat – çocuk ilişkisinin sözlü anlatımdan yazılı olana geçişi, ilk olarak 14. Yüzyıl Fransa’sında halk ağzında dolaşan masalları toplayıp kısaltarak bastıran Charles Pearault sayesinde gerçekleşti. Basılan ilk kitaplar; külkedisi, kırmızı başlıklı kız, uyuyan güzel, parmak çocuk, mavi sakal, çizmeli kedi gibi bugün bile en çok bilinen çocuk hikâyeleri oldu.
Yaşadığımız coğrafyada ise; Tanzimat döneminde fabl ve şiir çevirileriyle başlayan, 1930’dan sonra özgün eserler, 1940’larda halk hikâyeleri ve masalların çocuklar için uyarlanması, La Fontain çevirileri ve Nasrettin Hoca fıkralarının manzum yazılmasıyla devam eden, ilk resimli öykü kitabının ise 1974 yılında basıldığı ve günümüze kadar süre gelen bir evrimi var.
Tarihsel gelişimle ilgili çok sayıda kaynak bulmak mümkün. Derdimiz kronolojik seyir olmadığı için uzun uzun değinmek gereksiz olacak. Bu yazı üzerinden tartışılmak istenen; edebiyat çocuk ilişkisinde çocuk ruhunun ne kadar kavrandığı, yansıtıldığı, çocuğun imge dünyasının yazınsal alanda nasıl bir karşılık bulduğu.
İlk dönemlerde -doğal olarak- çocuk edebiyatının özel bir uzmanlık alanı ve donanım gerektirdiğine dair bir algı yoktur. Bu nedenle de dönemin yazarları, şairleri el atarlar bu işe. Zamanla özel bir alana dönüşür. Bu özel alan çabucak kabul görmez, tanımlama olarak bile tartışma konusu olur.
Cemal Süreya: “Çocuk edebiyatını çocuklar mı oluşturuyor, var mı çocuk yazar?”
Kendisi de adının bir harfini iddiada kaybeden çocuk ruhlu bir şairdir oysa.
Anton Çehov: “Büyükler ve çocuklar için ayrı ilaçlar var mı? Dozlar değişir yalnızca.”
Çehov’un yazdıklarının dozunun yetişkinlere bile fazla geldiğini düşünürsek, çocuğun renkli dünyasındaki yeri grinin dozu azaltılmış hali mi olurdu acaba?
Çocuk edebiyatıyla ilgili yazıları tararken, ‘sanatın sevgi, saygı, dostluk’ gibi ardarda sıralanacak tüm ‘güzel duyguları’ barındırması ve ‘yabanıl olanı eğitecek’ işlevinin olması gerektiğini öğrendim. Dimağım açıldı. Aklıma okula gittiğinde ‘yabanıl yönleri eğitilen’ yeğenim geldi. 4 yaşındayken ağaca konmuş mavi kanatlı bir kuşu görünce“mavi kuş ağacı!” diye heyecanlanan, büyüyünce“leylek avcısı” olmak isteyen, tavşanı kendisine göre çizip “ben böyle tavşan seviyorum” diyen yeğenimin okula başladıktan sonra “ağaca konmuş mavi kuş” ve 62’den tavşan girdi dünyasına. Üstelik de mühendis olmak istiyor. Diğerleri silindi gitti. Leylekleri kurtardık ama ya yeğenimin düşsel dünyası? Bir çocuk, okuldan içeri adımını attığı andan itibaren zehirlenme başlıyor.
Çocukların, çoğu kez onları ‘eğitmeyi’ kendisine görev sayan yazarlar tarafından büyük bir şiddete maruz bırakıldıklarını düşünüyorum. Türlü çeşit ağacın yer aldığı bir ormana girip, bütün diğer ağaçları tek bir ağaca aşılamak, yabanıl otları kesmek, hayvanları hayvanat bahçelerine tıkmak gibi çocuğun sınırsız düşsel dünyasında yaratılan tahribat.
Çocuk üzerinde istenilen davranış biçimi yaratmak için yazılmış kaba didaktik eserlerde amaç çocuğun dünyasını kavramak değil, çocuğa yaşadığı dünyanın kurallarını kavratmaktır.Oysa çoğumuzun yaşamak istediği dünya, çocukların düşlerine benzer. Görsel öğeler çocuk için önemlidir. Resimli çocuk kitaplarında çoğunlukla elma kırmızıdır (yeşiline bile fazla rastlanmaz), güneş sarı, çimenler yeşil, gökyüzü mavi… Kitap resimsizse, betimlemelerle anlatılan da farklı değildir. “Yeşil çimenlerin üzerindeki, mavi gökyüzünde sapsarı güneşin parladığı…” Çimenler mavi, gökyüzü turuncu, güneş pembe olduğu anda fantastik olur hikâye. Çocuk dünyası yetişkinlerce terbiye edilmeden önce fantastik değil midir zaten? Düş kurmaktan vazgeçmek zihindeki renklerin ölümüyle başlar. “Bütün çocuklar sanatçıdır. Mesele, büyüyünce sanatçı olarak kalabilmektir.” diyen, resim sanatının ustalarından Picasso’dur. “Rafael gibi resim yapmak dört yılımı aldı, bir çocuk gibi resim yapmaksa bütün ömrümü.” diyen de.
Çocukları “küçük hanımlar, küçük beyler” zanneden zihniyetle, çocuğu aptal yerine koyan zihniyet bir madalyonun iki yüzü gibidir. Çocuğun dili, algı biçimi, nesnelerle ilişkisi, olaylara bakışı, yüklediği anlamlar farklıdır. Üstelik de her çocuğun birbirinden farklıdır. Yaş gruplarına göre de farklıdır. Aynı yere bakan iki çocuktan birisi “mavi kuş ağacı” görürken, diğeri “kuş meyveli ağaç” görebilir mesela. Yaşamın en masum öznesi olan çocuk da her şey gibi, büyüdükçe tek tipleşir. Tek tipleştirilir. ‘Cici çocuk’ olmazsa başına nelerin geleceğini öğütleyen metinler sarar etrafını. Tam bir tragedya!
Tek tipleşmiş bir dünyanın karşısında ve onu değiştirme çabasında olan anlayışın edebiyatta da karşılığı var elbette. “Başka türlü bir dünya mümkün” dili, çocuk edebiyatında daha çok toplumcu gerçekçi metinlerle karşımıza çıkıyor. Bunda bir sakınca yok da, başka bir dünyayı başka biçim ve biçemlerde de anlatmak mümkün. Bunun oldukça güzel örnekleri de yok değil. Küçük Prens bunun en güzel örneklerindendir mesela. Didaktizmle çocuğa “iyi, güzel, doğru budur” diyen metinlerle seslenmek yerine iyi, güzel, doğru olana dair çocuğun sezgilerini açacak ipuçları vermek daha zordur ama çocuğa daha yakındır. İyi yazılmış bir çocuk kitabı size de keyif verir. Çünkü siz de bir zamanlar çocuktunuz.
Şimdilerde, yayınevleri tarafından çok hatırlı müşteri olarak bakılan çocuklara yönelik yayınların sayısı oldukça artmış durumda. Nitelik de aynı oranda düşüşe geçti tabii olarak. Elbette ticaret erbabı yayınevi patronları için kar zarar hesabıyla bakılıyor bu alana da. Tıpkı, çocuk tiyatrosuna; “iki hayvan kostümü giyer, araya bi şarkı sıkıştırır, sonuna da bi öğüt koyar iyi para kırarız” diye bakan kötü tiyatrocular gibi, çocuk edebiyatı da aynı anlayıştan nasibini aldı.
Bir varmıııış, bir yokmuş diye başlayan edebiyat-çocuk ilişkisi, çocuğun gelişimde önemli rol oynar. Geleneksel biçimler, çocuk edebiyatının kökenlerini oluşturur. Ama bununla sınırlı kalmaz. Edebiyattaki her estetik arayıştan çocuk edebiyatı da payına düşeni almıştır. Dünya değişirken, oyun oynama biçimleri farklılaşırken, çocuğun dünyasına bilgisayar girmişken, hikâyeler de devler ve cücelerle sınırlı kalmaz artık.
Çocuk başka bir dünyadır, düşsel zenginliktir, masumiyettir, renktir… Düş yoksunlarını bu dünyaya bulaştırmamakta fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder