Bir yuvanın on üç yaşındaki ilk göz ağrısı, müşfik bir ağabey, yuvasına düşkün bir güvercinim...
Fakirlikten gayrı derdimiz yoktu, onu da pek dert edinmiyor, hamd edip gidiyorduk...
Daha altıncı sınıfa gidiyor, veteriner olacağım günün hayaliyle hayata tutunuyordum. Babamın beslediği hayvanları çok seviyordum, en çok da ata benzediği için katırları severdim. Evet, tam bir at aşığı idim ben. Kaç kere başını şişirmişimdir babamın, bana bir at alsın diye...
Köyden herhangi bir hayvan düşüp yaralandı mı yahut kış günü hastalandı mı içim parçalanırdı. Elimden ne gelse yapar, keşke daha fazlası gelse diye dua ederdim. Veteriner olmayı en çok köydeki hayvanlar için istiyordum... Kış günü hastalıktan ölmesinler diye, yaralı halleriyle çok acı çekmesinler diye...
Roboskî'de hayaliniz yoksa yaşamak daha da zordur. Ben yaşta başlar insanlar hayallerle hemhal olmaya... Kimi hayalleriyle yeri ve göğü birbirine bağlar, kimi öldüğünde hayal kefenine sarılıp gömülmeyi arzu eder. Ben de öyle olanlardanım, çünkü 'insanoğluna hayal kefeninden daha güzel yakışan esvap henüz biçilmedi' biliyorum...
Babamın evde olmadığı bir gündü. Amcaoğulları, arkadaşlar hazırlanmış "kaçağa" gidiyorlardı. Babamı telefonla arayıp izin istedim, vermedi. Israr ettim, diretti, kesinlikle olmaz dedi. İzinsiz gittim...
Amcaoğullarım ile gidecektim ne vardı ki bunda? Bana bir şey olacak olsa onlar korumazlar mıydı beni? İzinsiz gittiğim için evdeki katırı götüremedim. Bir başkasının katırını emanet aldım, kazancı da ikimiz paylaşacaktık. Hüsnü, Bilal, Savaş, Mahsun, Erkan ve ben katırların peşine düştük... Hüsnü ağabey dışında hepimiz akran sayılırdık. Birbirimize anlattığımız ne çok hayalimiz, ortak ne çok umudumuz vardı...
Hüsnü ağabey bu sınırların insani ilişkilere, akrabalık bağlarına bakılmadan masa başında çizildiğini, hakka uygun olmadığını söylüyor, bizi akrabalarımızla yabancı eden, sınır ticaretimize "kaçakçılık" diyenlere kızıyordu. İstedikleri kadar mayın döşesin, sınır çeksinler. 'hakkın değil gücün belirlediği sınırları hangi dikenli tel koruyabilir' ki diyordu... Biz her dediğini anlamasak da haklılığına inanıyorduk...
Dönüş yolunda dört yolu da kapatmışlardı. Ben yaştaki dört kuzenimle birbirimize sokulduk. Önce dört bir yanımıza aydınlatma fişeği attılar, sonra dört koldan saldırdılar bombalarla...
Ben katırıma bir şey olmasın diye dua ederken oldu ne olduysa! Bir hayvanın dizinin kanaması ile kanayan yüreğim gözümün önünde parçalanarak yanan katırın acısını nasıl kaldırsın? Hiç kimse bir hayvanın bedeni yanarken, seyredecek kadar cesur değildir! Hele ben hiç değilim... Ağlayarak üzerine koştum ama bir sonraki bomba beni katırımla kader ortağı yaptı... İkimiz de yan yana yandık...
Bizim ev bombalandığımız yere en yakın evdir. Bombalar düşer düşmez anamın yüreğinin ipi kopmuş. Bombalamayı haber alan babam benim telefonumu aramış, çaldığını duyunca sevinmiş gitmediğime... Annemin onu arayıp gittiğimi söylemesi ile onun da yüreği bombalanır gibi parçalanmış... Koşup gelenler arasında en öndeydi annem lakin ilk gelenin göreceği son gelenden farklı değildi ki... Mahşer yerine dönmüş bir arazide parça parça olmuş, yanmış, yatıyorduk...
Bombardımandan sağ kurtulan bir katır varmış, insanla onun gözüne bakınca mahcup bir ifade görüyor, utanıyorlarmış; ben katırları boş yere sevmedim, birilerine ibret olsun...
Ey beni bombalarla yakıp hayallerimi üzerime kefen yapan! Bilesin, "En az benimki kadar annemin de ahı tutar sana/ Burnumdan getirdiğin süt onun sonuçta"... Yağmur suyu yumuşatırmış değdiği yeri, yüreğin yağmura tutulsun, ne diyeyim!
Ben Muhammet Encü'yüm; 13 yaşındayım, ayakkabının tekinin sahibiyim, eğer okulda adım okunursa hep beraber söyleyin ben burdayım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder