Pages

Bir tuhaf ve gizemli sanat miti: Ağlayan çocuk tablolarının sırrı ne?

Sanat eserlerinden doğan mitlere yabancı ve uzak bir kültüre sahip Türkiye’de bir merhamet sembolü; dünyanın kalanında tuhaf esrarlı bir mitin kaynağı. Latin Amerika’da ise yerli gelenekleriyle Latin Amerika Hıristiyanlığının harmanlanması sonucunda oluşan büyük bir şehir efsanesi. yeni Harman, yerli mitlerinden ve kültüründen beslenen 80 kuşağı çizer, yazar ve aydınların ağzından Ağlayan Çocuk’un Latin Amerika Kültüründeki izini sürüyor.
1980’li yıllarda hatıra defteri ya da günlük tutanlar, Ağlayan Çocuk’a hiç de yabancı değillerdir. Zira o yıllarda kapağında Ağlayan Çocuk olan hatıra defterlerine şiirler yazmak, arkadaşlara imzalatmak neredeyse bir gelenekti. Ama aslında Sızıntı Dergisi’nin de ilk kapak resmi olan ve Türkiye’de o masum yüzlü çocuğun ağlıyor olmasından kaynaklanan bir merhamet duygusuyla yaklaşılan ünlü Ağlayan Çocuk (The Crying Boy / El Niño Llorón) tablosu, bazı Avrupa ülkelerinde ve Latin Amerika’nın neredeyse tamamında enteresan bir şehir efsanesinin baş kahramanı.
Pek çok kültürde, kent folklorunda; duvarda asılı duran bir tablonun düşmesinin, çerçevesinin hasar görmesinin, üzerindeki camın kırılmasının kötü şans getirdiğine inanılır. Bu yaygın inanışın aksine, Ağlayan Çocuk tablosunun duvarda asılı olması başlı başına kötü şansın ve gizemli olayların sebebi olarak görülüyor.
Ağlayan Çocuk mitine göre, bu resme sahip olanların başına çeşitli tekinsiz olaylar geliyor. Tablonun bulunduğu evlerde yangınlar çıkabiliyor; ancak Ağlayan Çocuk tablosu asla yanmıyor. Tablo, enkazdan sağlam çıkan tek eşya oluyor. Ev sahipleri geceleri ağlayan, yardım talep eden çocuk sesleri ya da başka ürkütücü sesler duyuyor, rüyalarında sıklıkla tablodaki çocuğu görüyorlar. Geceleri evlerinde bazı karaltılar, gölgeler, hatta tablodaki çocuğu gezinirken görebiliyorlar. Tabloyu evlerinde bulundurdukları süre boyunca açıklanamayan pek çok tuhaf olayla karşılaşıyorlar. Bu ve benzeri olaylar, özellikle 1970-80’li yıllarda o kadar çok konuşulmuş ki, açıklanamayan bir fenomen olarak tarihe geçmiş.
Bu talihsiz olaylara sebep olduğu söylenen tablonun geçmişi de bir o kadar ilginç. Bazı kaynaklarda tablonun ressamı Bruno Amadio, ya da tüm dünyada bilinen adıyla “Bragolino”, 19. ve 20. yüzyılda yaşamış bir İtalyan ressam olarak sunuluyor. Ancak özellikle Latin Amerika kökenli kaynaklarda Bragolino’nun Sevilla doğumlu bir İspanyol olduğu yazılıyor. Bazı Latin Amerika kaynakları da Bragolino’nun İtalyan asıllı olduğunu, ancak 2. Dünya Savaşından sonra İspanya’nın Sevilla kentine yerleştiğini ve hayatının kalanını orada geçirdiğini yazıyor. Ressamın hayatıyla ilgili detaylı bilgilerin bulunmaması, kuşkusuz efsaneye yardımcı bir unsur, gizem tutkunlarının ekmeğine yağ süren bir ayrıntı. Zaten Bragolino’nun eserlerinin bir efsaneye dönüştüğü süreç de bundan sonra başlıyor.
Özellikle Şili’de, ressam Bragolino ile ilgili pek çok farklı inanış var. Mussolini yanlısı faşist ve başarısız bir ressam olduğu, çok kötü tablolar boyadığı ve bu yüzden tablolarını kimsenin almadığı dile getiriliyor. O da iyi bir sanatçı olabilmek için şeytanla anlaşma yapmış ve güzel bir üne kavuşacak tablolar karşılığında ruhunu şeytana satmış.
Bu varsayıma göre Bragolino, şeytanla anlaşma yaptıktan kısa bir süre sonra, bir resim serisiyle toplumda ilgi yaratmayı başarıyor. O seri, birbirinden farklı kız ve erkek çocukların ağlayan portrelerinden oluşuyor. Seri, önceleri beğeni yaratıyor. Kısa bir süre içinde Ağlayan Çocuk tablolarının hepsi satılıyor. Ardından, bu küçük çocukların kim oldukları ve neden ağladıkları, tartışma yaratıyor ve tablolardan haberdar olanların aklını kurcalamaya başlıyor. Aynı yıllarda ağlayan çocuk tablolarına benzer pek çok tablo peyda oluyor. Ama çoğu, özensiz birer taklit olmaktan öteye gidemiyor. Kimileri orijinal tablolardaki çocukların ressamdan korktukları için ağladığına inanıyor. Çocuklar, ressamın içindeki şeytanı görebildikleri, ancak hiçbir tepki veremedikleri için ağlıyorlar. Zamanla bu eserler arasından en öne çıkan portredeki sevimli çocuğun, yetimhanede büyümüş bir yetim olduğu ve bunun için ağlamakta olduğu, “Çocuklar neden ağlıyor?” sorusuna verilen en yaygın cevaplardan biri halini alıyor. Bu elma yanaklı, mavi gözlü sevimli çocuğun, portresi yapıldıktan kısa bir süre sonra eski ve izbe yetimhanede çıkan bir yangında hayatını kaybettiği anlatılıyor. Bu yangın sayesinde yetim çocuğun ruhunun Bragolino’nun tablosuna hapsolduğuna ve ruhunun huzura eremediğine inanılıyor. Hatta bu görüşü desteklemek için de, tablodaki çocuğun bakışlarının 180 derece dönebildiği ve odanın neresinde asılı olursa olsun, odadakilerle “göz göze” gelebildiği, odadakileri izlediği, hareketlerini takip ettiği söyleniyor.
Şili’deki bir başka inanışa göre; Bragolino’ya ait bu ağlayan çocuk tablolarından dört tanesi, bir odanın dört duvarına asıldığında; çocuklar geceleri tablolardan çıkıyor ve odanın içinde oyunlar oynuyorlar. Bu fenomene tanıklık ettiğini anlatan pek çok kişi var Şili’de. Aynı inanışa göre, tablolardan ikisi aynı odada asılı olursa, hiçbir lanet oluşmuyor. Bu tablodan çıkma efsanesinin bir başka versiyonunda Ağlayan Çocuk, odada uyuyan biri varsa onu öldürüyor ve sonra sabaha karşı hapsolduğu tabloya geri dönüyor.
Bir başka versiyonda, ressamın tablolardaki çocukları kaçırdığı, resimlerinin gerçekçi olması için onlara eziyet ettiği ve en korkmuş hallerini resmettiği anlatılıyor. Bu yüzden tablolar, satın alanlarda derin bir korku hissi uyandırıyorlar. Ressam işini bitirince de, şeytanla yaptığı anlaşma gereğince, ressamın kaçırdığı çocukları bizzat şeytan alıyor.
Şilili yazar Luis Muñoz, pek çok güncel konu üzerine makaleler yazıyor. Luis, bir süredir doğaüstü olayları da inceliyor. Doğaüstü olaylar, şehir efsaneleri ve yerli mitleri üzerine yayın yapan sitelerde, ortak ‘blog’larda yazıları yayınlanıyor. Şili kökenli Luis, şu sıralar Buenos Aires’te ikamet ediyor ve çalışmalarını sürdürüyor.
Luis, küçükken pek çok kişinin evinde bu tablodan olduğunu ve çocukların kendi aralarında “Ağlayan çocuğun gözlerine daha uzun bakabilme oyunu” oynadıklarını anlatıyor ve ekliyor, “Okulumuzda büyük salonda bu tablodan bir tane asılıydı ve biz arkadaşlarımızla sık sık tablonun yanına gider ve ağlayan çocuğun gözlerine bakmaya çalışırdık. Bakamayanlarla ‘korkak’ diyerek dalga geçerdik. Ders saatlerinde tablonun önünden geçenlerin tabloyu rahatsız etmemek için parmak uçlarında yürüdüklerini de duyardık zaman zaman.”.
Luis ayrıca, “Benim büyüdüğüm yerde Bragolino’nun resmettiği tüm ağlayan çocuk portrelerinde resimleri yapılmış olan çocukların hayal ürünü değil yaşayan, ‘gerçek’ çocuklar olduklarına inanılır. Bragolino’nun şeytanla yaptığı anlaşma uyarınca, bu çocukları kaçırıp öyle resmettiği anlatılır.” diyor.
Francisco F. Schulz; Şili’nin başkenti Santiago’da yaşayan ve serbest çalışan bir foto-muhabir. 31 yaşında ve 10 yıla yakın bir süredir fotoğraf çekiyor. Francisco, bu tür ruhani hikayelere pek meraklı değil. Ancak Ağlayan Çocuk tablosuyla ilgili söylentileri, bir Şilili olarak bilmemesinin mümkün olmadığına dikkat çekiyor.
Francisco, “Bu tür şehir efsaneleriyle pek de ilgilenmiyorum. Ancak bu hikaye Şili’nin en ünlü hikayelerinden olduğu için bunu biliyorum. Küçükken bu hikayeyi arkadaşlarımdan defalarca dinledim. Her biri birbirinden daha korkunç ve farklıydı. Bu resmin asılı olduğu bir sürü lanetli ev hikayesi konuşur dururduk. Tüm çocuklar konuşurdu. Böylece Ağlayan Çocuklar üzerine bir sürü mit yayıldı tüm Latin Amerika’ya. Ama bence tablonun asıl etkisi, fazlasıyla karanlık, depresif ve acıklı atmosferinden kaynaklanıyor.” Diye anlatıyor tabloyla ilgili gözlemlerini. Ve ekliyor; “Anlatıldığına göre tablo, 90 derece saat yönünde yatırılırsa çocuğun gövdesinin Ağlayan Çocuğu yutmakta olan bir kurbağaya benzediği görülebilirmiş. Ve ressamın diğer tabloları da aynı şeytani etkiye sahipmiş. Bu Şili’de kulaktan kulağa yayılan bir efsane…
Bu konunun tartışıldığı pek çok Latin Amerika merkezli forumda özellikle Şilililer, bu tabloya bakmaktan, tablodaki çocukla göz göze gelmekten çekindiklerini, tablodaki çocuğu gördükleri anda ürperdiklerini yazıyorlar. Forumlardaki gençlerin sözleri Schulz’u destekler nitelikte. Ayrıca bu forumlarda üyeler, kendi başlarından geçtiği iddiasıyla tabloyla bağlantılı birbirinden ilginç hikayeler paylaşıyorlar. Aralarında tablolardaki çocukların akrabası olduklarını iddia edenler bile var. Onların hikayelerinde tablolardaki çocukların hayatları hep büyük kederler içinde hüsranla sonlanmış. Hatta bu gizem forumlarında fenomen haline gelen bir soru da, tablonun orijinalinin nerede ve kimde olduğu sorusu.
1950’lerden sonra, tablonun kopyalarının İspanya’dan dünyanın pek çok ülkesine dağıldığı biliniyor. Tablo, fenomen yaratan ününe de bu tarihten sonra kavuşmaya başlıyor. 4 Eylül 1985 Tarihli The Sun gazetesinin 13. sayfasındaki bir haberle de, İngiltere’yi ve dünya kamuoyunu karıştırıyor. Haberde Rotherham’da oturan bir ailenin evinde çıkan yangından bu tablonun tek bir sıyrık almadan kurtarıldığı anlatılıyor. Normal şartlar altında ancak küçük ölçekli sansasyonel gazetelerde yayınlanabilecek olan bu haberi, İngiltere’nin en çok satan gazetesinin manşetine taşıyan ayrıntı ise ilginç. Evi yanan kadının erkek kardeşi bir itfaiyeci ve olaydan hemen sonra The Sun muhabirine bir röportaj veriyor. Röportajda bu olaya benzer pek çok olayla karşılaştığını ve itfaiyeciler arasında bu tablonun asla yanmamasıyla ünlü olduğunu anlatıyor. Bu haberden önce sadece bir Cadılar Bayramı hikayesi olan efsane, böylelikle resmilik kazanıyor. Haberi yapan The Sun muhabiri de, tablonun adını ulusal bir yayında “lanetli” olarak anan ilk kişi olma unvanına sahip. O yıllarda sadece İngiltere’de 50 bin Ağlayan Çocuk portresinin satıldığı düşünülürse, bu esrarengiz lanet hikayesinin tüm Avrupa’da nasıl bir etki yarattığı kolaylıkla tahmin edilebilir. O günden sonra Ağlayan Çocuk tablosu gerçek bir fenomene dönüşüyor.
Tablonun ana vatanı İspanya’da ise bu fenomene yaklaşım İngiltere’ye bakışla oldukça temkinli. Daha çok sanatsal yönü inceleniyor. Tablonun lanetli olduğu efsanesi ise bilimsel bir olgu olarak ele alınıyor. Tabloyu inceleyen sanat eksperleri, ressamın 2. Dünya Savaşı yıllarında, Mussolini’nin ve Hitler’in etkisi altındaki Avrupa’da ebeveynlerini kaybetmiş olan “Savaş Çocukları”nı resmettiğini öne sürüyorlar. Eksperlere göre çocukların ağlama sebebi de bu. Yetimhanelerde büyümek zorunda kalan birer savaş çocuğu oldukları için ve ailelerini kaybettikleri için üzgünler. Bu bakımdan sanat eksperlerine göre aslında Bragolino, savaşın çocuklar üzerindeki etkisine dikkat çekmek isteyen idealist bir ressam olabilir. Bragolino’nun ağlayan çocuk portrelerinde gözlemlenebildiği iddia edilen kertenkele, kurbağa gibi imajların da savaşı çağrıştırmaya dair imgeler olması kuvvetle muhtemel, aynı sanat eksperlerine göre. Ancak elbette Sevilla’nın, Andalucia’nın kırsal bölgelerinde, boz köylerinde tabloya yaklaşım, sanat eksperleri kadar iç açıcı değil. Hıristiyanlık ve Çingene kültürünü harmanlayan Andalucialılar arasında tabloya dair pek çok lanet hikayesinin anlatılıyor.
Latin Amerika’ya İspanyol Çingenelerinin Flamenkolarını taşıyan Latin Amerika’daki Avrupa Arjantin’de söylentiler de tablonun doğaüstü tarafına odaklanıyor. 
Gabriel Hernán Ramiréz, gelecek vaat eden Arjantinli bir ilüstrasyonist. Gabriel’in sanatındaki karanlık taraf, karanlık halk folklorundan ve halk söylentilerinden, mitlerden besleniyor. Gabriel ayrıca doğaüstü ve fantastik hikayeler anlatan kolektif çizgi roman çalışmalarına da katılıyor.
Arjantinli çizer, bu mitle ilgili olarak “Bu tabloyu biliyorum. Ama zaten Arjantin, özellikle de ülkenin içleri, efsanelerle ve bu tür lanet hikayeleriyle doludur. Ağlayan Çocuk Tablosuna benzer pek çok resim, görsel imaj, bir şekilde efsanelerle ilişkilendirilir. Duvara asılan pek çok tablo, bu tür lanet hikayelerine sıklıkla konu olur. Örneğin La Llorona efsanesiyle ya da Pombéro’yla. Ağlayan çocuk da onlardan biri. Özellikle Şili göçmenleri bu tablodan çok korkarlar. Ben bu tabloyla ilgili olarak engin bilgilere sahip değilim, ama bu efsanenin ve de bizzat tablonun beni oldum olası etkilediğini de inkar edemem.” diyor. 
Pombéro, Brezilya’nın ve Arjantin’in bir bölümünde yaygın olarak bilinen bir mit. Pombéro, aslında Kuzey Avrupa Mitolojisinde yer alan “Elf”e benzer bir karakter. Geceleri ortaya çıkıyor ve hikayeye göre kuşları, sabanlı çocuklardan koruyor. Bu bağlamda Arjantin’in bazı bölgelerinde ağlayan çocuk tablosundaki çocuğun Pombéro’yu gördüğü ve bu yüzden ağladığına inanıldığı söyleniyor.
Şehirlerde ise, Şili’deki gibi, duvara asılan tablonun yangınlara sebebiyet verdiği görüşü yaygın. Hatta Arjantinli gençler arasında benzer hikayeler sıklıkla konuşuluyor. Özellikle doğaüstü olayların tartışıldığı bazı Arjantin kaynaklı sitelerde, resmin kopyasını yakmaya çalışanlar deneyimlerini paylaşıyorlar. Kimileri, resmin gece yansa da sabah yerinde olduğunu aktarırken, kimileri de tabloyu yakma girişiminden sonra başlarına tuhaf olayların geldiğini aktarıyor. Arjantinli bazı medyumların çocuğun ruhuyla bağlantıya geçmeye çalıştığı, ancak tabloya hapsolanın zavallı bir yetim değil, şeytani bir yaratık olduğu ve bu yüzden konulduğu her evde yangın çıkardığı da konuşulanlar arasında. Bazı medyumlarsa tablonun içindeki ruhun çocuğa ait olduğunu kabul ediyor ve intikam almak için yangınlar çıkardığını ileri sürüyor.
Latin Amerika’da bu tablolarla ilgili hikayeler ve efsane bitmek bilmiyor. Zira Latin Amerika ülkeleri, Hıristiyanlığı kabul etmiş olmalarına rağmen, eski batıl inançlarına hala oldukça bağlılar. Latin Amerika folklorunun büyük bir bölümü, Hıristiyanlık mitleriyle, eski yerli mitlerinin harmanlanması geleneğine dayanıyor ve bu yeni oluşturulan mitlerde kadınlar ve çocuklar büyük yer tutuyor. Bu etkiyi, bu tabloyla ilgili mitlerde görmek mümkün. Hatta Şilili Şaman rahiplerin tabloya bu yakınlarda gösterdikleri tepki de bunu kanıtlar nitelikte. Bir Hıristiyanlık miti olan “ruhunu şeytana satma”, yerlilerce hiç de hoş karşılanmayan “çocuklara eziyet etme” hikayeleriyle birleşiyor ve ortaya Şamanlarca kınanan bir post-modern efsane çıkıyor. Ancak El Salvador kırsalında Meryem Ana heykelciğine mumlar eşliğinde dua edilen bir tür hac mağarasında, Meryem Ana heykelciğinin hemen yanında bu resmin de bulunduğunu iddia edenler var. Bu başta tuhaf bir ayrıntı olarak değerlendirilebilir. “Bu lanetli tablonun Meryem Ana’nın yanında ne işi var?” denilebilir. Ancak aslında bu, resmin Latin Amerika’nın en bilinen mitiyle “La Llorona Efsanesi”yle girdiği tepkimenin ürünü. Aztek Mitolojisi’ne kadar giden bir geçmişi olan Llorona (Ağlayan kadın) efsanesi, Latin Amerika’nın en büyük mitidir. Çeşitli versiyonları olmasına rağmen, tüm ülke ve kültürlerdeki ortak nokta, efsaneye konu olan kadının çocuklarını öldürmesi ve ardından intihar etmesi. Tam da bu noktada El Salvadorlu rahipler, bu ağlayan çocuğun La Llorona’nın oğlu olduğuna inanmakta ve onu Meryem Ana’nın yanında kutsamakta ve koruma altına almaktalar.
La Llorona efsanesinin en bilinen hayalet hikayesi olduğu Meksika’da da durum pek farklı değil. Ağlayan çocuk tablosunun Meksika’daki yansımalarını değerlendiren Luis Sanchéz, 26 yaşında genç ve bir o kadar da yetenekli bir ressam. İlham verici etkisi yüzünden halk mitlerine de oldukça değer veriyor.
Konuya özellikle resim sanatı açısından yaklaşan Luis, resim ve heykel gibi görsel sanatlarda çocuk figürünün her zaman çok ilgi çektiğini dile getiriyor. “Özellikle ağlayan çocuklar her zaman ilgi odağı olabilir.” diyor. Çünkü çocuk imgesi sanatta masumiyeti sembolize ediyor. Luis; “Meksika folkloru, lanetli tablolar ve ağlayan çocuklarla, kadınlarla doludur. Meksika, ‘Llorona’nın anavatanıdır. İşin ilginç tarafı, önce bu efsaneler mi yayılıyor ve ardından eserleri yapılıyor; yoksa çizilen tablolardan, yapılan heykellerden mi hayat buluyor bu efsaneler söylemek zor. Her ne şekilde olursa olsun Meksika, özellikle bu tür mitler bakımından bir cennet. Büyüdüğüm yerde lanetli olduğuna inanılan pek çok barok yapı var. Bu yapılarda ağlayan çocuk gibi, yanmamış; bir şekilde tahrip olmamış pek çok tablo da yer alıyor. Bu tür tablolar arasından lanetli olduğuna en çok inanılanlar ise yaşlı büyükannelerin ya da küçük çocukların portreleri oluyor. Bu tür bölgesel pek çok hikaye var. Ağlayan Çocuk ise, koca Latin Amerika’da anlatılagelen büyük bir şehir efsanesi artık.” diyor.
Meksika folklorunda ruhlar ve hayaletlerden sandığımız anlamda korkulmuyor. Daha çok saygı duyuluyor. Meksikalılara göre hayaletler ve insanlar; birbirini pek sevmese de tahammül etmek zorunda olan ev arkadaşları gibiler. Özellikle Koloni Çağından kalma pek çok eski binaya dair pek çok “perili ev” hikayesi anlatılıyor. Korkulan hayaletler ise daha çok yaşarken de kötü olduğu bilinen insanların hayaletleri oluyor. Bu bağlamda, Meksika’nın bir bölümünde El Salvador’daki kilisede olduğu gibi, Ağlayan Çocuk portresinin Llorona’nın oğlu olduğuna inanma eğilimi oldukça fazla.
Uruguaylılara göre Ağlayan Çocuk, Llorona’nın oğlu değil. Uruguay’da bu tablodaki çocuğunDionisio Diaz adında Uruguaylı bir çocuk olduğuna inanılıyor. Dionisio Diaz, aynı zamanda ülkenin içlerinde bu efsaneden adını almış bir kasaba. Kasabalılar, Dionisio Diaz’ın acıklı hikayesinin kasabalarında meydana geldiğine inanıyorlar. Efsaneye göre Diaz’ın büyükbabası küçük çocuğun annesini, yani öz kızını öldürmüş ve ardından da Dionisio’yu bıçaklamış. Dionisio da küçük kız kardeşini kurtarabilmek için bıçaklandığı halde küçük kardeşini kilometrelerce taşımış. Yol boyunca ağlamış, ağlamış ve ağlamış… Uruguay’ın Dionisio Diaz kasabası ve diğer pek çok bölgesi için Ağlayan Çocuk Tablosu, bu küçük kahramanı simgeliyor.


Ezgi Aksoy
Yeni Harman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder