Haberin, düzenlemenin özü basit: Ağır işlerde çalışma yaşı 16’ya indirildi yeniden. Mübarek olsun.
**
Adı Bayram’dı.
İlk beşi bitirince “Okul paydos” denildi. Çalışmaya başladı. Günlerce ağladı gizli gizli. Dersleri iyiydi ama, ailesinin durumu kötü. Kaynakçı çırağı oldu. “Altın bilezik. Okuyan ne olmuş” makamından çırak aldatan sözlere inanacaktı ki, birkaç hafta sonra mide bulantısından şikâyet etmeye başladı. Birkaç hafta sonra da gözlerindeki yangıdan. Üçüncü aydan sonra hep ağlamaklıydı. Yıl tamam olmadan görmez oldu. Bir süre sonra da kimse onu görmez oldu.
**
Adı Aydın’dı.
Çalışmaktan mutluydu. Okulu sevmiyordu. Orada çok dayak yemişti, yavaş öğrendiği için. Cebinde hep çekirdek taşırdı. Gülümseyerek dolu avucunu uzatır, “Alsana az” derdi. Onun payına düşen iş, kalıpçı çıraklığıydı. Ustasının yumuşaklığıyla övünüyordu, ustası sert olan çıraklarla vapurun bodrumunda sigarasını tellendirirken. Bir akşam görünmedi. Haberi öbür sabah geldi. Planyadan fırlayan bir çapak sol gözüne isabet etmiş. Sıcak, keskin çelik gözünün akını karasını yakıp dağıtmış. İyileşince cebinde çekirdeğiyle görüldü yine. Artık gülümseyip dolu avucunu uzatmıyordu kimseye. Çıkmış gözünün olduğu tarafı saklamaya çalıştı gözlerden o günden sonra hep.
**
Adı Doğan’dı.
Mobilyacı atölyesiydi onun payı. Bir sabah alınları parlak, yüzleri beyaz, asık suratlı adamlar görüldü evinin önünde. Doğan hastanedeymiş. Aileye haber vermeye gelmişler. Baş parmağı kopmuş frezede. Patronlardan biri eve kadar gelmiş, ne kadar nazik olduğunu göstermek için. Bir de söylemek için, “Sizin oğlan da çok haylaz efendi, söz dinlese gelmezdi bu başımıza.” Onun başına gelmişti evet, üç kuruş tazminat, bi sürü koşturma. Doğan’ın sadece parmağına gelmişti gelen.
**
Adı Nihat’tı.
Oto boyacısında çalışıyordu. Sıkı yüzücüydü. Dalmayı severdi bir de. Sigara içmezdi, “hanım evladı” denilmesine aldırmadan. Daha uzun süre su altında kalsın, daha derine dalabilsin diye. Şarkı söylemeyi severdi bir de. Ciğer ekmeğini yedikten sonra Davutpaşa mezarlığının duvarına çıkıp şarkı söylerdi. Çıraklığının ilk yılı bitmeden, kalfalık işler verilmeye başladı diye övünüyordu. Az az öksürmeye başladı o aralar. “Çok yüzüyorsun sen. Bir de dalma artık, ciğerlerin zorlanıyor” diyordu ustaları. Kalfa olduğunda yutkunamaz hale gelmişti, boğazı yanıyordu hep. Bir zaman sonra gırtlak kanseri dediler. Boğazından açılan delikle yaşadı ondan sonra. Ne daldı bir daha, ne güldü.
**
Hükümetimiz ağır işlerde çalışma yaşını 16’ya mı indirmiş? Teşekkür etmeliyiz, 14’e, 12’ye indirmedi diye. Bu kanunları, bu yönetmelikleri, bu yönergeleri Bayram’ın, Doğan’ın, Nihat’ın ya da Aydın’ın yapmadığı yerlerde, onlardan haberdar olup da “kârlılık, verim, rekabet gücü, kaynak, insan kaynağı…” gibi hiç doymayan şiş karınların çıkarından çıkan kelimeleri bilim diye, “ortak toplumsal fayda” diye herkese yutturanların yaptığı yerlerde, 14’e de iner, 12’ye de… Böylesine önemli bir hak gerilemesini duyup da duymazlıktan gelenlerin böylesine çok olduğu yerde…
--
Bir reng i nümayişten ibarettir edamız!
**
Adı Bayram’dı.
İlk beşi bitirince “Okul paydos” denildi. Çalışmaya başladı. Günlerce ağladı gizli gizli. Dersleri iyiydi ama, ailesinin durumu kötü. Kaynakçı çırağı oldu. “Altın bilezik. Okuyan ne olmuş” makamından çırak aldatan sözlere inanacaktı ki, birkaç hafta sonra mide bulantısından şikâyet etmeye başladı. Birkaç hafta sonra da gözlerindeki yangıdan. Üçüncü aydan sonra hep ağlamaklıydı. Yıl tamam olmadan görmez oldu. Bir süre sonra da kimse onu görmez oldu.
**
Adı Aydın’dı.
Çalışmaktan mutluydu. Okulu sevmiyordu. Orada çok dayak yemişti, yavaş öğrendiği için. Cebinde hep çekirdek taşırdı. Gülümseyerek dolu avucunu uzatır, “Alsana az” derdi. Onun payına düşen iş, kalıpçı çıraklığıydı. Ustasının yumuşaklığıyla övünüyordu, ustası sert olan çıraklarla vapurun bodrumunda sigarasını tellendirirken. Bir akşam görünmedi. Haberi öbür sabah geldi. Planyadan fırlayan bir çapak sol gözüne isabet etmiş. Sıcak, keskin çelik gözünün akını karasını yakıp dağıtmış. İyileşince cebinde çekirdeğiyle görüldü yine. Artık gülümseyip dolu avucunu uzatmıyordu kimseye. Çıkmış gözünün olduğu tarafı saklamaya çalıştı gözlerden o günden sonra hep.
**
Adı Doğan’dı.
Mobilyacı atölyesiydi onun payı. Bir sabah alınları parlak, yüzleri beyaz, asık suratlı adamlar görüldü evinin önünde. Doğan hastanedeymiş. Aileye haber vermeye gelmişler. Baş parmağı kopmuş frezede. Patronlardan biri eve kadar gelmiş, ne kadar nazik olduğunu göstermek için. Bir de söylemek için, “Sizin oğlan da çok haylaz efendi, söz dinlese gelmezdi bu başımıza.” Onun başına gelmişti evet, üç kuruş tazminat, bi sürü koşturma. Doğan’ın sadece parmağına gelmişti gelen.
**
Adı Nihat’tı.
Oto boyacısında çalışıyordu. Sıkı yüzücüydü. Dalmayı severdi bir de. Sigara içmezdi, “hanım evladı” denilmesine aldırmadan. Daha uzun süre su altında kalsın, daha derine dalabilsin diye. Şarkı söylemeyi severdi bir de. Ciğer ekmeğini yedikten sonra Davutpaşa mezarlığının duvarına çıkıp şarkı söylerdi. Çıraklığının ilk yılı bitmeden, kalfalık işler verilmeye başladı diye övünüyordu. Az az öksürmeye başladı o aralar. “Çok yüzüyorsun sen. Bir de dalma artık, ciğerlerin zorlanıyor” diyordu ustaları. Kalfa olduğunda yutkunamaz hale gelmişti, boğazı yanıyordu hep. Bir zaman sonra gırtlak kanseri dediler. Boğazından açılan delikle yaşadı ondan sonra. Ne daldı bir daha, ne güldü.
**
Hükümetimiz ağır işlerde çalışma yaşını 16’ya mı indirmiş? Teşekkür etmeliyiz, 14’e, 12’ye indirmedi diye. Bu kanunları, bu yönetmelikleri, bu yönergeleri Bayram’ın, Doğan’ın, Nihat’ın ya da Aydın’ın yapmadığı yerlerde, onlardan haberdar olup da “kârlılık, verim, rekabet gücü, kaynak, insan kaynağı…” gibi hiç doymayan şiş karınların çıkarından çıkan kelimeleri bilim diye, “ortak toplumsal fayda” diye herkese yutturanların yaptığı yerlerde, 14’e de iner, 12’ye de… Böylesine önemli bir hak gerilemesini duyup da duymazlıktan gelenlerin böylesine çok olduğu yerde…
--
Bir reng i nümayişten ibarettir edamız!
Ali Topuz / Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder