Pages

"Lan KÜRT!"


B
Ben bir öğretmenim. Aslen Arnavutluk göçmeniyim. Lakin yaşadığım kent, güneşi ve turizmiyle beraber ırkçılığıyla da ünlü bir Akdeniz kenti olduğu için, çoğu zaman bulunduğum ortamlarda Kürt halkına karşı küfürler, hakaretler gırla giderken “ben de Kürdüm!” deyiveriyorum. Dolayısıyla siz bu yazıyı okuyanlar ve aile çevrem dışında, okulumda öğrencilerime ve bazı öğretmenlere benim memleketimi sorsanız, benim Diyarbakırlı, Dersimli, Sivaslı, Hakkarili olduğumu söyleyenlere şahit olacaksınız. Eşim gerçek Kürt-Alevisidir. Bu huyuma çok kızar ve neden böyle bir yalana başvurduğumu bir türlü anlayamaz. Ben de her seferinde “bu ırkçı saldırı ve söylemler karşısında Kürt olmayım da ne olayım?” diye sorarım.

Bir öğrencim arka sıralarda bir arkadaşına kızıp ona küfretmek istediğinde “lan Kürt!” diye bağırıyorsa, hangi insan evladı bu küfür karşısında “ben de Kürdüm, suç mudur Kürt olmak” diye sormadan durabilir?

Bir diğer öğrencim bu ırkçı kentin ırkçılıkta zirve yapmış ilçesinden bahsederken “bütün Kürtleri temizledik. Bir tek inşaatlarda çalışanlar kaldı” diyerek bir övünç duygusu içinde yüzünden gülücükler saçıyorsa, karşısında gülümseyip, “lakin beni unutmuşsunuz. Ben de Kürdüm!” demez mi onur ve erdem sahibi bir insan?

Öğretmenler odasında, bir öğretmen arkadaşım, gazete okuyan diğer öğretmen arkadaşına “ne o memleketi satamadılar mı hala Kürtlere?” diye sorduğunda, “hocam merak etmeyin, bizim kimsenin memleketinde gözümüz yok” diye yanıt vermezsem ilerde çocuğumun yüzüne nasıl bakarım?

Bir Kürt öğrencimin, kardeşinin işyerinde – Kürtlere yönelik – sürekli ağır küfürler işittiğini, artık dayanamadığını ve iş değiştirmek istediğini ve kendisinin de patronunun ve müşterilerin sohbeti esnasında Kürtlere ağır küfürler ederken dinlemek zorunda kaldığını ve sesini çıkaramadığını anlatırken gözyaşlarına boğulduğunu gördüğünde, “üzülme kızım, seni anlıyorum. Ben de Kürdüm, ben de, eşim de aynı sizin yaşadığınız şeyleri yaşıyor ve aynı çaresizliği hissediyoruz” diyerek yalnızlığını ve çaresizliğini paylaşmazsam, ben nasıl bakarım her sabah aynada kendi yüzüme?

Şimdi “Barış Süreci” başladı. Çalsın davullar, çınlasın sazlar. Akil insanlar karış karış dolaşıyor bu kan deryası toprakları… Her kavram gibi Akil kavramının da içini boşaltarak... Hani aklı bu denli fetişleştiren bir kavram olmasının eleştirisi bir yana, henüz aklın fetişleştiği bir Akillik bile yok ortada…

Bir devletlunun “sizden 3 bizden 5 kişi” diyerek yazıp çizerek oluşturduğu bir liste. Nabza göre şerbetçiler listesi… Dillerinde 90 yıldır ezberlediğimiz devletlu söylemler… Zerre bir değişiklik, zerre bir akıl-mantık cümlesi yok ortada. Resmi tarihin, resmi akilleri…

İdris-i Bitlisi ve Yavuz Selim’in on binlerce Alevi’nin katledilmesiyle sonuçlanan ittifakını bilen, bilmenin ötesinde bu katliam adeta genlerine işlemiş olan Alevi-Bektaşilerin, 500 yıl sonra yeniden aynı söylemle, “İslam Birliği” ittifakıyla karşı karşıya kalması karşısındaki şok ve tedirginlik…

Türk Solu’nun ta ki İbrahim Kaypakkaya’ya kadar olan sürede Kemalizmle kol kola yürümesi ve Kürt halkını çok da görüp işitmemesinin getirdiği suçluluk kompleksi ve gündelik politik çıkarlar gereği bu süreçte sessiz kalması ya da kraldan fazla kralcı bir şekilde desteklemeye çalışması…

Benim gibi ateistlerin ya da az sayıdaki diğer inanç sahiplerinin (özellikle Ermenilerin) adeta yokmuşuz gibi davranılarak ya da koca koca mektuplar, yazılar çiziler içinde bir cümle ile prosedüre uydurularak sürece tıkıştırılması…

“İki dakka kesin sesinizi, barışıyoruz şurada” üslubuyla Kasımpaşa-İmralı Barış Andlaşması sürecinin resmi tarihimize yakışır gidişatı…

Susalım susmasına da, sahiden barışıyor muyuz acaba?

Yoksa taraflar daha mı keskinleşiyor ve sertleşiyor dersiniz.

Madem barışıyoruz, neden hala savaş dilini kullanan akil insan namlı nabza göre şerbetçiler ortalıkta dolaşıyor ve bir teranedir gidiyor?

Madem barışıyoruz, neden ben gündelik hayatımda hakaretler karşısında daha fazla yerde ve daha fazla kere “ben de Kürdüm” demek zorunda kalıyorum.

“Akil insan” kavramını, aklını mantığını yitirmiş, hık deyicinin gık deyicisi olarak algılayan ve yorumlayan bir sürecin, barış kavramını da salt silah bırakma olarak algılaması anlaşılır bir durum olsa gerek…

Aksi halde, “Barış” dendiğinde bu topraklarda yaşayan tüm halkların eğitimden, kültüre, dilden, dine, gündelik hayattan, politikaya karşılıklı anlaşma ve dayanışma üzerine kurulu bir ortak yaşam kültürünün yerleştirilmesi gerektiği anlaşılırdı. Bu yaşam kültürünün tesis edilmesi için atılacak adımların zaten elinde silahla dağın başında gençliğini ölüme yatırmış bir gencin bir an önce silahını elinden atıp sevdiklerinin yanına koşmasını sağlamaya yeteceğini akil olan anlar, bilir.

Yoksa kavga eden iki öğrenciyi ensesinden tutup ayıran ve tepeden bir komutla “hadi el sıkışın, öpüşün barışın bakayım” diyerek iki öğrencinin barıştırılamadığını her akil öğretmen bilir. Zira o iki çocuk el sıkışırken öyle bakışlar atarlar ki birbirlerine, o bakışların derinliğinde yatan hesaplaşmayı akil olan görür, bilir.

Uyarıyorum sizi ey akiller!
Barışamıyoruz! “–mış” gibi yapıyoruz. Sakın kanmayın ve kandırmayın insanları. İki halkın da gözlerinin içine bakın. Kaçırmayın gözlerinizi. Korkmayın! Nabza şerbet vermeyi bırakıp, başlayın bir bir koca yalanlarla nasıl tarih boyu kandırıldıklarını anlatmaya, saatlerce, günlerce gecelerce sürse de, yorgunluktan bitap düşseniz de, anlatın nasıl kandırıldığımızı. Anlatın ki, bu nefret soğusun. Anlatın ki, bu kavga-dövüş bitsin. Anlatın ki, kendilerinden bir kişinin bile dünyaya bedel olduğunu sanma gafletinden uyanıp, sağlıklı bir ruh hali ile aramıza karışabilsinler. Anlatın ki, Türk olmayanların da, kendine Türk demeyenlerin de mutlu olmayı hak ettiklerini anlasınlar. Anlatın ki, kendilerinden başka insanlarla da dost olabileceklerini, kendilerinden başka herkesi düşman bellemenin öğretilmiş bir davranış bozukluğu olduğunu idrak edebilsinler. Duymak istediklerini değil, onurlu ve sağlıklı bir barış ortamı için duyurulması gereken ne varsa onları anlatın. Anadoluyu karış karış pışpışlamak için değil, uyandırmak için anlatın.

Unutmayın ey akiller!
Sizler, kanser hastası bir genç kızın eline para sıkıştırarak sağlık sistemini düzelttiğini sanan bir zihniyetin akil insanları olarak seçildiniz. Bu utançtan kurtulmak sizin elinizde…

Sinan İzmir / radikal.blog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder