Pages

Ahmet’in sakıncalı fotoğrafı


Dillere destan “büyüme” ilahiyatımızın sakıncalı bir fotoğrafını ölmeden önce Ahmet, cep telefonundan çekmişti.
Fotoğrafta 13 yaşındaki Ahmet’in arkasında kalan pres makinesi, Ahmet’in canını kapmadan öylece zamanını kollayan katil sükunetiyle öylece duruyordu.
Geçen perşembe patronunun kanlar içinde Adana Devlet Hastanesi’ne getirdiği kafası iki yanından pres makinesine sıkışan Ahmet Yıldız’ın iki aydır makinenin başında mesai yaptığı ortaya çıkmıştı…




Halbuki biz çocuğumuzu pres makinesinin bulunduğu odada bir an yalnız bile bırakamazdık..
Bundan olsa gerek plastik fabrikasının sahibi patron korkunca hastane yetkililerine önce “Ahmet’e plakasını alamadıkları bir arabanın çarpıp kaçtığını” söylemişti.
İtirazsız kabul etmeliydik ki… Tonlarca ağırlıkta basınç üreten pres makinesinin ezdiği Ahmet, okuldan çıkıp öğleden sonra gittiği iş yerinde “pres yapan çocuk işçimizdi”.
Ve ayağında üç numara büyük lastik terliklerle poz veren Ahmet’i 13 yaşında hayat gailesinin peşine düşüren, emeğine haftada 100 TL’ye değer lütfederken dişlilerine takıp canını söndüren düzenin “plakası” bizde mevcuttu.
Zorunlu göç ve sürekli işsizlikle kent varoşlarına doluşmuş, yoksulluk kapanına sıkışmış ailelerin çocukları nereye gider diye soran olursa, karşısına çocuk emeğine tamah eden plastik fabrikaları, mobilya atölyeleri, ilkel imalathaneler, oto sanayi dükkanlarının dizi dizi uzanıverdiğini görürdü.
5-14 yaş arası her iki çocuktan birisinin çalıştığı ve çocuk işçilerin çok revaçta olduğu ülkemizde geçen yıllarda yayınlanan bir haberde patron “açık kalbiyle” neden çocuk işçi tercih ettiğini şöyle açıklıyor, “bir kere az yemek yiyorlar, fazla konuşmazlar ayrıca çok itaatkarlardı” diyordu.
AZ YEMEK YİYEN, KONUŞMAYAN VE BOYNU KIRILMIŞ SINIF İNŞAASI
İşvereni yormayan, maliyeti düşük, çelimsiz küçük yoksul çocukların erkenden girdikleri büyüklerin hoyrat dünyasındaki acımasız ve acıtıcı emek ve hizmetlerine ancak susarak ve gözlerini yumarak katlandıklarını bilmeyen mi vardı?
Hayri Kozanoğlu’nun Birgün Gazetesi’ndeki “Bir zengin Türkiye’ye Bedel” yazısında Forbes’in 2013 yılı 100 en zengin Türk sıralamasında 100 vatandaşımızın her birinin servetlerine 250 milyon dolar kattığını ve geri kalan 74 milyon 999 bin 900 kişinin ise “toplam” 250 milyon dolar düştüğünü yani paylarına %1 düştüğünü öğreniyorduk.
Ulusal servet dağılımındaki bu trajik eşitsizlik, 75 milyon insanın düşen yaşam standardı, büyüme nöbetleri geçiren Türkiye’nin çocuk emeğini teşvik eden ve yaygınlaştıran iş yasaları ve 4+4+4 uygulamasıyla, yoksulluğu üretecek, muhafaza edecek haris düzen İstanbul nüfusuna denk yoksul çocukları “kitlesel çocuk işçi pazarında” topluyordu..
Devletimiz bu çocukların ellerine tutuşturduğu “ölümcül işçi kimliklerine” 16 yaşında kiremit, tuğla, ateş tuğlası, parafin ve selüloz imalatında çalışabilir ve 18 yaşına kadar da asgari ücreti kesinlikle hak etmezler üstelik kanları da “milli şüheda ruhuna” armağandır yazıyordu..
Az yiyen, çokça susan, başlarını pres kapmazsa boynu erkence kırılmış çocuklar ve onların çocukları “sivil” ve “demokratik” yatırım, teşvik, tüketim diyarı Türkiye’nin insani bedeli ve siyasi teminatı olacaktı..
Ahmet’i ve Ahmet’in temsil ettiği “başkalarının” çocuklarını, bugüne kadar hatırlamayan devletimiz gibi biz de bu yazı bitince unutacaktık..

Nihal Kemaloğlu / akşam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder