Okullar, çocukların yasal
mecburiyet altında ailelerinden sonraki girdikleri ve
çocukluklarının neredeyse tamamını geçirdikleri,
otorite ve hiyerarşiyle bezenmiş ilk toplumsal 'mekan'ları.
Okullar, sırf bu yüzden bile sayfalarca yazıyı, araştırmayı
ve raporu hak ediyor. Her hükümetin yap boza çevirdiği,
'para'ladığı okulların, çocukla kurduğu ilişki –
hiyerarşik, disiplinel, nesneleştirici – önemli toplumsal
dönüşümlere yol açması ve bir tipoloji
oluşturması nedeniyle yazımızın konusu oldu. İstatiksel
verilerden çok gözlem ve deneyimler ışığında yazılan
yazımızda, iktidarlar tarafından müdaheleye açık
haliyle okulların 'öğrettikleri' üzerine birkaç
önemli sıçrama noktasını açıklığa
kavuşturmamız gerekiyor.
Okul ve çocuk ilişkisine
geçmeden önce bir zamanın çocuğu olan
yetişkinlerin okullara dair hazfızalarına kazınanlardan
bahsetmekte fayda var. Okulların çocuklar üzerinde
yarattığı etki kadar yetişkinler üzerinde bıraktığı
'iz'ler de dikkate değer. Okulun disiplinine ve disipline ediş
yöntemine çocuklarını okula gönderen anababalar
ilk önce tepkisel yaklaşsalar da zamanla 'uyumlu' hale gelirler
ve onlara durmaları gereken yer devamlı suretle hatırlatılır.
Örneğin hava sıcaklığının eksili derecelerde olduğu kış
günlerinde dahi çocuklarını almak için saatlerce
soğukta, okul bahçesinde beklerken sembolik bir biçimde
anababaların okulla kuracağı ilişki karikatürize olur. Ya da
veliler çocuklarının okuluna bilgi almak için
gittiklerinde güleryüzle karşılanmasının okula aidat
parasını vermesiyle, çocuğun ne kadar uslu durduğuyla,
okula yaptığı yardımlarla, çocuğun başarı durumuyla
doğru orantılı olduğunu bilir, bilmiyorsa öğrenir. Bu
konuda bir velinin söyledikleri çarpıcı; “okula
gittiğimde öğrencilik dönemimde yaşadıklarımı
hatırladım, kendimi öylesine cahil ve yetersiz hissettim ki
bir daha o okula gitmek istemedim”
Okul olarak tanımladığımız
'yapı'nın belirsiz ve kimliksiz gibi tanımlanması bir dizi eksik
bakış açısı edinmemize yol açabilir. Okul da tıpkı
yaşayan, büyüyen, refleksleri ve zaafları olan bir
organizma gibidir. Okula yeni başlayan çocukların birkaç
sene sonra öğretmenlerinin isteği üzerine yazdıkları
ilk gün anıları dikkat çekici; okula başladıkları
günler ilk kez bu kadar kalabalık bir nüfus içinde
olduklarından ve ilk kez yabancı oldukları, ebeveynlerinden ayrı
kocaman bir binanın içinde kaybolmaktan korktuklarını
belirten çocukların pek azı güzel anılar hatırlıyor.
Çocukların okul eğitiminin ilk yıllarında güç
ilişkilerine olan dirençleri ve deneyimleri yok denecek
kadar az olmasına rağmen öğretmenler, durumun
'farkında'dırlar. Mesleki itibarlarını koruma ve görece
özerk oldukları alanın denetimini sağlamanın,
öğretmenliklerinin devamı için 'gerekli' olduğunu
bilirler. Öğretmenin sınıftaki, müdürün
okuldaki hegemonyası altında olan çocuklar da bir dizi
'beceri' elde ederler. Öğretmenlerine karşı inandırıcı
yalan söyleyebilme, güçlü olan öğrencilere
kendilerini sevdirebilme, kalabalıkta kaybolma ve göze batmama,
yaptıklarını onaylayacak ve uygulayacak arkadaş çevresi
edinme bunlardan bazılarıdır. Sayılanlardan en azından birkaçını
deneyimleyemeyenler içinse okul hayatı tam bir kabus olur.
Dışarıdan bakılınca eşitmiş gibi gibi görünen
çocuklar arasındaki ilişki, oyun zamanlarında, teneffüs
aralarında gerçekler duvarına toslar ve paramparça
olur. Okullar, güç ve hakimiyet işkisinin en yukardan
aşağı örgütlendiği yerler olarak da çocuğun
yalnızca öğretmeninden değil kendinden görece üstün
olan diğer öğrenciler tarafından maruz kaldığı
davranışları da dayanılmaz hale getirebilir. Olayın trajik
tarafı ise bu çocukların aileleri çocuklarının
'kurban' olduklarını bilirler. On bir yaşındaki çocukların
aileleriyle yapılan bir anketin sonuçlarından biri de
konuyla alakalı; her dört çocuğun anababasından biri
durumun 'farkında'.
Çocukların derslerde ve okulda
maruz kaldıkları hiyerarşi ve disiplin, kendine özgü
çeşitli karşı koyuşları, direnme eğilimlerini ve
disiplin cezası almasına neden olabilecek davranışları da
beraberinde getirir. En tanıdık örnekleri sıralayabiliriz;
okuldan kaçma, sınıfta gürültü yapma,
arkadaşlarına şiddet uygulama, hırsızlık, vandalizm, küfür,
başkalarına saygı duymama, öğretmenini tehdit etme hatta
öldürme. 'Çocuk suçluluğu' gibi bir başka
yazının konusu olan örneklerden ziyade daha yaygın görünen
örnekler üzerinden devam edebiliriz. Arkadaşlarına şiddet
uygulayan bir çocuğa yine şiddet uygularak şiddetin kötü
bir şey olduğunu ispatlamaya çalışmak gibi yararsız
örnekler, devam eden süreçlerde çocuğun
işlediği suçun tekrarlanma oranını değiştirmediği
yapılan araştırmalarla ortaya kondu. Dayak yiyerek disiplin cezası
alan çocukların, dayak yemeden ceza alan öğrencilerle
benzer oranda davranışlarını tekrarladıkları da sunulan veriler
arasında. Okuldan kaçma gibi yaygın görünen
davranışlarda ise çoğu zaman öğretmen ve idareci
tarafından bir 'baş belası'ndan geçici de olsa kurtulmanın
yarattığı tepkisizlik de ortaya çıkmış. Fakat dikkate
değer daha önemli bir veri de okulların bulunduğu bölgenin
kriminal ya da sınıfsal özellikleriyle o bölgenin
okullarındaki şiddet oranlarının paralel olması. Türkiye'de
daha çok düz lise ve meslek liselerinde yaygın görünen
şiddete dayalı olaylar, sınavla girilen liselere ya da kolejlere
gelince oldukça alt seviyelere iniyor. Yetişkinlerin,
çocuklarını okula yazdırırken daha çok okulun
başarı durumu, bununla birlikte okulun 'güvenli' olması gibi
kriterlere başvurması her geçen dönem daha belirgin
okul tipolojilerinin ortaya çıkmasına yardımcı oldu.
Okullarda müdürün
öğretmenlerle, öğretmenin çocuklarla kurduğu
hiyerarşi derslerin verimliliğini de önemli düzeyde
etkiler. Ders saatlerinin belirlenmesinden, müfredatın
uygulanabilirliğine kadar hatta öğretmeni dersten almak gibi
dizginlenemeyen yetkilerle kuşatılmış olan müdürler –
ya da görev paylaşımı yaptığı yardımcıları – güç
piramidinin en tepesinde bulunur. Sonraki basamakta ise öğretmenler
vardır. Öğretmenlerin görece daha özgür
oldukları derslerde çocuklarla iletişimi, ortalama düzeydeki
birçok okuldakine benzer şekilde ağırlıkla otoriteyi kurma
ve devamlılığını sağlamayla geçer. Öğretmen
geldiğinde sıralardan sessizce ayağa kalkmayı, beden eğitimi
derslerinde askeri eğitim alırcasına sağa sola dönmeyi,
bayrak törenlerinde nasıl durmaları gerektiğini
'öğrendikleri' değerli onca zaman akıp gider. Yapılan
anketler, ders saatlerinin dörtte birinin sınıfta sessizliği
ve sukuneti sağlamakla geçtiğini ortaya koyuyor. Bunun
sebebi olarak sadece çocukların yaramazlıklarını öne
sürmek kolaycılık olur.
Çekirdek Çocuk
Şubat / 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder