“Şu yeryüzüne sonsuz bir
barış ve mutluluk getirmek amacımıza ulaşmak için
katliama ve yıkıma zorunlu olan biz zavallı insanlar.” demiş
Jack Landon, Demir Ökçe kitabında.
Neden demiş? O da barışın mutlak mutluluk olduğunu biliyormuş
demek ki. Eleştirdiği, sonsuz ve tek doğru olan barışı elde
etme yönteminden başka bir şey değil.
Çocuklar
hiç sormazlar mı, tarih derslerinde neden bunca savaş olmuş
da bunca ana evladını, bunca çocuk ailesini yitirmiş, o
güzelim atlar -hiç canları yokmuşçasına- nasıl
da basit kullanılıp savaşın bir simgesi haline gelmiş. Halbuki
kaslı bacakları titreyerek, upuzun yeleleri rüzgarda
savurarak, tozu dumana katarak koşmaları gerekiyor geniş
arazilerde.
Çocuklara ne cevap verilebilir ki mantık
yadırgamasın, bünye garipsemesin. Çünkü
yapılabilecek en akla dayalı zannedilen açıklama bile
hayata bağlanılan ipleri aşındırıp tüyleri diken diken
edecektir. En mantıksız, en saçma açıklama ise
savaşın bir iç güdü, genlere kalıtsal olarak
taşınan bir davranışın tohumu olması iddiasıdır. Böyle
bir iddia ihtimal dahi olsa gerçekçi gelmiyor. Kanıtı
ise barış için barışarak, toplum için barışarak,
evren için barışarak yaşayan insanlardır.
Barışın en
güzel yanı evrensel oluşudur. Tüm insanlar barışı
benimseyip bir yaşam tarzı haline getirse kimbilir belki insanlığa
verilen bir gülücük bahçede bir çiçek
açtıracak ve sonunda tüm dünya demet demet kırmızı,
pembe, sarı gül, en sade duygularla papatya, patlıcan moruyla
petunya, narin sardunya, kadife manolya, iç içe fulya,
bir bütün sümbül, bahçe kapısının süsü
begonvil, yusyuvarlak ortanca, tüm zerafetiyle orkide ve mis
gibi karanfil içinde renklenecek. Edip Cansever'in dediği
üzere; “sen karanfile eğilimlisin / alıp sana veriyorum işte
/ sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel / derken karanfil
elden ele”
Gamze
Karagül/16