4 Kasım tarihli Milliyet gazetesinde “Reyting listelerini alt üst eden hareket!” başlıklı bir haber vardı.
Haberin girişi şöyleydi:
“Her gün düzenli olarak reyting raporlarını yayınlayan TNS’de bugün televizyon camiasını tedirgin edecek bir değişiklik vardı.
TRT Çocuk’taki çizgi yapımların reytingleri artık ölçülüyordu. Dolayısıyla milyon dolarlık bütçeleri olan programlarla arasındaki kıyasıya reyting yarışı ilk günden başladı.
Kumandanın mutlak sahibi çocuklar, listeye hemen ağırlığını koydular.
TRT Çocuk, ilk 100′e tam 17 programla birden girmeyi başardı. Örneğin, iki kız kardeşin ‘maceralarını’ anlatan ‘Canım Kardeşim’ adlı çizgi dizi, hem genel izleyici hem de AB grubunda aynı programın tekrarlarıyla listeye 3 kez birden girdi. Durum böyle olunca ilk 100′ün altlarında kalan programlar, listeye giremediler.”
Son yıllarda, tematik çocuk kanallarının tüm kanalların reyting sıralamasında yükseklerde yer alması dikkat çekiyor. Özellikle Yumurcak ve ardından TRT Çocuk, tüm kanallar sıralamasında uzun zamandır üst sıralarda yer alan iki çocuk kanalı. Öte yandan, tematik kanallar sıralamasında da, çocuk kanallarının izlenme oranlarının diğer tematik kanallara göre hep daha yüksek olduğu gözlerden kaçmıyor. Hal böyleyken program bazında yapılan ölçümlere bu kanallarda yayınlanan programların dahil edilmesi ve ilk 100’e bu kadar çok çocuk programının girmiş olması kimseyi şaşırtmamalı.
Bilindiği gibi, reyting raporlarına ihtiyaç duyulmasının temel sebebi, reklam pastasından aldıkları payı büyütmek isteyen kanallar arasında sürüp giden rekabet. Ocak- Mayıs 2012 verilerine göre, çocuk kanallarının yayınladıkları reklam adedi ve reklam süresi bakımından ilk 10 sıralaması şu şekilde:
Türkiye’de 2000 yılından bu yana, reklam gelirlerindeki büyümenin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranına bakıldığında, tematik çocuk kanalları sayısındaki artışın reklam yatırımlarındaki artışa paralel olarak gerçekleştiği anlaşılıyor.
Bu noktada TRT Çocuk kanal koordinatörü Can Soysal’ın sözleri önemli bir gerçeği bizlere hatırlatıyor.
Connected Vivaki’nin araştırması için görüşü alınan Soysal, “Çocuk kanallarının sayısının artmasında çocuğa özel nitelikli yayın yapma anlayışından ziyade, tüketim harcamalarında çocukların etkilerine yönelik araştırma sonuçlarının daha etkili olduğunu düşünüyorum” diyerek, ekran başında saatlerini geçiren çocukların, çocuk kanalı endüstrisince hangi gözle görüldüğünü özetliyor. Soysal’ın bu sözleri çok önemli çünkü IPSOS KMG şirketinin 4-14 yaş grupları arasında 1.500 kız ve erkek çocukla yaptığı Mayıs 2012 tarihli ‘Çocukların Medya Tüketimleri ve Yaşam Şartları’ araştırmasına göre, Türkiye’deki 8,5 milyon çocuğun yüzde 67’si çocuk kanallarını takip ediyor. Yüzde 95 oranında çocuk ise her gün televizyon izliyor. (Sina Koloğlu, Milliyet Cadde, 24.01.2013) Hal böyleyken, tematik çocuk kanallarını pek çok boyutuyla, detaylı olarak ele alıp tartışmak gerektiği daha iyi anlaşılıyor.
Ülkemizde çocuk ve televizyon ilişkisi üzerine kaleme alınan yazıların, ağırlıklı olarak televizyon izleme alışkanlıklarının çocuk izleyicilerin zihinsel gelişimi ve beden sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine yoğunlaştığını söylemek mümkün. Çocuk ve televizyon söz konusu ise, elbette meselenin çok önemli ve dikkate alınması gereken bir boyutu bu. Ancak pek de fazla tartışılmayan, oysa mutlaka dikkate alınması gereken bir başka boyutu ise çocuk kanallarının ekonomi politiği. Türkiye’de tematik çocuk kanalı sayısının her geçen gün artıyor oluşu ve çocuk kanalları ile bu kanallarda yayınlanan programların izlenme ölçümlerinde üst sıralarda yer bulması bir takım önemli soruların sorulmasını gerektiriyor. Örneğin, bu kanalların sermayedarları kimler? Bu sermayedarlar hangi başka iştiraklere sahipler?
Hangi siyasi ve ideolojik görüşlere yakınlar? Sahiplik yapıları, tematik çocuk kanallarında yayınlanan program içeriklerinde nasıl bir belirleyici rol oynuyor? Çocuk kanalları ve reklam veren ilişkisine bakmak neden önemli? Çocuk kanallarında en çok hangi ürünlerin reklamları yayınlanıyor? Bu soruları yanıtlamaya geçmeden önce, ilk olarak ‘tematik kanal’ kavramının ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını anlatarak başlamanın, ekonomi politik çerçeveyi çizmek bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
Televizyonun tarihine baktığımızda, televizyon yayıncılığının Avrupa ve ABD’de 1930’larda başlayıp gelişmiş olduğunu, ancak yayınların özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaştığını görüyoruz. Avrupa modelinde yayıncılık kamu hizmeti anlayışı doğrultusunda, ABD’de ise ticari anlayış doğrultusunda şekilleniyor. Avrupa’da, havada bulunan ve televizyon yayınlarının iletimini sağlayan frekansların kamuya ait olduğu görüşünden hareketle, yayınlar kamu adına, devlet tarafından yapılıyor ve içerik de buna göre, kamu yararına mesajlar üretme esası etrafında şekilleniyor. Amerika’da ise, yine aynı görüşten hareketle, frekanslar, kamu adına ticari kanallara kiralanıyor ve içerik ticari kanalların daha fazla reklam alıp kâr etmeleri esasına göre şekilleniyor. Örneğin BBC, TRT gibi kamu hizmeti yayıncılığı esasına göre sürdürülen yayıncılık anlayışında, ulus devletin vatandaşların eğitim ve kültür düzeylerini yükseltme hedefi, program içerikleri belirlenirken ön planda tutuluyor.
Ticari yayıncılık anlayışında ise yayınların içeriğini, izler kitleyi eğlendirerek ekrana bağlama hedefi şekillendiriyor. Ancak her iki durumda da, televizyon kanallarının izleyicileri ‘geniş bir izler kitle’ (mass audience) olarak tahayyül ediliyor. Bu doğrultuda, her iki yayıncılık anlayışı da, bu geniş izler kitlenin en düşük ortak paydasına hitap ederek, toplumdaki en düşük ortak zevk, kültür, bilgi ve ilgi paydasını yakalamayı hedefliyor.
1970’lerle birlikte ortaya çıkan post-fordist üretim anlayışı, 1980’lerden itibaren tüm dünyada hızla etkisini gösteren neo-liberal uygulamalar, giderek güçlenen tüketim kültürü ortamı ve giderek artan reklam harcamaları doğrultusunda, yayıncılıkta da bir takım anlayış ve düzenleme değişikliklerine gidiliyor. Bu çerçevede, yayıncılığın ‘geniş bir izler kitleye’ hitap etme hedefi, yeterince kârlı olmaktan çıkıyor. Televizyon yayıncılığının asıl gelir kaynağı reklam olduğu ve reklam verenler de hedef kitlelerine doğrudan ulaşmak istedikleri için, toplumdaki en düşük ortak paydaya yönelik içerik üreten kanalların yanında, farklı zevk, kültür, bilgi düzeyi ile farklı ilgi alanlarına göre ayrışan, daha dar kitlelere yönelik yayın yapan kanallar ortaya çıkıyor. Bu durum, yayıncılıkta ‘hedef kitlenin daraltılması’ (de-massification) olarak adlandırılıyor.
80’lerin sonu ve 90’lı yıllar boyunca, diğer sektörlerin yanında yayıncılık sektöründe de devreye sokulan de-regülasyon politikaları ile televizyon yayınlarının iletim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, tematik kanalların ortaya çıkıp güçlenmesinde önemli rol oynuyor.
De-regülasyon süreci ile bir yandan, özellikle Avrupa’da, büyük oranda devletin tekelinde tutulan televizyon yayıncılığından devlet tekeli kalkıyor ve serbest rekabet koşulları benimseniyor. Öte yandan, havadaki frekansların yanında, uydu, internet, kablolu yayın, dijital platform ve benzeri alternatif iletim teknolojilerinin devreye girmesi de, eskiden frekansların kısıtlılığı nedeniyle sınırlı tutulması gereken kanal sayısının sınırsız hale gelmesini sağlıyor. Bütün bunların yanında, kapitalist küreselleşme süreci doğrultusunda, ulus devletler dahilinde yalnızca yerli iştiraklerin yayıncılık yapmasına izin veren anlayış terk edilerek, ülkelerin yayıncılık piyasaları yabancı sermayeye açılıyor.
Buraya kadar anlatılanlar, neredeyse tüm dünyada televizyon yayıncılığının yaklaşık son otuz yılına yön vermiş olan gelişmeler. Türkiye’deki mevcut televizyon yayıncılığı ortamı, yani tematik çocuk kanallarını var eden ortam, 90’lardan bu yana hep bu yukarıda anlatılan gelişmeler paralelinde şekillendi, şekilleniyor.
Bu noktadan sonra Türkiye’de yayın yapan tematik çocuk kanallarının hangileri olduğuna, bu kanalların hangi platformlardan yayın yaptığına ve hangi şirketlere bağlı olduklarına bakmakta yarar var. Önümüzdeki hafta, buradan devam edeceğim.
Esra Ercan Bilgiç / uzun çorap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder