Çocukluğunuzda
kendinize ait bir kitabınız oldu mu? Evet mi? O halde şanslı
gruptansınız. Benim hiç olmadı. Büyüdüğüm
kasabada çocukların kendilerine ait kitapları olmazdı. Bunu
kimsenin dert ettiğini de hatırlamıyorum. Dördüncü
sınıftayken oluşturulan sınıf kitaplığımız yeterli hatta
fazlaydı bile. Bir kitap okurken gören annemin; “Kalk boş
oturup durma, iki mekik ör!” ya da babamın; “Bırak onu git
inekleri sula!” tepkileri karşısında, okumanın iyi mi kötü
mü,gerekli mi gereksiz mi olduğu düşünceleri
arasında kaldığımı hatırlıyorum.
En keyifli okumalarım ders
kitaplarındaki okuma parçaları olarak kaldı çocuk
aklımda. Ve her okunan parça bitiminde “Pekiii söyleyin
bakalım bu parçanın ana fikri nedir?” diye çınlayan
öğretmen sesi. Okuduğum her şeyde mutlak öğrenilecek,
bir ana fikir olması gerektiği düşüncesini yıllarca
taşıdım. Büyükleri bilmem ama çocuklar için
yazılanlar öğretici-ders verici olmalıydı. Yetişkinlerin en
büyük idealinin ; çocukların boş beyinlerini
topluma yararlı bilgilerle doldurmak olduğu konulu söylemlerle
büyüdük. Ancak ne okuduklarımda ne dinlediklerimde,
buyurgan çok bilenlerin çocuklara karşı davranışları
eleştirilmezdi hiç. Onlar ne yaparsa çocuğun iyiliği
içindi.
Geçmişten
bu güne bakıldığında çocuk edebiyatındaki izleğin
ne kadar değiştiğini ortaya koyan bir kitap var elimde:
Gergedanlar Krep Yemez.
Pearson
yayınlarından basılan kitabın yazarı Anna Kemp. Çizer
Sara Ogilvie sanki çizgi film karakterlerini alıp
konduruvermiş kitabın kapağına. Gülbin Baltacıoğlu’na
ait çeviri oldukça iyi ama orjinalinde kahramanın
Daisy
olan adının Begüm’e
dönüştürülmesini yadsıdığımı belirtmek
istiyorum. Birçok yayınevinin uyguladığı bu değişimi;
çocukların anlamayacağını, büyüklerin
okuyamayacağını düşündüklerinden mi yapıyorlar,bir
anlam veremiyorum doğrusu.
Hikaye;
Begüm’ün her sabah olduğu gibi mutfakta kahvaltı
yaparken, mor bir gergedanın gelip krep yemesiyle başlıyor.
Begüm’ün anne ve babasına durumu anlatma çabası
her defasında boşa çıkıyor. İşten yorgun gelen anne ve
babası onu dinlemeyip geçiştirirlerken, gergedanla iyi
arkadaş olan Begüm yalnızlıktan, can sıkıntısından
kurtuluyor. Bu durum kreplerin hepsi kayboluncaya dek sürüyor.
Ancak sanmayın ki artık sorunun çözümüne
doğru yol alınıyor. Krepleri bir gergedanın yediğine
inandırabilir misiniz karşınızdakini? Gergedanlar krep yemez ki.
Begüm’ün işi gerçekten çok zor. Ya
arkadaşı gergedanın canını sıkan konu ne olacak? Sonrasını
anlatmak yerine verilebilecek ipuçları; hayal
gücü, yaratıcılık, merak, heyecan olsun...
Yazar
kurduğu fantastik öyküyle, bizi Begüm’ün
yalnızlığına, dinlenmemesine, ebeveynlerini inandıramama
durumuna tanık ediyor. Okurken dinlememe üzerine bir hikaye
diye nitelendirilse de can yakıcı nokta; “Çocuk işte
canım, öyle şey olur mu?” düşüncesi ile ortaya
koyulan inanmama durumu. Bu bakış ile çocukların çok
önemli sorunlarını kaçırıyor olabilir miyiz? Peki bu
kaçırılan nokta çocuk için çok
önemliyse ya da zarar görmesine neden olabilirse?
Elimdeki
kitabı diğer çocuk kitaplarından ayıran belirgin nokta;
yetişkinler için sıkı bir eleştiri içeriyor olması
diyebilirim. Anne babaların çocuklarına karşı
gösterdikleri olumsuz davranış gözler önüne
serilirken, biz çok bilenleri sarsıp “Kendine gel, ne
yapıyorsun?” dedirtecek türden. Üstelik keyifli bir
çocuk kitabı okuması ardından bir yetişkin olarak kendime
şunu sormadan edemiyorum “Hani çocuğum benim hayattaki en
değerli varlığımdı?”
Hikayede
geçen “Begüm’ün anne ve babası işten çok
yorgun geliyor” cümlesi çocukların algısında-
çalışan aileler çocuklarını dinlemez,
geçiştirirler- yargısını doğurabilir ya da çalışan
kadınlarda - çocuğuma zaman ayıramıyorum- kaygısını
besleyebilir endişesi uyandırıyor. Ancak çocuklara hayal
kurdururken onları içine çekiveren aynı zamanda biz
çok bilenler için oldukça öğretici bir
kitap olması yaptığım eleştiriyi hafifletici nedenler.
Keyifli
bir okumanın ardından yazar
Anna Kemp’in, Köpekler Bale Yapmaz adlı kitabını da
bir an önce edinebilmeyi istiyorum.
Muhterem Polat / Çekirdek Çocuk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder