Site içi arama

Çocukların sağlığı ile çevre sağlığı aynı şeydir

Dünyada her yıl beş yaşından küçük 11 milyon çocuk ölmekte.  Bu ölümlerin dörtte üçü zatürre, ishal, sıtma ve kızamık gibi önlenebilir veya tedavisi mümkün hastalıklara bağlı.  Yoksulluk, kötü beslenme ve koruyucu tıp hizmetlerinden yeterli ölçüde yararlanamama bu ölümlere yol açan hastalıkların en önemli nedenleri arasında. Beslenme bozuklukları bağışıklık sistemleri henüz yeterince gelişmemiş çocuklar için özellikle enfeksiyon hastalıklarının ağır seyretmesine ve öldürücü olmasına neden olmakta. Konu sadece sağlıkla da sınırlı değil,  yoksulluk çocukların her alanda sömürülmesine neden oluyor. Birleşmiş Milletler ölçütlerine göre 0-14 yaş arasındakiler çocuk olarak sınıflandırılmakta ve dünya genelinde yaklaşık 200 milyon çocuk, ağır ve tehlikeli işler de dâhil çeşitli işlerde çalıştırılıyor.

Ancak çocukların hayatı ve sağlığı ile ilgili can yakıcı sorunlar sadece yoksulluk ve kötü beslenme ile ilgili değil. Çevre sağlığının bozulması ile insanlarda, özellikle de çocuklarda ortaya çıkan hastalıklar arasındaki ilişkiler son yıllarda tıbbi çalışmaların odak noktasında yer alıyor. Çocuklar anne karnında ve doğum sonrasını izleyen büyüme döneminde beslenme yolu başta olmak üzere vücutlarına giren çeşitli kimyasallara karşı daha savunmasızdır. Kimyasalların vücutta metabolize edilmesi, atılması, hormonal sistem veya organ gelişimi üzerindeki etkileri çocuklarda yetişkinlerden daha farklı olabilmekte ve sağlığı bozucu etkileri de daha fazla görülmektedir.  Örneğin, çevreyi kirletici kimyasallar ile çocukluk çağında ortaya çıkan obezite sorunu arasında bağlantı olduğu çeşitli çalışmalarda dile getirilmekte.  Bugünkü yazıda geçtiğimiz günlerde açıklanan ve çocuk sağlığı ve çevre açısından çok önem taşıyan iki araştırma sonucunu anlatmaya çalışacağım.

ÇEVREYİ DE ÇOCUKLARI DA KORUYAMIYORUZ

Hindistan’da, P. Dewan, V. Jain, P. Gupta  ve B.D. Banerjee isimli araştırmacılar tarafından yapılan ve geçtiğimiz ay “Chemosphere”  isimli dergide yayınlanan bir çalışmada, pestisitlere maruz kalan hamile kadınların çocuklarında doğum kilosu, boy uzunluğu, baş ve göğüs çevresi ölçüsü, ponderal indeks gibi bazı fiziksel ölçütlerin, pestisitlere maruz kalmayan hamile kadınlara kıyasla normalden sapmalar ya da farklılık gösterdiği belirlendi.  Belirtilen tıbbi ölçütler genellikle yeni doğan çocukların fiziksel sağlıkları hakkında tıbbi bir fikir elde etmek için kullanılıyor. Çalışma ‘DDT’ ve ‘HCH’ gibi doğada uzun süre kalıcı özellik taşıyan organik klorlu pestisitlerin ‘anne kanında’, ‘bebek kordonunda’, ‘plasentada’ ve ‘anne sütünde’ bulunup bulunmadığını ve eğer varsa doğan çocuklar üzerinde olumsuz bir etkisi olup olmadığını belirleme amacını taşıyordu. Elde edilen sonuçlar adı geçen pestisitlerin araştırıldığı vücut dokularında bulunduğunu ve bulunan miktara bağlı olarak doğan çocukların fiziksel ölçülerinin de bundan olumsuz etkilendiğini göstermiştir.


Sağlıklı bir çevrede yaşamak her çocuğun hakkı


Söz etmek istediğim ikinci çalışma ise, Fransa’da Olivier Boucher ve arkadaşları tarafından yürütülmüştür. “Neuro-Toxicology” dergisinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan çalışmada ‘Klordekon’ adı ile bilinen pestisite anne karnında veya emzirme döneminde maruz kalan çocuklarda yaşamlarının ilk 18 ayı boyunca gözlenen sorunlar ele alındı.  Sonuç olarak özellikle erkek çocuklarda motor fonksiyon becerilerinde bozulmalar belirlendi. Yani bu pestisite maruz kalan çocukların sinir sistemi olumsuz etkilenmekteydi. Araştırmacılar anne karnındayken bu kimyasala maruz kalan çocuklarda bu olumsuzluğun daha da arttığını vurguluyor.
Aslında benzeri çalışmalar daha önce de farklı ülkelerde yapılmış ve benzeri sonuçlar alınmasına karşın, bu tip çalışmalar epeyce uzun bir süre görmezlikten gelinmişti. Son yıllarda bu konular üzerine yapılan çalışmaların sayısının artması ve konunun çok geç de olsa akademik tartışmaların gündemine oturması anlamlı. Ama asıl sorun bu tartışmaların anlamlı bir toplumsal değişim yaratıp yaratmayacağı. DDT, HCH gibi pestisitlerin kullanımı1970’li yılların ortalarından itibaren yasaklansa da dünya genelinde bütünüyle sonlandırılamadı.  Klordekon 10-15 yıl öncesine kadar her yerde kullanılıyordu. Şimdi pek çok ülkede yasak olan bu kimyasal maddelerin yol açtığı sorunlardan kurtulmuş değiliz. Uzunca bir süre boyunca da kurtulamayacağız. Yani çevre sağlığı ciddi ölçüde bozulmuştur. Bu bozulma hepimizi ama en çok da çocukları etkilemektedir. Bu kimyasalların tarımda kullanılması artık yasak olduğuna göre nasıl oluyor da bünyemize giriyor sorusu akla gelebilir. Sorunun yanıtı, bu kimyasalların hala toprak ve su gibi ortamlarda zehirleyici etkisini yitirmeden var oldukları ve bir şekilde gıdalarımıza ve yeme yoluyla da bünyemize girdikleridir. Bu tip kimyasallara ‘kalıcı organik kirleticiler’ denmesi boşuna değildir.
 
Kaşığınızdaki Sinek
İnsanın genelde atıl vaziyette bir köşede beklese de gelecek zaman üzerine düşünme yetisi gerçekten çok esaslıdır. Ama şimdiki zamana ve yakın tehditleri algılamaya odaklı bir zihinsel yapımız var daha çok. Bu bir şeylerin oldukça yavaş değiştiği bir doğal ortamda önemli bir avantaj sağlar; koşullardaki en küçük bir değişiklik pek çabuk fark edilir. Oysa yaşadığımız zamanlarda durum böyle değil artık. Bizim için tehditkâr olan risklerin büyük bir çoğunluğu algı kapasitemizin ötesinde. Fark edemiyoruz. Bireysel değil kolektif eyleme geçmenin gerekli olduğu bir zamanda bir arada yaşama veya bir araya gelme becerimizin sürekli aşınıyor olması da her şeyi zorlaştırıyor. Üstelik bunu da fark edemiyoruz. Hoş, fark edilebilse ne olurdu; ya da birileri fark etti de ne oldu? diye de sorulabilir. Emin değilim ama insanları, en azından bir kısmını ikna etmek daha kolay olabilirdi diye düşünüyorum. Sofralarımızda ne yediğimiz ucu herkese dokunan son derece politik bir sorun aslında. Herhalde çok az insan kaşığında ölü bir sinek olduğunu gördüğü halde hala yeme isteği duyabilir; hatta tam aksine bulunulan mekân ve kişiye bağlı olarak bazı arıza durumların ortaya çıkacağı bile umulabilir. Ama aynı kaşıkta bulunabilecek zehirli kimyasalları hiç önemsemiyoruz; üstelik bir sineğe kıyasla yol açtığı sorunlar olağanüstü büyük olmasına ve çocuklarımıza zarar vermesine rağmen. Neden böyle oluyor sorusunun yanıtını vermek kolay değil. Ama en kestirmeden bir yanıt vermek gerekirse, kapitalizm veya günümüzde daha spesifik bir anlamda kullanıldığı şekliyle neoliberalizm, insanları kaşıklarındaki sineği yemeye ikna eden veya mecbur bırakan bir toplumsal hayat yaratmıştır. Gerçi razı olmanın veya mecburiyetin ötesinde çok belirgin bir iştahla yemeğe devam eden epeyce de insan var. İnsan hakikaten rasyonel düşünen bir canlı mı diye düşünmeden edemiyorsunuz.


birgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder