Buhar makinesinin bulunmasıyla önce İngiltere’de ve ardından Kıta Avrupası’nda başlayan sanayi devrimi hem ekonomik hem sosyal yaşamda köklü değişimlere neden olmuştu. Geleneksel üretim biçiminin değişip fabrika üretimin egemen olmaya başlamasıyla, kapitalist rekabete ayak uydurabilme ve daha fazla kazanmak arzusu ucuz olan çocuk emeğinden geniş çapta faydalanılmasına yol açtı. Çocuk emeğinden yararlanılmasının giderek artmasının bir diğer nedeni de üretim tekniğinin basitleşmesi ve uzmanlık gerektirmemesiydi.
Özellikle sanayi devriminin ilk başladığı ülke olan İngiltere’de durum tam bir trajedi idi. Masrafları en düşük düzeye indirebilmek için, ucuz emek anlamına gelen çocuk işgücü son damlasına kadar sömürüldü ve emek piyasasında bu durum adeta bir yarışmaya dönüştü. İngiltere Başbakanı William Pitt çocuk işçiliği için şunları söylüyordu:
Çocukların mesaisinden neler beklenebileceğini tecrübe göstermiştir. Bu şekilde yetişen çocukların şimdiden ne kazandıklarını hesap etmek zahmetine katlansak, ihtiyaçlarını sağlamaya yeten bu mesailerinin memleketin sırtından ne ağır bir yük kaldırdığını ve milli refah ve zenginliğe ne derecede yardımcı olduğunu görerek hayrete düşeriz…
Çocukları milli refah ve zenginliğin birer yapıcısı olarak kabul eden bu sanayi devrimi, yukarıya geçirdiğimiz sözler kadar açıkça ve pervasızca tarif eden tabir bulunmasa gerek.
Giderek artan emek sömürüsü, birçok ünlü yazarın kaleme aldığı yapıtlarının artık ana ya da ikincil konusunu oluşturmaya başlamıştı. Gerçekçiliğin ileri boyutu anlamına gelen natüralist akımın öncülerinden Emile Zola, ünlü Germinal romanına konu olan maden ocaklarında işçilerin yaşamlarını bizzat yeraltına inerek gözlemlemişti. “Gülümsediklerinde yalnızca gözleri ve dişleri parıldayan, yüzleri kara toza bulanmış forsalarla” karşılaştığını söyleyen Emile Zola şunları yazıyordu:
Aşağıda sıcaklık 35 dereceye kadar çıkıyor, hava akımı kesiliyor, soluk alıp vermek öldürücü bir durum alıyordu. Daha iyi görebilmek için lambalarını başlarının yanındaki çiviye tutturmuşlardı. Lamba kafalarını kızdırıyor, kan beyinlerine çıkıyordu. Burunlarının dibindeki kayadan su sızıyor, iri ve sürekli damlalar inatla hep aynı noktaya düşüyordu. Yarım saat içinde tepeden tırnağa ıslanmışlar, terden sırılsıklam olmuşlardı. Her yönden ıslak kumaş kokusu yayılıyordu.
İşte Emile Zola’nın bizzat gördüğü maden ocağındaki işçilerden biri, sekiz yaşından beri bu madenlerde çalıştığını söylüyordu.
Başlangıçta, daha ziyade kimsesiz çocuklara iş veren İngiliz fabrikatörleri, bu çocuklara bakmak zorunda olan kurumlardan yardım gördüler, zira bu kurumlar da büyük bir yükten kurtuluyordu.
Kışla gibi binalara yerleştirilen işçi çocukların sefaletinin gizli kalması için bunlar dış dünya ile temas ettirilmiyor, tam anlamıyla esir muamelesi görüyorlardı.
Mesainin devamlı olduğu bazı fabrikalarda çeşitli ekipler aynı yataklarda yatırılıyor ve yatakların soğumasına fırsat kalmıyordu! Çocuklara verilen yemek de siyah ekmek, bayat domuz yağı ve yulaf çorbasından ibaretti. Zavallılar hiç bir zaman et yüzü görmüyordu, keza süt ve süt ürünleri de… Çıraklarına süt ve taze et yemeği verdiği için Samuel Oldknow adlı İngiliz fabrikatöre bir lakap bile takılmıştı: “İyilik babası.”
Yoksullarla meşgul olan idarecilerle sanayiciler arasında düpedüz bir alım-satım muamelesi yapılır gibi pazarlık sürerdi. Lâf olsun diye ilgililerin rızası alınır, fakat aslında bu zavallılar her bakımdan aldatılır ve birer köle gibi kullanılırlardı.
Böylelikle, o tarihlerde insana tiksinti veren anlaşmalar yapılmış oldu. Örneğin, her sanayicinin 20 normal çocuk arasında bir de geri zekâlıyı kabul etmesi şart koşulurdu. Fabrikalara sürü ile çocuk gönderiliyor ve bunlar uzun yıllar acınacak şartlar içinde çalıştırılıyordu.
Fakat çok geçmeden fakir çocuklar da fabrikaların ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. Başlangıçta bunların çalıştırılmasına pek taraftar olmayan ana ve babalan yavaş yavaş çocukların sağladıktan kazanca alıştılar. Artık çocuklar biraz kendilerini bilmeye başlar başlamaz, yani dört, beş yaşlarına gelince işe koşuluyor; anne ve babalar bile son derece insafsız davranarak çocukları işe alıştırıyorlardı.
İşte bu suretle çocuklar sanayi devriminin hizmetine verilmiş oldular. Çağdaşları bu durumu yadırgamak şöyle dursun, bilâkis çocukların tabi tutuldukları disiplini hayranlıkla karşılıyordu. Birçok İngiliz sanayicisi Almanları örnek gösteriyor, orada çok çocuğu olan ailelerin çocukların bazen dayakla çalıştırılması sayesinde rahat ettiklerini, halbuki İngiltere’de çok çocukluların sefalete mahkûm olduklarını belirtiyorlardı.
Çocuk İşçiliği ve Sömürü
Çocuklar, iş durumuna göre günde 12-19 saat arası çalıştırılıyorlardı. Disiplin son derece sıkı idi. İstenilen iş hacmi sağlanmadığı takdirde, gardiyan kılıklı adamlar çocuklara ceza keser ve çoğunlukla çocukları döverdi. Zaten o zamanki zihniyet, çocuğun uyanık kalması için dayağa ihtiyaç olduğu yönündeydi.
İşe yemek yemek üzere günde bir defa kırk dakika kadar ara verilirdi, fakat bu müddet içinde bazen ustabaşıları vakit kazanmak bahanesiyle çocuklara makineleri temizletirlerdi; yalnız bu temizleme işi makineler işlerken yapıldığından, çocuklar bir hayli pamuk tozu yutar, bazen de yaralanırlardı.
Cezalar da çok ağır ve insaf dışıydı: Vakitsiz pencere açmak çocuğa bir şiline, havagazını fazla harcamak 2 şiline, ellerini lüzumsuz yere yıkamak, çalışırken ıslık çalmak bir şiline mal olurdu.
Bu koşullar altında çalışan iki çocuk babasının bir araştırma komisyonunun sorularına verdiği şu yanıtlar durumu aydınlatmaya yeterlidir:
- Kızlar fabrikaya saat kaçta gidiyordu?
- Altı hafta müddetle sabah üçte giderek gece onda döndüler.
- Bu süre zarfında işe ne zamanlar ve ne kadar ara veriliyordu?
- Kahvaltı için bir çeyrek saat, öğleyin yarım saat, bir çeyrek saat da su içmek için.
- Çocukları uyandırmak güç oluyor muydu?
- Evet, başlangıçta onları uyandırmak için dürtmek, zorla ayağa kaldırmak ve giyindirdikten sonra da işe göndermek icap ediyordu.
- Uykuları ne kadar sürüyordu?
- Akşam yemek yemeleri gerektiğinden on birden evvel yatağa girmeleri mümkün değildi. Karım da vaktinde uyanamamak korkusu ile bütün gece uyanık duruyordu.
- Çocukların başına hiç kaza geldi mi?
- Geldi. Büyük kızımın parmağı dişlide koptu ve Leeds hastanesine yattı. Gün deliğini de derhal kestiler.
- Haftalık ücret olarak ellerine ne geçerdi?
- Üç şilin. Fazla mesai yaptıkları zaman 3 şilin yedi buçuk peni alırlardı…
Kısacası ıslık çalmaları durumunda bile bir şilin ceza kesilen çocuklar, gece gündüz köle gibi çalışmalarının karşılığında haftada üç şilin ancak kazanıyordu.
Atölye ve fabrikalarda sağlık kurallarına da önem verilmiyordu. Yer kazanmak için tavanlar alçak tutuluyor, zaten seyrek ve dar olan pencereler hemen hiç açılmıyordu. Yorgunluk çocukların sağlıklı büyümelerini engelliyor, omurga kemiklerinde bozulmalar meydana getiriyordu. Kazalar birbirini takip ediyor, birçok çocuk ellerini, kollarını, parmaklarını dişlilerin arasında kaybediyorlardı.
Her yaştan ve cinsten insanın aynı yerde, karışık ve denetimsiz bir halde çalışması ve aynı yerlerde yatmaları ahlak bakımından da sorunlara neden oluyordu. Ustabaşılar işçi kadınları ve çocukları hiç çekinmeden cinsel arzularına alet ediyorlardı. Bazı pamuklu dokuma fabrikalarında, en adi fuhuş yuvalarında bile görülmeyen rezil bir yaşayış sekli vardı. Patronların olup bitenlerden haberi yok değildi, fakat bu konuyu fazla deşmek işlerine gelmiyordu.
Şüphesiz o tarihte bile sosyal görevlerine bağlı bazı fabrikalar yok değildi. Bunlar erkek ve kadınları ayrı yerlerde yatırıyor, çocuklara okuma, yazma öğretiyor, küçüklerin oynayabilmeleri için alanlar ayırıyor, hatta onlara şarkı dersi bile verdiriyordu. Fakat bunlar birer istisna olan çok ender örneklerdi. Gitgide çocukların maruz kaldığı fena muamele ve sömürü öyle bir dereceye vardı ki, insanlık onuru ile bağdaşmayan acı sonuçlar karşısında çocukların korunması için bazı önlemlerin alınması gerekti. 1784 ve 1796 yıllarında biri Lancashire’da, öteki Manchester’da yayınlanan iki rapor çırakların fabrikalardaki sefil yaşam koşullarını açığa çıkarıyordu.
Bu raporların Pamuklu fabrikalarında çalışan çocuk işçiler sık sık bulaşıcı ateşli hastalıklara tutuluyorlar. Hastalık onlardan ailelerine de geçiyor.
*Bulaşıcı hastalık olmasa bile fabrika yaşamı, kapanıklığı ve hareketsizliği yüzünden işçilerin sıhhatini bozmaktadır.
*Çocuklarının hayatları pahasına kazandığı para ile yaşamaya çalışmak, ana ve babayı tembelliğe sevk etmektedir.
*İşçi çocuklar, eğitim olanaklarından yoksun kalmakta ve en basit din ve ahlâk kurallarından habersiz yetişmektedirler.
Bu ve bunun gibi raporlar üzerine harekete geçen Avam Kamarası, bir pamuklu fabrikası sahibi olan Robert Peel tarafından teklif edilen işçilerin durumunu ıslah yolundaki “Çırakların Bedensel ve Tinsel Sağlıkları Hakkındaki Yasa”yı 6 Nisan 1802 tarihinde kabul etti. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi bakımından tarihi değeri büyük olan bu yasanın önemli noktaları şunlardı:
*Atölyelerin duvar ve tavanları yılda iki defa kireçle badana edilecek ve havalandırılacak. Erkek ve kız çocukların yatakhaneleri ayrılacaktır.
*Yemek zamanları hariç, günlük mesai 12 saati aşmayacaktır.
*Bütün çocuklar yazma, okuma, hesap öğrenecek ve dini, ahlaki eğitime tabi tutulacak, eğitim saatleri iş saatinden sayılacaktır.
*Yasanın uygulanmasını sağlamak için müfettişler atanacak. Bunlar her üç ayda bir denetimleri hakkındaki raporları ilgili yargıca vereceklerdir.
Bu yasanın hemen hiç bir etkisi görülmediği için daha başka maddelerle tamamlamak gerekti. Yıllarca süren bir mücadeleden sonra parlamentodan güç bela geçirilen 1819 tarihli “Pamuklu Dokuma Fabrikalarının Düzenlenmesine İlişkin Yasa” bu amaçla kabul edildi.
Sırf pamuk sanayine uygulanan bu yasa, 9 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasını ve 16 yaşından küçük olanlara günde 12 saatten fazla iş verilmesini yasaklıyordu. Bu yasadan sonra 1831 yılına kadar dört yasa daha çıkarıldıysa da amaçlanan yine gerçekleşmedi çünkü denetleme işi gevşek tutulmuştu.
Asıl etkili yasa, Lord Althorp Yasası olarak da bilinen “Fabrikalar Yasası” adı altında 1833’te kabul edildi. Bu yasa iki bakımdan önem taşıyordu: Bir kere yalnız pamuk değil, bütün tekstil sanayiini kapsamına alıyordu Bundan başka devlet taralından tam istihdama tabi tutulan dört müfettişin tayinini öngörüyordu. Her ne kadar bunların sayısı yetersiz idiyse de, bu görevin yerine getirilmesi bile bir devrim niteliğindeydi.
Yasa ayrıca, 18 yaşından küçük olanların gece çalışmalarını yasaklıyor, 13 yaşından küçük olanlar için çalışma süresini 9 saat olarak sınırlandırıyor, çocukların sabah 5.30’dan evvel ve gece 8.30’dan sonra çalıştırılmalarını men ediyordu.
1844′te parlamento tarafından kabul edilen yeni bir yasa bazı açıkların kapatılmasına yardım etti. Bu yasa daha ziyade kadın ve çocukların maruz kaldıkları iş kazalarını bertaraf etmek amacını güdüyordu.
Bunu sağlamak için kanun, makinelerin dişli, kayış, volan gibi tehlikeli kısımlarının kapatılmasını emrediyordu. Aynı zamanda henüz hareket halinde bulunan makinelerin temizlenmesini de yasaklıyordu. Hele bu şartlar altında kadın ve çocukların temizlik işine koşulmasını kesin olarak durduruyordu. Nihayet çocukların okuma, yazma öğrenmeleri de önemle ele alınıyor ve bu yolda müfettişlere büyük yetki tanınıyordu.
Oxford Üniversitesi Ekonomi Bölümü profesörlerinden Jane Humphries’a göre İngiltere’de sanayi devrimini hızlandıran temel etken çocuk işçiliği. 19. yüzyılın başlarında 350 bini 7 ila 10 yaşları arasında olmak üzere en az bir milyon çocuğun fabrikalarda istihdam edildiğini yazan Humphries, çocukların yatacak yer ve boğaz tokluğu karşılığında çalıştığını ortaya koyduktan sonra ekliyor: “Fabrika sahipleri ucuz, uysal ve çabuk öğrenen işgücüne ihtiyaç duyuyorlardı. Bunu da şehirlerin yoksul kesimlerinde buldular…”
İngiliz emperyalizmi, kendi çocuklarını dahi sömürerek, onların omuzlarında yükselmişti!
serenti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder