Site içi arama

Çocuklar İnsandır

 
Balonculuğun raconunu bilen Kadri babası işsiz kalınca doğru Tahtakale’nin yolunu tutuyor. Oradan balon alıyor, gaz alıyor, eve geliyor, balonları bir güzel şişiriyor, satmaya çıkıyor.
İstanbul’da suriçinde ve dışında hayatları roman gibi çocuklar yaşar, adam söğüşleyen, tuzak kurup kuş avlayan, yurtlardan kaçmış, bazıları kara kuru, “yüz hatları derinlemiş ve keskin”, gün doğmadan uyanan çocuklar.  Hayatın raconunu onlar bilir, polis kimdir onlar tanır gözünden. Ağır, ağrılı bir hayat yaşamış çocuklar...

Kitapları artık klasikleşmiş, röportajlarıyla zamanında çığır açmış bir kalem, Yaşar Kemal anlatıyor bu bıçkın, hayatın gaddarlığı karşısında akıl almaz kurnazlıklarla donanmış, bu sır dolu çocukları. Mevlenakapı’da, öksüz ve kimsesiz çocukların sözümona çırak yetiştirildiği bir mezbelelikte buluyor onları Yaşar Kemal, emniyetin çocuk bürolarında, parklarda, aç kaldıklarında, kışın soğuğunda hatta yazın ortasında bile çok üşüdüklerinde, üşümekten bir yere kıvrılıp bir yumak olduklarında, başlarına gelen dehşetli şeyleri anlatacak bir insan aradıklarında buluyor.

Edebiyat görünmeyeni kelimelerle görünür kılmaktır. Öyküleyici bir anlatımı gerektiren röportaj yazımı ise, kaçakçıların, sokak çocuklarının, doğuda şeyhlerin, hocaların arasında haftalar, aylar geçiren ve bunları lezzetli röportajlara dönüştürüp Cumhuriyet gazetesinde eskilerin deyişiyle tefrika ettiren Yaşar Kemal’in ağzından söylersek, bal gibi edebiyattır. “Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür.” (Yaşar Kemal: Röportaj Yazarlığında 60 yıl, YKY)

Çocuklar İnsandır Çukurovalı yazarın son dönem röportajlarından. Yetmişli yıllarda, sokak çocukları toplumsal bir sorun olarak pek fazla göze çarpmazken gerçekleştirdiği röportajları, “Biz birbirimizi nedense hemen tanıyıveririz. Ya bir koku vardır öteki insanlardan ayrı, ya bir ses, ya bir duruş. Biz Allahın askerleriyiz abi” diyen, doğduğu yeri, yılı, günü bilmeyen bir çocuğun kelimelerine dayanarak, Allahın Askerleri adıyla 1978 yılında kitaplaştırıyor yazar. Onun “çocuk edebiyatı”na katkısı da söz konusu röportajlardan doğuyor. Aslında çocuk edebiyatına inanmıyor Yaşar Kemal. Çocukları küçümseyerek, onları yok sayarak dünyada bir çocuk edebiyatı doğduğunu söylüyor.
Ve çocuklar. Babaları demirci, kunduracı, çaycı, işsiz çocuklar.
Balonculuğun raconunu bilen Kadri babası işsiz kalınca doğru Tahtakale’nin yolunu tutuyor.  Hayat bu, tutunmak lazım. Oradan balon alıyor, gaz alıyor, eve geliyor, balonları bir güzel şişiriyor, satmaya çıkıyor, ilk gün hiç satamıyor, bir utanıyor, bir utanıyor, kimseciklerin yüzüne bakamıyor; sonra ikinci üçüncü gün birer tane satıyor, sonra da utanması uçuyor gidiyor. Ondan sonra düşünde de balon satıyor Kadri.
Zilo var bir de, üvey ana zulmünden yılmış, Yeni Cami önünde güvercin yemi satan, kara bıyıklı oğlanların, beli bükük yaşlı adamların sataşmalarına göğüs germek zorunda olan Zilo. Dolapdere’de oturduğunu anlatmıyor. Yaşar Kemal’e, evinin Şişli’de olduğu yalanını atmaya kalkıyor ama yutmayacağını anlayınca vazgeçiyor.

Bu çocuklar dururlar, hiç kıpırdamadan; yağmurda, çamurda, yazın kavurucu sıcakta, rüzgârda, fırtınada durur ve beklerler. Birilerini, yoksulluklarını ve yoksunluklarını, taşıdıkları sırları görecek birilerini beklerler. “Böyle bekleyen çocuklar gördüğünde bil ki bizdendir” diyor, çocuk bürosundan kaçmışlardan biri, Kaya.
Bir viyadüğün altında, kafaları tinerden dumanlı, lekeli döşeklerde uyurken bekliyor mucizeyi çocuklar. Sokak argosuyla söylersek, “sinyallik ceketleri sırtlarında sinyal çekerken” yani dilenirken bekliyorlar. Varolan iki yüzlü sistemin silkeleyip attıkları onlar, sokaklarda yaşayanlar. Bekledikleri son kişi ise gelip mikrofonunu burunlarına dayayacak gazeteciler. Şüpheleniyorlar, sorguya çekiyorlar, uyarıyorlar hatta, kayıt aleti falan görmeye tahammülleri olmadığını ukala bir dille bildiriyorlar. Kahramanlarını sokaktakilerden, tinercilerden seçtiğim Jilet Sinan adlı romanıma hazırlanırken yaşadıklarımdan biliyorum bu süreci. Çalılığın birinden ötekine kaçarken cascavlak ortada kalan kirpi misali dikenleriyle savunmaya alıyorlar kendilerini mecbur kalınca. Ta ki öğrendiklerinizi sokakta yeniden öğrenmeye geldiğinizi hissedene dek. Sokak öğretir. Görmek isteyenler için, çıplak yerin ve göğün kat kat sayfaları vardır okuyacak. Sokakların da.
Yeter ki vicdanın diliyle konuşun onlarla. Babalarından bahsederler ansızın size, babalarının sopalarından, tecavüzlerden, tecavüzden korunmak için giyindikleri kat kat pantolonlardan.

Yaşar Kemal de, ayırdında elbette çocukların yabanıllığının ve önce yaşadıkları gerçekliği paylaşarak ortak oluyor onların hayatlarına. Yatağını yorganını yüklenip düzlükte kuş avlamaya gidenlerin arasına karışıyor. Ekim başından kasım sonuna dek kuşların akınını seyreden çocuklarla muhabbet ediyor. Kuşlar gibi öterek, kuşları çağırarak, ağlarını dikenlerin üstüne örterek sabırla bekleyişlerini izliyor. Sonra, kuşların Florya’da gölün üstünden doğru kopup geldikleri bir gün orada, kuş yağmurunda yıkanıyor çocuklarla birlikte.
“Öylesine ürüyorlarmış ki bu çocuklar İstanbul’da, her gün yüzlerce çocuk geliyormuş. Anadolu’dan İstanbul’a. Hepsi gözleri pek, gözünü daldan budaktan esirgemez çocuklar. Burada yankesicilerin, sigara kaçakçılarının, öteki kaçakçıların ellerine düşüyorlarmış. Bir de uyuşturucu madde satıcılarının... Çocuktan daha iyisi olur mu koskoca İstanbul şehrinde, böylesi işler için, değil mi?

Röportaj sanatı
Röportaj ve söyleşi karıştırılır bizde genellikle birbirine. Röportaj sanıldığı gibi birisini karşısına oturtup söyleşmek değildir. Hayatın akışını, bir yolculuğun anlarını, bir mahkemenin gidişatını, suçlunun psikolojisini, gerginliğini, dışarda bekleşenlerin dalgalanmalarını, katibin daktilosuna eğilişini, salondakilerin kaygılı hallerini anlatabilmektir, genel manzarayı ve manzaranın içindeki insanı okura yaklaştırabilmektir. Pek çok kişinin takdir ettiği isimler vardır dünyada bu alanda. Bol ödüllü Polonyalı gazeteci Ryszard Kapuscinski gibi. “İnsan hakkında bir roman yazılabilir, fakat kalabalık hakkında asla,” diyor İslami hareketin iktidara gelişini anlattığı Şahların Şahı’nda Kapucinski.


Çocuklar da insandır, hem de herkesten daha çok. Röportajlarla, hikâyelerle anlatılmayı, anlaşılmayı ziyadesiyle hak ederler. Ama Yaşar Kemal’in de üstünde durduğu gibi Türk gazeteciliğinde röportaja gereken önem verilmez. Bunun nedenini, Türkiye’de demokrasinin yerleşmemiş olmasında görüyor Yaşar Kemal: “Röportaj da hikâye gibi roman gibi, herhangi bir sanat yapıtı gibi bir yaratmadır. Haber kabuktur, gerçeğin bir gölgesidir. Oysa röportaj, derinliğine varmaktır gerçeğin.” Türkiye demokrasi adı altında örtülü bir faşizmle yönetiliyor, diye ekliyor sonra yazar Kemal Özer’le yaptığı söyleşide.

Malum, derinlerde, yönetenlerin görülmesini istemediği gerçekler yatabilir, bundandır belki de edebiyata, kültüre, röportaja, çocuklara yeterince prim verilmeyişi ülkede.

Gönül Kıvılcım / radikal

Çocuklar İnsandır
Yaşar Kemal
Yapı Kredi Yayınları
2013, 336 sayfa, 35 TL.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder