“Kürtçe pis ve kötü bir dildir. Kürtçe konuştum diye bana ‘deli’ deyip buraya gönderdiler.”
Teyzem okuldan haber geldiğini ve Rûken’in öğretmeninin kendisini çağırdığını söylediğinde Rûken okula başlayalı henüz yirmi gün olmuştu.
Kendisi Türkçe bilmediği için okula benim gitmemi istedi.
Zaten okula başladığından beri Rûken’in garip davrandığını, içine kapandığını ve tek kelime bile konuşmadığını, defalarca sormasına ve ısrarcı olmasına rağmen sorununu söylemediğini, son bir haftadır da ağzını bıçak açmadığını, tek kelime bile etmediğini söyledi.
Okula gittiğimde oldukça genç bir bayan öğretmenle karşılaştım. Muhtemelen mesleğinin ilk yıllarında. Kürdistan’da bu ilçeye verilmiş, oldukça düzgün Türkçe konuşan, sevimli bir bayandı.
Rûken’in kuzenim olduğunu teyzem rahatsız olduğu için onun yerine geldiğimi söyledim…
Kadın hiç süslemeye gerek görmeden direk bir şekilde yüzüme Rûken’in “geri zekalı” olduğunu düşündüğünü söyledi. Şoka girmiştim.
Bu kadar narin bir bayandan böylesi kaba bir davranış biçimi kendisi hakkında düşündüğüm tüm olumlu düşünceleri beynimden ve yüreğimden bir anda silmeye yetti…
Aynı ses tonu ile kendisine “bu kanıya nereden vardığını” sordum.
Bana “söylediğim hiçbir şeye tepki vermiyor. Ben ömrümde böyle bir çocuk görmedim. Hiç bir şeye tepki vermez mi insan, sanki duvarla konuşuyorum. Çocuk değil tam bir baş belası! Mimikleri bile yok!” dedi.
Yüzüne baktım gözlerinin en derinine ve cevap verdim “sizi anlamadığını hiç mi düşünemediniz Hocam?” dedim.
Şaşkınlık sırası ondaydı. ”Anlamadım” dedi.
“Anlaşılmayacak bir şey yok Hocam, Rûken tek kelime bile Türkçe bilmiyor! Annesi de! Teyzeleri de! Kuzenleri de! Dedesi, nenesi, komşuları, kardeşleri, arkadaşları, mahallesi hiç kimse onunla sizin konuştuğunuz dilden konuşmadı bu güne kadar. Ve siz ömründe duymadığı bir dili anlamadığı için bu çocuğa nasıl bir baskı uyguladıysanız artık hiç konuşmuyor. Tebrik ederim! Muhteşem bir öğretmenmişsiniz.” dedim ve Rûken’e döndüm.
Dünyadaki en sevimli çocuklardan biriydi, öyle korkmuştu ki, aradan nerdeyse yirmi yıl geçmesine rağmen sıradaki iki büklüm bakışını ve gözlerindeki korkuyu unutamadım. Uzattım kuzenime elimi ve dedim “Rabe Rûken em diçin!”
Minicik elleriyle anında tuttu elimi. Bir daha da okula gitmedi.
Kısa bir süre sonra ailesinin geri kalan fertlerinin yaşamak zorunda bırakıldığı Avrupa’daki kentlerden birine gönderdik onu. Rûken şimdi 20 yaşında. Almanca, İngilizce ve Kürtçeyi çok iyi biliyor. Türkçeyi hala bilmiyor. Bulunduğu ülkede Türkçe hiçbir işe yaramıyor!
Yıllar sonra bu dosyayı çalışırken bu olayın bana rehberlik edeceğini nereden bilebilirdim ki? Nerden bilebilirdim ki bu yıllardaki Rûken’lerin ellerinden tutup “hadi gidiyoruz!” diyebilecek sahipleri olmadığı ve sadece egemenlerin dilini kullanamadıkları için “Zeka engelli” diye raporlanarak “rehabilitasyon merkezlerine” gönderileceklerini. O gün oradaki genç ve cinsine yakışmayacak kadar kaba üslup sergileyen öğretmenin önyargısının bir gün gelip devletin önyargısı olabileceğini! Takip edenler bilir, ait olduğum etnik kimliğim ve çalıştığım saha yüzünden oldukça zorlu dosyalar çalıştım. Köy boşaltmalar, yakılan ilçeler, katliamlar, sürgünler bunların bazıları. Ama hiç birinde bu dosyada ki kadar üzülüp öfkelenmedim. Ben aslında yola çıkarken “engelli çocuklarda ana dilde eğitim hakkı” adı altında bir dosya çalışmak için kolları sıvamıştım. Doğal olarak ilk uğrayacağım yer “Rehabilitasyon merkezleri” idi.
Ve şu anda göçten dolayı en fazla Kürt nüfusunun yaşadığı yer olan nerdeyse kendi başına bir ülke haline gelmiş İstanbul’daki rehabilitasyon merkezleri ilk durağımdı.
Daha ilk adımda çok kısa bir sürede ve büyük bir acıyla fark ettim ki çalışmanın yönü inanılmaz bir hızla biçim değiştirecek. Varoşlara özellikle yığılmış Özel Rehabilitasyon merkezlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan Kürt çocukları ile karşılaştığımda ve onlarla sohbet ettiğimde hemen fark ettim ki, en hafifinden ortada kocaman bir yanlış anlaşılma var.
Zaten fark etmemeniz mümkün değil, çünkü çocuklar gayet normal konuşan, her türlü fiziksel aktiviteyi gayet normal yerine getiren, neşeli, eğlenceli ve enerjik çocuklar.
Bu her gözlemci insanda yaratabileceği gibi bende de kocaman bir şüphe yarattı.
Eğitmenleriyle yaptığım ilk röportajda olayın insanın kanını donduran bölümü deşifre oldu.
Bu çocuklar kolay avdı. Çünkü yasaya göre ikinci sınıfın ikinci periyoduna kadar okuma yazma öğrenemeyen bir çocuk öğrenme güçlüğü ön tanısı için bir adaydı. Gerisi birbirini tamamlayan yanlışlar dizisi. Zaten anlamadığı ve bilmediği bir dil yüzünden ön tanısı konulan bir çocuk bir de aynı dille şaibeli zeka testlerine tabii tutulunca ortaya çıkan “zeka engelli” tanısını sözde rehabilite etmek için yine bilmediği dilde eğitimle sözde iyileştirme çabası…
Yani çözümü aslında çok basit olan bu durumun dönüp dönüp çocuğu vuran grift bir problem haline getirilmesi ve bundan nemalanan Özel Özel Eğitim merkezleri…
ANA DİLDE EĞİTİM YOKSA İKİ DİLDE DE BAŞARISIZ
İstanbul’da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir varoşta kurulan rehabilitasyon merkezlerinin birinde görevli M.K adlı bir öğretmen arkadaşımıza sorduk:
Hocam siz zihinsel engellilerin eğitmenisiniz öncelikle bize anlatır mısınız ‘zihinsel engelli’ kime denir?
Normal yaşantısını devam ettiren bir takım bilgi ve becerileri gerçekleştiren insanların dışında, zeka olarak normal insanlardan biraz aşağıda kalan insanlara diyoruz. Yani fiziksel bir takım faaliyetlerini gerçekleştiren insanlardan ayrı olarak zihni beceri ve bilgilerden yoksun olan kişileri kastediyoruz.
Zihinsel engellileri eğitmek özel bir çaba gerektiriyor. Bu durumda zihinsel engellileri eğitirken bu çocukların kullandığı ana dil eğitim dilinden farklı olursa bu konuda ne gibi bir soruna meydan verir?
Bu çok önemli. Çocuğun evde kendi ana dilinde konuşup okulda başka bir dil kullanması, zaten bilgi ve beceri kazanımında zorluk yaşayan çocuklar üzerinde çok büyük bir baskı oluşturuyor ve çocuklar kendi içine kapanmaya başlıyorlar. Örneğin bir kelimeyi evde farklı okulda farklı kullanıyorsa çocuk bu sefer iki dilde de başarısızlığa itiliyor. Ve bu durumda çocuk okulda kendisini psikolojik olarak yalıtıyor, eve gittiğinde de okulda başarısız olduğu için ailesinden baskı gördüğünden büyük sıkıntılar yaşıyor.
Şu an bulunduğumuz rehabilitasyon merkezinde etnik kökenleri sebebiyle dil sorunu yaşayan çocuklar var mı?
Var.
Yoğunluktalar mı?
Evet.
Hocam bu eğitim merkezinde kullandığı ana dille, okulda maruz kaldığı eğitim dilinin farklı olmasından dolayı yanlış tanı konulduğunu düşündüğünüz çocuklar var mı?
Var. Çünkü anne babanın konuştuğu dil çocuğa yansıyor ve dil dediğimiz şey bir mantığın, bir kültürün yansıması olduğu için çocuğa aktarılıyor. Aktarıldığı için de çocuğun okul hayatına başlar başlamaz bu kültür dışındaki bir kültür ve dille karşılaşması iki dil arasındaki çatışmaya neden oluyor. Eğer kendi ana dilinden farklı, hakim bir dil varsa bu çocuk içe kapanık ve özgüvensiz bir çocuk profili ile ortaya çıkıyor.
10 KÜRT ÇOCUKTAN 5’İ DİL PROBLEMİ YÜZÜNDEN BURADA
Yine bir rehabilitasyon merkezinde başka bir hocamızla, U. D. ile konuştuk bu konuyu.
Eğitim durumunuzu öğrenebilir miyiz?
Sınıf öğretmenliğinden mezunum. 2007’de “zihinsel engelliler sınıf öğretmenliği” kursuna gittim ve o yıldan beridir çeşitli kurumlarda bu konuda çalışıyorum.
Şu an bulunduğunuz merkezde eğittiğiniz çocukların çoğunluğunun tanısı nedir?
Genellikle “hafif zihinsel engelli” tanısı olan çocuklar yoğunlukta.
Hocam şu an bulunduğunuz semt Kürt göçmenlerin yoğunlukla bulunduğu bir semt ve rehabilitasyon merkezinizde oldukça fazla Kürt çocuğu var. Acaba diyorum dil bariyeri yüzünden bu çocuklara yanlış tanı konulup, buraya gönderilmiş olabilirler mi?
Yani benim karşılaştığım; örneğin on Kürt çocuğu diyelim, beşi büyük olasılıkla dil problemi yüzünden burada. Kürt göçmenler bulundukları varoşlarda çoğu zaman izole bir hayat oluşturdukları için ve mahallenin çoğunluğunun da aynı kökenden olmasından dolayı sosyal hayatta yine kendi dillerini konuşuyorlar. Yani buranın İstanbul olması bu sebepten dolayı Kürt nüfusunun yoğun olduğu yerlerdeki gibi bazen okulda ilk defa eğitim dili olarak yabancı dile maruz kalan çocuklarla karşılaşmanıza sebep oluyor. Bu da öncelikle uyumsuzluk ve yabancılaşma, sonra da öğretmeni anlamadığı için dersi de anlamamaya sebebiyet veriyor. Diğer çocuklarla iletişim kuramadığı için bu anlamda içe kapanıklık ve uyum problemi yaşıyor. Bunların hepsi birbirini tetikleyerek olumsuz anlamda bir sinerji yaratıyor ve maalesef bu sinerjinin sonunda çocuk çeşitli kurumlarda yine yabancı olduğu dili konuşan uzmanlar tarafından değerlendirilmeye tabii tutularak “zihinsel engelli” raporu alınarak damgalanıyor. Çocuk buraya geldiğinde biz ona önce Türkçe öğretmek, sonra akademik kazanımları çocukta gerçekleştirmeye çalışmak gibi nafile ve baştan eşitsiz bir çabanın içine giriyoruz. Bu da çocukta en az iki-üç sene gibi bir kayba neden oluyor. Çocuk iki-üç sene geriden kendi yaşıtlarını ve akranlarını takip etmeye çalışıyor. Olay bu.
Bu raporlar bu çocukların ileride yapacağı bir işte, edineceği bir meslekte önlerine çıkacak mı hocam?
Raporlar her sene değerlendirmeye tabii tutuluyor ve eğer öğrenci kazanımları yerine getirmişse raporu iptal ediliyor. Ama bu kadar travmayı yaşayan çocuğun bu yanlışlıklar zinciri içinde kendi akranlarını ne kadar yakalayabileceği de muamma. Bu noktada rapor kendini sürdürecek ve elbette ki her alanda çocuğun önüne çıkacak.
ALMAN KURDUNA ‘CANAVAR’ DEYİNCE...
Uzman Öğretmen Mehmet Rojda Oruç, konuyla ilgili soruları yanıtlıyor:
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
İşitme engelliler ve zihin engelliler öğretmeni ve uzman dil ve konuşma terapistiyim. 97’de Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi, İşitme Engelliler Öğretmenliği Ana Bilim Dalı mezunu oldum. 2000-2005 yılı arasında Türkiye’de ilk kez açılan Sağlık Bilimleri Enstitüsünde Dil ve Konuşma Terapisi Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans yaptım. 2006 yılında da bakanlıktan zihinsel engelliler öğretmenliği yan alan belgemi aldım.
Göç etmiş Kürt ailelerinin çocuklarının ana dil sorunu yüzünden, adapte olamadığı okullardan özel eğitim kurumlarına ‘mental retarde’ (zihin engelli) ya da ‘hafif mental retarde’ (hafif zihin engelli) tanısı ile sevk edildiğini gördüm. Siz meslek hayatınızda bu tür bir durumla karşılaştınız mı?
1999 yılından itibaren Zihinsel Yetersiz Çocukları Koruma Vakfı adında Türkiye’nin yaklaşık 20 ilinde örgütlü bir vakfın rehabilitasyon merkezinde sorumlu olarak çalışmaya başladım. O zamandan bu yana bu tür sıkıntılarla bir şekilde debelenmek zorunda kalan bir çok çocukla karşılaştım.
Özellikle batıdaki rehabilitasyon merkezlerindeki Kürt çocuklarının yoğunluğuna baktığımızda, şöyle bir kanıya varırsak yanlış mı olur; ana dil ve eğitim dili farkı bariyerine takılan ve bu konuda ciddi travmalar yaşayan çocuğa dil öğretmek yerine işi kolaydan alıp, rehabilitasyon merkezlerine gönderiyor olabilirler mi?
Tamamı bu şekilde yönlendiriliyor demek çok doğru değil ama yönlendirilenlerin olduğunu ben kendi kişisel ve klinik deneyimlerimden de biliyorum. Baştan ele alalım, ana dilinden farklı eğitim diline ilk kez okulda maruz kalmış bir çocuğun yaşadığı sınırlılıkları düşündüğümüzde bu çocukların tamamı özel eğitim merkezlerine yönlendiriliyor, zihinsel engelli olarak algılanıyor diyebilmek çok doğru olmayabilir ama bu ciddi bir olasılık yaratır. Yani siz karşınızda Türkçe bilmesini beklediğiniz 6 yaşına gelmiş en azından renkleri bilmesini, sayıları birden ona kadar saymasını, temel geometrik şekilleri yani kareyi, üçgeni, daireyi bilmesini beklediğiniz bir çocuğu, “otur” deyince otur, “kalk” deyince kalk yönergelerini almasını, kalemi tutabilecek kadar ince kas becerilerine sahip bir çocuğu bekliyorsanız ve bunlarla ilgili bir şey talep ettiğinizde çocuk dil bariyerinden dolayı bunları anlayamıyorsa siz bu çocuğun acaba benim söylediklerimle mi ilgili anlamakla mı ilgili sorunu var, yoksa gerçekten bu çocuk zihin engelli mi diyebilecek kişisel mesleki deneyimlere sahip değilseniz bir ön yargı ile yaklaşabilirsiniz.
Sizce bu çocukların sadece Türkçe bilmediği için zihinsel engelli tanısı ile rehabilitasyon merkezlerinde eğitime zorlanma olasılığı nedir hocam?
Yüksektir. Bunun Almanya’da da ciddi örnekleri yaşandı. Almanya’ya göç eden ailelerin ilk jenerasyonu zannedersem çocuklarının okul çağı geldiğinde zeka testi olarak o dönem kullanılan bir test ve çok basit bir şey: Bir resimli kart gösteriyorsunuz çocuğa ve o resim bir köpek resmi. Ama çocuğun kendi coğrafyasında gördüğü köpek Kangal köpeği formunda bir köpek. Ama orada gösterilen şey bir Alman kurt köpeği. Biliyorsunuz Anadolu’da kurda çoğu yerde “canavar” derler. Çocukların bir çoğuna canavar ya da köpek isminden farklı bir şey söylendiği için, Alman kurt köpeğini tanımadıkları ve buradan puan alamadıkları için de zihinsel engelli olabilecekleri düşünülüp çoğunlukla özel eğitim merkezine yönlendirilmişler...
Hocam bu çocukların Kürtçe bilen uzamanlar tarafından zeka testine tabii tutulması en büyük haklarından birisi değil midir?
Kesinlikle ve tartışmasız öyledir. Birinci problem; Kürtçe tanılama bataryalarının zeka testlerinin vs.lerin oluşturulması. İki: Kürtçe tanılama bataryalarını uygulayabilecek profesyonellerin bunu uygulaması. Ondan sonra bu çocukların gerçekten zihinsel durumlarının ne olduğunun tespit edilmesi gerekir. Ama sonrasında da tabii ki tüm bunlarla birlikte bu çocukların kendi ana dillerinde eğitim almaları gerekir.
‘ÜÇ HAFTALIK SERTİFİKAYLA ENGELLİ ÖĞRETMENİ OLUYORLAR’
Ne zamandan beri özel özel eğitim kurumları var Türkiye’de?
90’lı yıllardan beri varlar, yaygınlaşması özellikle 2006 yılının Haziran ayında yayınlanan bir genelgeyle oldu. Devlet kendi bünyesindeki Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı resmi devlet okulları ile zihin engellilere hizmeti yeterince veremeyince, ortaya bu hizmeti satın alabileceği bir organizasyon yapmak durumu çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam 2000 yılında Antalya’da uluslar arası özel eğitim kongresi yapıldı. O kongrenin yürütme kurulu üyesiydim. Ve o zaman ki devlet bakanlığından bir tanesi “engelliler de okullaşma oranının 1000’de 7 olduğunu” söyledi. Yani her bin engelli çocuğun 993 tanesinin eğitim olanaklarından mahrum kaldığı, sadece yedi tanesinin okullara ulaşabildiğini söylemişti. Şimdi bu rakam git gide tabii ki küçülmüştür. Zira, Özel Özel Eğitim Merkezlerinin artması ile birlikte devletin bu çocukların eğitim ücretlerini finanse etmeye başlaması ile birlikte okullaşma oranında ciddi bir artış oldu.
Peki hocam eğitim kalitesi anlamında durum ne oldu? Özelleştirilmesi aynı zamanda işin ticarete dökülmesidir. Bu noktada istismarlar oldu mu?
Okullaşma oranının arttırılması açısından iyi oldu ama alan mezunu yani eğitim fakültesinin “özel eğitim” bölümlerinde 4 yıllık fakülte eğitimi almış kişilerin sayısını arttırmak yerine, şu anda üç haftalık sertifika programlarıyla bu kurumlarda çalışmak üzere insanlar yetiştiriyorlar. Yani siz, çok spesifik örnekleri var, herhangi bir bölümden mezun olup, bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde sınıf öğretmenliği hakkı kazandığınız anda örneğin; Ziraat üniversitesi, su ürünleri, vs. aklınıza gelmeyecek bölümler, işletme fakültesi mezunları bunlar “pedagojik formasyon” aldılar. Sınıf öğretmenliğine hak kazanıp, sonra bu insanlara 3 haftalık bir kurs verip, zihinsel, işitme engelliler sınıf öğretmenliği yapma hakkı verildi. Ve bu insanlar sonrasında isterlerse MEB’e bağlı okullarda isterlerse Rehabilitasyon merkezlerinde çalışmaya başladılar.
ANA DİLİNE KÜSEN SİBEL
Hayatımın en zor röportajıydı. Bu korkunç duruma düşürülen kim bilir kaç çocuktan biri olan Sibel’in röportajı aşağıda. Sibel 13 yaşında olduğunu söyledi. Erzurum’un bir köyünden göçen Kürt bir ailenin çocuğu;
Adın ne canım?
Sibel.
Kaç yaşındasın?
13.
Kürtçe konuşmayı biliyor musun?
Hayır. Kürtçe pis bir dildir!
Kürtçe neden pis bir dildir Sibel?
Şey hocam, çünkü çok kötü bir dildir. Ben onun için konuşmayacağım!
Neden canım kötüdür?
Çünkü çok şey oluyor hocam...
Ne?
Yani mesela okulda konuşunca arkadaşlarınız sizinle konuşmuyor. Sizi öğretmene söylüyorlar. Herkes bizimle dalga geçiyor. Neden öğrenmemişsiniz Türkçeyi diyorlar. Arkadaşlarım benimle dalga geçtiği için ben de artık istemiyorum Kürtçeyi. Pis bir dil!
Peki annen baban Kürtçe mi konuşuyor evde?
Evet.
Sen eve gittiğinde annenle Kürtçe mi konuşuyorsun?
Şey hocam ben artık asla Kürtçe konuşmak istemiyorum! Pis ve kötü bir şey. Kürtçe konuştum diye bana “deli” deyip buraya gönderdiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder