Site içi arama

Büyük kutsallar, küçük kurbanlar – Gökçer Tahincioğlu (Milliyet)

Öğretmenleri, köy kadınları hatta annesi “Kız yalancıdır” diye söylendi. Kız, Sevgi Evi’ne gönderildi. Küçük erkek çocuk için yapılan ise  sadece ‘danışmanlık’ tedbiri…




Köydeki o ıssız evde neler olup bittiğini herkes bilir, kimse bilmezdi.
Evin büyük oğlu, bir gece, küçük erkek kardeşi yatağına gelmediği için evi yakmaya kalktığında, zaten aslında bilen ancak bilmezden gelen bütün köy, yangını söndürmek için elbirliği etmişti.
Anadolu’nun yardımseverliği her yerde bilinirdi.
Elbette ki yanan bir evi elbirliğiyle söndürmek gerekirdi.
Herkes o kadar duyarlı, o kadar yardımseverdi ki, evin büyük oğlu, küçük erkek kardeşini, yatağına gelmeyi yine reddettiği için evin bahçesine çıkartıp gömdüğünde birkaç saat sonra hemen koşmuş, küçük çocuğu topraktan çekivermişlerdi.
Bir başka gün çocuğun üzerine kolonya döküp yakmaya çalıştığında müdahale eden ve sonrasında oğlundan dayak yiyen annesini nasıl da teselli etmişlerdi.


***


O ıssız evde, üç çocuklu bir anne, zihinsel engelleri bulunan baba, büyük oğlan, ortanca kız, küçük oğlan yaşayıp gitmeyi denerlerdi.
Sadece denerlerdi çünkü yaşam akıp öyle pek kolay gitmezdi.
Baba, başkalarının bahçelerini çapalar, verirlerse, 10-20 lira ile eve dönerdi.
Anne, vakıftan aldığı 200 lirayla çocukları okula gönderir, evin ihtiyaçlarını giderirdi.
Üç çocuğun üçü için de okulda, “zihinsel engelli” denirdi.
Her şey açığa çıktıktan sonra yapılan testlerde öyle çıkmayacaktı ama öğretmenler, köy ve aile durumu kabullenmişti.


***


Annenin ikinci evliliğiydi.
Daha 14 yaşında evdeki baskılardan, dayaklardan bunalmış, kendisine bakan ilk göze kaçıvermişti.
Daha çocukken kucağına kızını almış, sonrasında terk edilmiş, baba evine dönememişti.
Kendi anlatımına göre, o yüzden işte, mecburen evlendiği ikinci kocası “deliydi.”
Ve bütün hayatı kendisinin göğüslemesi gerekirdi.
Zaten o ilk kızı da erkenden birilerine kaçmış, daha 22’sinde evlenip boşanıp, ortada kalmıştı, tıpkı kendisi gibi.
Üç çocuk daha doğurmuştu ama şansı yaver gitmemişti.
Belki işte herkesin kıskanıp suçladığı büyük oğlu, kendilerini kurtarıverdi.
Bütün o suçlamalar, bütün o yalanlar da çekemeyenlerindi.


***


Baba, daha çaresizdi.
Büyük oğlunun istekleri için çabalar, o gün para kazanamayıp, sigara alamadığında dayak yerdi.
Eşi, kendisini dinlemez, “erkek gibi” görmezdi.
Kızı ve küçük çocuğu da kendisi gibiydi.


***


Küçük oğlan, ağabeyinin kendisini sürekli yatağa çağırdığını, yakınına gelmek istediğini, gitmediğinde dövdüğünü anlatmıştı öyle saf.
Kendisini tek koruyan ablası da artık uzağa gitmişti.
Sadece o geldiğinde evde biraz rahat ederdi.
Ağabeyi, o vakit, kendisini bırakır, ablasına giderdi.
Zaten ablası, ağabeyinin kendisine zarar vermesine izin vermezdi.
Bazı geceler, korumak için sarılır, yatağında yatırır, olmadı bütün gece gidip gelip kontrol ederdi.


***


Ortanca kız, biraz büyüyüp de kendisini göstermeye başladığında, ağabeyinin dikkatini çekmişti.
Önce samimi kardeş sohbetleri gibi başlamış, sonra bir keresinde bedenine dokunmaya yeltenmişti.
Bir başka seferinde yeniden yeltendiğinde bağırıp, ağlamış koşup annesine söylemişti.
Annesi kaşlarını çatıp da yalancılıkla suçladığında, derdinin koca bulmak olduğunu öyle bağırıp, yüzüne sözleriyle öyle derin vurduğunda omuzlarını kaybetmişti.
Saçlarını, bir başka tacizden sonra annesinin bulunduğu komşu evine koşarak gidip olan biteni anlattığında kaybedecekti.
Bakışlarını, akşam babasının yanında anlattığında.
Ruhunu, bütün köy kadınlarının ortasında annesinin ve bütün o kadınların kendisini yalancılıkla suçlayıp, “ayıp” diye susturduğunda.
Ve umudunu, bileğini ilk kez kesmeye çalışıp ölmediğinde.
Öfkesini, ağabeyini şikâyet için gittiği polis merkezinden geri gönderildiğinde.
2 yıl sonra bir gün, artık canına yeniden tak ettiğinde, bileklerindeki çiziklerin sayısı bilinmez, bayılmalarının sayısı sayılmaz olduğunda, yeniden polis merkezine gitti.
Bu kez bir polis ilgili merkezi aramaya karar verdiğinde ilk kez bir şeyler değişti.
Polisler geldi, uzmanlar evi ziyaret etti.
Herkes dinledi herkesin aslında bildiği hikâyeleri.
Öğretmenleri “Kız yalancıdır” dedi, köy kadınları “Kız yalancıdır” diye söylendi.
Annesi “Kızım yalancıdır” diye uzmanları engelledi.
Ama herkes anlattığında, kulaktan kulağa evlerde konuşulup dışarı çıktığında yüz çevrilen hikâyeler kâğıda dökülüverdi.
Kız, Sevgi Evi’ne gönderildi, büyük ağabey için, “danışman” kararı verildi.
Kızın evine dönmesine gerek olup olmadığına karar vermek için inceliyor mahkeme şimdi bütün belgeleri.
Küçük erkek çocuk için yapılan ise sadece, “danışmanlık” tedbiri.


***


Köydeki o ıssız evde, ortanca kızın olmadığı aynı düzen sürüp gidiyor şimdi.
Bir ülkede o köy neyse, odur şehri, o şehir nasılsa, öyledir medyası, devleti, mahkemesi.
O yüzden öldürülürken kadınlar, istismar edilirken çocuklar, susulur, açığa çıktığında çünkü o zaman kolaydır suçlamak birilerini.
Çünkü o düzende aslolan ikiyüzlülükle örttükleri ayıplarını saklamaktır ve bu suça herkes ortaktır.
Küçük ve çaresiz çocuklar, bir umudu, direnci olmayan kadınlar, bütün bu kutsal düzenin yıkılma riskine karşı sadece, verilebilecek küçük kurbanlardır.


Gökçer Tahincioğlu / Milliyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder