Site içi arama

‘Yetim Kardeş’ acitesiyle alınan mühimmat caiz midir?

Yıllardır Ortadoğu’da ve ülkemizde savaş çığırtkanlığı yapan-halkları savaşın eşiğine getiren AKP, bizlere savaştan ve ölümden başka bir şey vaat etmezken, Ortadoğu’da ve ülkemizde (Reyhanlı, Cilvegözü gibi) dökülen kanın sorumlusu katliamların besleyicisi durumuna çoktan gelmiştir.
Okullarımızda Diyanet İşleri,Milli Eğitim Bakanlığı ve İHH (İnsan Hakları ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı’nın) çağrısıyla para toplanmaya başlandı.
‘Yetim Kardeş’ adıyla başlatılan proje okul girişlerine asılan afişlerle,okullara konulan kumbaralarla,İHH yöneticilerinin okullara gelip panel düzenlemesiyle ve çoğu idarecinin liselerde ve ilkokullarda yaptığı duyurularla yaygınlaştırılmak isteniyor.
Valilikten MEB’e kadar her mekanizmanın onayladığı bu proje İHH’yı bizlere yardım kurumu gibi tanıtıyor,ve tamamen öğrencilerin vicdani duygularıyla oynuyor.
Peki AKP ne yapıyor, kim bu İHH?
İHH, Kuzey Afrika ve Avrupa’da örgütlü olan ‘Mavi Marmara’ olayıyla gündeme gelmekle birlikte El Kaide gibi eli kanlı cihatçı çetelerin uzantısı olan Suriye’de çıkan  iç savaş sonrası Türkiye’den gördüğü büyük destek ile de  ’mühimmat ve silah’ yardımlarını cihatçı çetelere taşıyan (ki bu mühimmatlar öğrencilerden toplanan paralarla alınıyor) MEB’in okullarda ‘Hayır kurumu’ diye tanıttığı ama özünde Ortadoğu’yu kana bulayan bir gerçekliğin yattığı bir ‘kuruluş’ tur.
Dış politikada 0 sorun diye bas bas bağıran AKP,Yetim kardeş gibi nice projelere devlet desteğini de katarak İHH gibi cihatçı çeteler ile işbirliğini uzun süredir yapmakta,en son Antakya ve Adana’da yakalanan İHH tırlarının içinden kilitli havan, roket başlığı gibi mühimmatların çıkması ve bu durumda AKP’lilerin panikleyerek yapılan sevkiyatı savunması  AKP’nin ne kadar savaş şakşakçısı olduğunu bir  kez daha gözler önüne sermiştir.
Bizler,din ve vicdan sömürüleriyle toplanan bu paraların halklara ölüm olarak geri döndüğünü biliyoruz. AKP’nin savaşı körükleyen, savaşın çığırtkanı ve şakşakcısı politikalarını reddediyoruz.
gencumut.org 

“Çocuk Gelinler ve Pedofili” Üzerine

12 yaşında evlendirilen ve 14 yaşında evinde ölü olarak bulunan Kader’in ardından, küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarına ilişkin tartışmalar alevlendi. “Çocuk gelinlere hayır!”, “Çocuk gelin değil, zorla evlendirme yoluyla çocuk istismarı!” ve nihayetinde “Çocuk gelin yoktur, pedofili vardır!”a dönüşen sloganıyla iyi niyetle yola çıkılmış kampanyalardı bunlar.  ‘Küçük yaşta evlendirilen çocuklar’ sorunuyla pedofili arasında özdeşlik kuran bu kampanya sloganının sorunlu olduğunu ve üzerine çok tartışılmadığını düşünüyordum. 
Geçtiğimiz günlerde Birikim Dergisi’nin internet yayınında çıkan “ Çocuk Gelinler ve Pedofili”[1] adlı konuya ilişkin yazı tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Uzayan tartışmalarla asıl konunun uzağına düştüğümüzü hissettiğimden, bu fırsatla, bir feminist ve bir psikolog olarak konuya ilişkin küçük bir not da ben düşmek isterim.
Hayatımızın her alanında karşımıza çıkan psikolojik kavramlar çok da masum tanımlamalar değillerdir. Aksine, psikolojinin çoğu zaman, toplumsal sorunların çözülebilirliğini görmezden gelmeye, onları bireylerin psikolojik sorunlarıymış gibi göstermeye (örn., Prilleltensky, 1994), diğer bir deyişle var olan sistemin meşrulaştırılmasına hizmet ettiğini görürüz.
“Çocuk gelin yoktur, pedofili vardır” kampanyası sorunu psikolojikleştirerek farkında olmadan çözümün tek tek bireylerin sağaltımıyla mümkün olabileceği algısını yaratıyor. Klinik tanı kriterlerinde pedofili, “en az 6 aylık süre boyunca, kişinin ergenlik dönemine girmemiş bir çocukla ya da çocuklarla (genellikle 13 yaşlarında ya da altında olanlarla) cinsel etkinlikte bulunma ile ilgili yoğun, cinsel yönden uyarıcı fantezilerinin, cinsel dürtülerinin ya da davranışlarının yineleyici bir biçimde ortaya çıkması” şeklinde tanımlanır ve bu tanı parafililer, yani cinsel sapkınlıklar diyebileceğimiz tanı grubunda incelenir (DSM-IV-TR; APA, 2000) (DSM tanı kriterlerinin, ne tür bir bilimsel dayatmanın ürünü olduğu bu yazının konusu dışındadır). Bu tanıdan hareketle, “sorun tam da bu!” diyebilirsiniz; ancak soruna salt pedofili olarak baktığımızda, iktidarların pek çok kez olduğu gibi, sorunu münferitleştirerek “tedavi edilmesi elzem birkaç vaka” yaratmayacağını, toplumsal bir arızayı görmezden gelmeyeceğini söyleyebilir miyiz?
Küçük kız çocuklarının cinsel ilişkide rızası olduğuna kanaat getiren mahkemeler, kadın bedeni üzerinden politika yürüten iktidar, kutsal aile, suçu kız çocuklarına, kadınlara yükleyen iki yüzlü ahlak ittifakını bu şekilde nasıl ifşa edebiliriz?
Ya da kıskançlık sebebiyle işlenmiş cinayetin sanığına paranoid, eşine şiddet uygulayana da öfke kontrol bozukluğu mu demeli?
Sosyal medyada oldukça tepki toplayan adı geçen yazıyı, üslubundan böyle bir anlam çıkarmak oldukça zor olsa da, küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarına ilişkin başlatılan bu kampanyanın durumu açıklamada yetersiz kaldığı, bu şekilde evlilik yapmış her erkeğin pedofil olarak adlandırılamayacağı ve bunun toplumsal bir olgu olduğunun altının çizilmesi gerektiği şeklinde okudum. Ya da kampanyanın sloganından duyduğum rahatsızlık ve yazının Birikim’de yayımlanmış olmasından dolayı, farklı bir öneri getiriyor olabileceği önkabulü ile yazıyı bu şekilde anlamak istedim. Zira, yazı bu haliyle, Birikim’de değil de örneğin; Yeni Şafak’ta karşınıza çıksa çocuk evliliklerinin çoğunun masumane olduğu iddiası mı taşıyor diye de düşündürebilir. Çünkü, kültürelliğe ilişkin vurgu yanlış anlamalara çok açık ve yazı bu bakımdan derdini net bir biçimde ortaya koyamıyor
Meselenin yakıcılığı, yürütülen kampanyalarda kullanılan dilin iktidarların işine yarayıp yaramadığı konusunda temkinli olmayı gerektirdiği kadar, konuya ilişkin tartışmaların da her bir ifadenin titizlikle ele alındığı bir düzlemde yapılmasını gerektiriyor. Aksi takdirde kampanyayı eleştireceğim derken, “çocuk evlilikler masumane” diyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın diline ortak oluveriyorsunuz.
Kısaca söylemek gerekirse, kız çocuklarının evlendirilmesinden kadın cinayetlerine bu mesele; aileden devlete sistemli bir biçimde örgütlenmiş değerlerin beslediği toplumsal bir arızadır. Bu arızayı tek tek bireylerin sapkınlığına indirgemek, niyet bu olmasa da, bütünün görmezden gelinmesine fayda sağlar. Toplumsal olgular münferitleşir, münferit bozukluklar tedavi edilir, tümden bir çözümün olanaksızlığına inanç beslenir ve kurgu devam eder.
 Gözde Kıral / Vira Verita

Kaynaklar
American Psychiatric Association (APA). (2000). DSM-IV tanı ölçütleri başvuru elkitabı. Yeniden gözden geçirilmiş baskı.(DSM-IV-TR). Washington D.C: APA.
Prilleltensky, I. (1994). The morals and politics of psychology: Psychological discourse and the status quo. Albany, NY: New York University Press.

[1] Solmaz, Metin (22 Ocak 2014). Çocuk gelinler ve pedofili. 28 Ocak 2014,http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=1077.

Ergani'de 26 çocuk anne oldu!


Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde yaşları 16 ile 17 arasında değişen 26 çocuğun "anne" olduğu bildirildi.

Ergani'de 2013 yılında Devlet Hastanesi doğum servisine müracaat eden 18 yaş altı 26 kız çocuğu doğum yaptı. Erken yaşta doğum yapanların çoğu herhangi bir sosyal güvencesi olmayan, akraba evliliği yapan kişilerden oluşurken, hastanede doğum yapan 18 yaş altındaki kişiler, hastane yetkilileri tarafından güvenlik güçlerine bildiriliyor. Küçük yaştaki kızların doğum yapmasıyla ilgili olarak savcılığa sevk edilen ailelerin ifadeleri alınırken, yasalara göre 15 yaş sınırında bulunan kız çocuklarının ebeveynlerin iznine bağlı evlilik gerçekleştirdikleri için savcılık takipsizlik kararı veriyor. Özellikle kırsal kesimlerde resmi rakamların çok üzerinde kayıt dışı doğumlar yaptırıldığı belirtiliyor.
18 yaş altı doğum vakalarının gerek anne ve bebek sağlığını olumsuz yönde etkilediğini, gerekse sorunun sosyolojik anlamda çok vahim bir aşamaya geldiğini belirten sosyolog Nuran Aslan, "Erken yaşta gebelik hem annenin sağlığını olumsuz yönden etkiliyor, hem kadına daha küçük yaşta sosyal sorumluluklar yüklüyor. Batıdaki akranları oyun oynarken bu çocuklar annelik gibi zor bir sorumluluğa giriyor. Bu da anne ve çocuğun gerek beden sağlığını gerekse ruh sağlığını son derece olumsuz etkiliyor. Erken yaşta evliliklerin meydana geldiği ailelerin yapılarını irdelediğimizde; ekonomik anlamda sıkıntı yaşayan, çocuk sayılarında artış olan ailelerin genellikle henüz fiziksel ve zihinsel gelişimlerini sağlayamamış çocuklarını bir nevi kurtuluş yolu olarak evlendirme yoluna gittiklerini görüyoruz" dedi. 

"YASALAR KÜÇÜK YAŞTA EVLİLİKLERİ MEŞRULAŞTIRIYOR"Yürürlükte olan yasaların özellikle feodal kesimlerde yaşanan erken yaşta evlilikleri ve toplumsal bir yara olan çocuk gelinler olgusunu meşrulaştırdığını ileri süren Aslan, "Ülkemizde yürürlükte olan mevcut yasalar ebeveynlere, 15-16 yaşında olan bir kız çocuğunun ailesinin rızasıyla ve mahkeme kararıyla evlendirilebileceği iznini veriyor. Henüz gelişme çağında olan; fiziksel ve zihinsel gelişim aşamasında evrim süreci geçiren kız çocuklarının aileleri tarafından bu yaşlarda evlendirilmelerinin yasalarla güvence altına alınması çok vahim bir durumdur. Kadın ve aile politikalar bakanlığının bu konuda yürürlükte olan yasaların değiştirilmesi anlamında ivedi bir şekilde yeni düzenlemelere gitmesi gerekmektedir" diye konuştu. 


dha

Yargı çocuğun kafasını dipçikle parçalayan polisin sırtını sıvazladı

16 yaşındaki çocuğu kafasına dipçikle vurarak yaralayan polis bir gün bile cezaevinde kalmadı, polise verilen 6 ay 7 günlük ceza kesinleşti, ertelendi 
Hakkâri’de 2009 yılında, DTP’nin düzenlediği protesto gösterisine katılan 16 yaşındaki Seyfullah Turan polisin eyleme saldırması üzerine alandan uzaklaşmaya çalışmıştı. Özel harekâtçı polis memuru Bahadır Turan boş bir arazide yakaladığı küçük çocuğu yere yatırıp kafatasına silahının dipçiği ile defalarca vurdu. Kafatasında kırıklar oluşan Seyfullah Turan 4 gün yoğun bakımda kalmıştı.
Adli Tıp: Hayati tehlike var
Turan’ın ailesi, polis memuru hakkında ‘kasten öldürmeye teşebbüs ve işkence’ suçundan suç duyurusunda bulundu. İstanbul Adli Tıp Kurumu, Seyfullah Turan’ın ‘aldığı darbe nedeniyle hayati tehlikesinin oluştuğuna’ ilişkin bir rapor verdi. Savcılık, polis memuru hakkında ‘kasten yaralama’ suçundan 5 yıl hapis cezası istemiyle dava açtı. “Güvenlik” gerekçesi öne sürülerek Isparta 3. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilen davada mahkeme, ‘Polisin meşru müdafaa halinde ve psikolojisinin bozuk olduğu, zor kullanma yetkisini kullandığı gibi’ savunmaları dikkate alarak, çocuğun ölümden döndüğü olayda sanığa sadece 6 ay 7 gün hapis cezasına hükmetti. Mahkeme ise verilen cezanın süresinin 2 yılın altında olması nedeniyle, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verip, cezayı erteledi.
‘İşkence meşrulaştırılıyor’
Karara Seyfullah Turan’ın avukatı itiraz etti. İtirazı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesi ceza 2 yılın altında olduğu için ‘kararın temyize tabi’ olmadığını belirterek, dosyayı mahkemesine iade etti. Yargıtay’ın dosyayı iade etmesi üzerine dosya itirazın incelenmesi için üst mahkeme konumundaki Isparta 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Bu mahkeme de itirazın reddine 3 Ocak’ta karar verdi. Böylece polis memuru bir gün bile cezaevinde kalmadan hakkında verilen ceza kesinleşmiş oldu. Seyfullah Turan’ın avukatı Münip Ermiş, karara tepki göstererek, “Bir trafik kazasına verilen ceza ile bir çocuğun hayati tehlikesini oluşturacak şekilde şiddet uygulayan polis memuruna verilen cezanın aynı olması son derece düşündürücüdür. Bu karar, Türkiye ’deki yargı sisteminin ne durumda olduğunu, yargının işkenceyi meşrulaştırdığının göstergesidir” dedi.

Radikal

16 Yaş 27 Lira 4 Yıl


Maraş’ta bakkal dükkanından para çaldığı iddiasıyla 16 yaşındaki çocuk çıkarıldığı mahkemede 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Sümer Mahallesi’nde meydana gelen olayda Necati A.’ya ait olan bakkalda, bakkal sahibinin açık unuttuğu kasadan 27 Lira alan İ.B., dükkan sahibinin şikayeti üzerine parmak izi teşhisi yapıldı. Polisin başlattığı soruşturma sonucu İ.B. hakkında ‘bina içerisindeki eşyaya karşı geceleyin hırsızlık’ iddiasıyla Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı’na kamu davası açıldı.

‘Kamu adına dava açıldı’
16 yaşındaki İ.B.’nin tutuksuz yargılandığı dava Kahramanmaraş Çocuk Mahkemesi’nde görüldü. Kendisine yöneltilen suçlamaları kabul eden çocuk için suçun işlendiği sabit olduğundan TCK’nın 142. Maddesi gereğince takdiren teştiden 4 yıl hapis cezası verilmesi, verilen cezanın sanığın yaşının küçük olması sebebiyle 2 yıl 8 aya indirilmesi karara bağlandı. Mahkeme heyeti ayrıca sanığın mahkemedeki saygılı davranışını göz önünde bulundurarak cezanın 2 yıl 2 ay 20 güne düşürülmesine hükmetti.

Bakkal sahibi Necati A. İse zararının olmadığını söyleyerek şikayetçi olmadığını belirtti. Çocuk için kamu davası açıldığı için dava dosyası temyiz için Yargıtay’a gönderildi.


Çekirdek Çocuk

Okuldaki tatbikatta ölüme 5 yıl


Bitlis'in Ahlat ilçesinde okuldaki yangın tatbikatında meydana gelen patlama sonucu ölen 17 yaşındaki Onur Akgün davasında karar çıktı. Okul müdür yardımcısı ve bir öğretmene 5 yıl 6 ay hapis cezası verildi.


Bitlis Ahlat Çok Programlı Lisesi’nde iki sene önce itfaiyeden ve kaymakamlıktan izin alınmadan yapılan yangın tatbikatındaki ihmal sonucu ölen 17 yaşındaki Onur Akgün davasında karar çıktı. Biri müdür yardımcısı 2 öğretmen 5 yıl 6 ay, 3 öğretmen de 8 ay 10 gün hapis cezası aldı.
28 Kasım 2011’deki yangın tatbikatı biterken okul bahçesinin ortasında yakılan ateş sönmek üzereyken okul yöneticileri ve öğrencileri birlikte fotoğraf çektirmek istedi. Ateşin sönmesi üzerine öğretmenlerden biri, öğrencilerden depoya gidip tiner getirmesini istedi. Öğrenci tineri küllere döktüğü anda büyük bir patlama yaşandı. Onur ve 10 genç yaralandı. Onur ağır yaralıydı.  Aylarca tedavi gördü. 10 ameliyat geçirdi. Son ameliyatta hayatını kaybetti. Aile, okuldaki sorumlular hakkında dava açtı.
Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada okul müdür yardımcısı ve 5 öğretmen 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandı. Salı günü 7. duruşması yapılan davada karar çıktı. Tatbikat sırasında görevli olan sanık metal öğretmeni Güven Koçbay ve müdür yardımcısı Selçuk Aslan'a 'taksirle ölüme ve birden fazla kişinin de yaralanmasına sebebiyet verme suçundan 5 yıl 6 ay 20 gün hapis cezası verildi. Diğer sanıklar öğretmen Cihan Sancı, müdür Mehmet Nesim Danışman ve başmüdür Hüseyin Eralp'e de 8 ay 10 gün  hapis cezası verildi. Ancak 3 sanık için hükmün açıklanması geri bırakıldı.
‘Oğlumu geri getirmez’
Al Jazeera Turk’e konuşan Anne Melek Akgün, kararla oğlunun geri gelmeyeceğini belirterek şöyle konuştu: “Karar tatmin etmedi. Ama başka davalara örnek olsun. Okulda ölen efe Boz’un davası 3,5 yıl oldu devam ediyor. Karar çıkmadı. İki buçuk yıldır çok zor günler geçiriyoruz. Ailece psikolojimiz bozuk. Diğer 2 çocuğuma istediğim gibi annelik yapamıyorum.”
‘Hapse girecek ilk sorumlular’
Gündem Çocuk Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Onur Yılmaz ise, kararın okulda yaşamını yitiren bir çocukla ilgili davada hapse girecek ilk sorumlular olması açısından önemli olduğunu vurguluyor.

11 yaşındaki çocuğun boynuna ip bağlayan sistemin adı nedir?


11 yaşındaki çocuk işe gitmediği için iş sahibi tarafından boynuna ip bağlandı ve bir saat boyunca motosikletin arkasında yürütüldü.

Muğla'da yaşanan olayda çalıştığı berber dükkanında iş yeri sahibinin parasını vermediği ve kendisini dövdüğü gerekçesiyle işe gitmeyen 11 yaşındaki B.A.G, ceza olarak boynuna ip bağlanarak 1 km boyunca bir motosikletin arkasında yürütüldü. Ardından gittiği dükkanda da patronu tarafından tekrar darp edilen çocuğun çevredeki dükkanların güvenlik kamerasına yansıyan görüntüleri:

http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/34269/11_yasindaki_ciragini_boynundan_motora_baglayip_surukledi.html

Çocuk emeği sömürüsünün başlıca sebeplerinden olan çocuğun karşılaşacağı baskıya olan direnme eğiliminin zayıflığı iş verenler ve aileler tarafından şiddete dayalı bir çalışma koşu yaratıyor. Öte yandan meydana gelen olaylar için açılan davaların ise sonuçsuz bırakılması çocuk emeği sömürüsünü ve buna bağlı olarak sistematik işkencelerin de önünü açıyor. Her şeyin tüm açıklıkla ortada olduğu bu konunun takip edilmesi, bundan cesaret alarak yanında çalıştırdıkları çocukları şiddete maruz bırakanlar için de yeni bir cesaret kaynağı olmaması içindir.

Çekirdek Çocuk

'Öyle Bir Geçer Zaman ki' çocukların psikolojisi bozulur


Ekranların beğeniyle takip edilen 'çocuk işçi'si 6 yaşındaki Emir Berke Zincidi'nin psikolojisi bozuldu.

'Öyle Bir Geçer Zaman ki' dizisinde 'Osman' rolüyle ünlenen 6 yaşındaki Emir Berke Zincidi'nin psikolojik sorunlar yaşadığı ortaya çıktı. Bölüm başına 2 bin lira alan Zincidi'nin sette "Bu setin en iyi oyuncusu benim. Herkes beni çok beğeniyor. Ben rolümü çok güzel oynuyorum. Mimiklerimi iyi kullanıyorum" diye bağırıp travmalar geçirdiği belirtildi.

Çocuğuna izlettirmediği dizide çocuk oynuyor
Dizide Ali Kaptan'ı canlandıran Erkan Petekkaya, oğlu Can'a etkilenmemesi için diziyi izlettirmediğini açıklamıştı. Oğlunu iki kere sete götürdüğünü anlatan Petekkaya, "Diziyi izlettirmiyorum. Sadece fragmanlarda görüyor. Çocuğumun beni öyle izlemesini istemiyorum. Çok etkileniyor çünkü" demişti.
Psikologlar, konuyla ilgili çocukların saatler süren çekimlerde yer almasının, hem fiziken, hem zihnen sağlıklı olmadığını söylüyor.

Emir Berke Zincidi ile gündeme tekrar gelen küçük yaşta çocukların setlerde çalıştırılması yeni değil. Yıllardır reklamlarda, dizilerde, yarışma programlarında küçük yaşta çalıştırılan çocukların yaşadığı sosyal ve psikolojik rahatsızlıklar ya çocuklar tarafından ya da konuya duyarlı sanatçılar tarafından dile getirilmiş, gereken önlemlerin alınması istenmişti. Önlem almak bir yana yetenek yarışması adı altında başka bir istismar biçimi olan çocuk emeğinin sömürüsü sürüyor.

Medyada çocuklar nasıl görülüyor?Mağdur çocuklar: % 31,5; ’Şirin çocuklar’ (nedensiz görüntüler): % 26,7; ’Minik şeytanlar’ (şeytanlaştırılan çocuklar): % 10,8; ’Bu çocuklar bir harika’ (olağanüstü çocuklar): % 9,7; ’Aksesuar olarak çocuklar’ (yani, anne babaların malı): % 8,4; ’Günümüz çocukları!’ (yetişkinlerin geçmişle ilgili nostalji duyguları): %7,5; ’Minik melekler’ (asla yanlış yapamazlar): % 5,4.)

Sine-Sen: “Çocukların sette 15–16 saat bekletildiği oluyor”
Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası Sine-Sen, çocuk oyuncuların çalışma koşulları anlamında normal çalışanlardan bir farkı olmadığı görüşünde. Sine-Sen örgütlenme uzmanı Zafer Ayden’in anlattığına göre, en çok şikâyetçi oldukları konu, uzun çalışma saatleri: “Kimi çocukların günde 15-16 saat setlerde bekletildiği oluyor. Uyku saatlerine dikkat edilmeden, belki öğrenimleri de engellenerek, okullardan rapor alarak çalışıyorlar. Herhangi bir sosyal güvenceleri de yok. Kayıtlı çalışmıyorlar. Sabahın köründen, gecenin bir yarısına kadar çalışan çocukları sette uyurken gördüğümüz oluyor.”

Çocuk emeği sömürüsünün sempatik hali: Çocuk Oyuncular
İthal, aşırma televizyon şovlarında çocukların sanat adına yarıştırılması çocukların yetişkinler gibi giydirilmesi, istismara yol açacak görüntülerin bilinçli olarak gösterilmesi son dönem yayıncıların yedek sermayesi oldu. Çocukları kültür sanata özendirme palavralarıyla düzenlenen yarışmalar, baskın, tutucu aile dizileri ailenin çocuk üzerindeki tahakkümünü çeşitlendirdi. Çocuk işçiler tarım alanında, organize sanayi bölgelerinde, sokaklarda emek ve beden sömürüsüne maruz kalırken ekranlarda karşımıza gelenin benzer bir sömürü biçiminin estetize edilmiş olduğunu görelim.

Çekirdek Çocuk


Gel Gel Gel İnsafa Gel. “İnsafa Gelecek” Kan Kardeşler


Kız çocuklarının zorla evlendirilmesini durdurmak için hep bir ağızdan erkeklerden rica edelim: İnsafa "Gelin"! 

Allah aşkınıza insaf edin! Çocuklara tecavüz etmeyin artık! Büyüklük sizde kalsın, bak Allahın adını verdim.

İnsaf! Kadınlarla ilgili bir dernek kız çocuklarının zorla evlendirilmesini önlemek için erkeklerin merhametine seslenmeye, merhamet dilemeye karar versin! Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da çıkıp “ben koskoca bakanlığım. benim işim merhamet, vicdan dilemek değil. ben çocukları devlet mekanizmalarıyla nasıl koruyacağımı düşünürüm, yasa yaparım, politika geliştiririm, çocukları korurum” demek yerine kampanyaya destek versin. Kız çocuklarının zorla evlendirilmesini durdurmak için hep bir ağızdan erkeklerden rica edelim: İnsafa “Gelin”!

KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın desteğiyle böyle bir kampanya başlattı: İnsafa “Gelin”. Yaratıcılık harikası bu sloganı kavramayı başaramazsak diye tırnak işaretiyle parlattıkları “gelini” bir de resmetmişler. Başsız olarak. (Kafa kesmeli kadın cinayetlerinin üçüncü sayfaları doldurduğu güzide ülkemizde imgelemlerimizi şenlendirecek harika bir görsel. Tebrikler!)

insafa gelin 2

Dün akşam twitter’da @insafagelin etiketiyle başlatılan kampanya, elinde oyuncak ayı tutan başsız gelin görselinin üzerindeki üçüncü sınıf korku filmi jeneriği fontlu “Çocuktan Gelin Olmaz” yazısından da anlaşıldığı gibi “çocuktan gelin olmaz” diyor. Diyor demesine ama bunu demek KADEM’e, Aile Bakanlığına, kampanya yürütücülerine ve destekçilerine yetmiyor nedense . “Çocuk gelin” lafı yerine “çocuktan gelin olmaz” cümlesi tercih edilmiş olduğu için içimize su serpilebilecekken, bu cümleyle değil de İNSAFA “GELİN” gibi her açıdan korkunç bir sloganla yürütülüyor kampanya.

Çocuk istismarının onlarca çeşidi var. Türkiye’de “çocuk yaşta evlendirme”, istismarın toplumsal ve geleneksel olarak en kabul göreni, yasal zemini de kaygan/elverişli biçimde vuku bulanı. Konu, geçtiğimiz hafta 14 yaşındaki (evli ve çocuklu) Kader’in “şüpheli” ölümüyle (intiharsa da cinayet olmayacakmış gibi!) bir anda herkesin aklına düştü. Her yerden “çocuk gelin” ve “pedofili” lafları esip yağıyor. (Durumu olağanlaştıran “çocuk gelin” ve bir hastalık ismiyle tıbbileştien/marjinalleştiren “pedofili” kelime tercihleri üzerine düşünmek için bknz: Hülya Gülbahar’ın bugün T24′te yayımlanan yazısı)

Çocukların cinsel, fiziksel, duygusal istismarı tartışması çok zor bir konu. Doğru terimleri, kelimeleri seçmek bile zor. Ama kesin olan bir tek şey varsa çocuk istismarının “insaf” çağrısı yaparak çözülemeyeceği.

Twitter’da dün akşam #insafagelin etiketiyle yazılanlara bakınca bu ricanın arkaplanı açıkça görülüyor. Çocuklar aile kurmanın sorumluluğunu taşıyamayacak kadar “çocuk” oldukları için, evlilik onu evcilik sanan çocuklara bırakılamayacak kadar ciddi bir müessese olduğu için “insafa gelin” çağrısı yapanlar da var, eğitimsiz ve mal mülk peşindeki babalar insafa gelse sorunun çözüleceğine inananlar da…

Aile kurmak sorumluluk ister. Çocuk gelinlere hayir ! #insafagelin
Toplum vicdanı harekete geçmeli. #insafagelin
Töresel inanışları İslami referanslardan bağımsız değerlendirmek gerekir. #insafagelin
Erkek çocuklarımız çocuk yaşta hapisle tanışmasın. #insafagelin
Vicdanlı Babalar #İnsafaGelin
Başlık parası diyerek, zengin damat diyerek kızını satan adamlar #insafagelin
Evlilik ‘evcilik’ değil !! #insafagelin
Herkesi mutlu etmeyebilirsin ama kimseye eziyet vermeyebilirsin…#insafagelin


(Ve finali ezeli ve ebedi sloganımız yapar:)

Eğitim şart #insafagelin

İnsafa “Gelin” istisnai bir çağrı değil aslında. Kadınları/çocukları “kurtarmak” maksadıyla erkeklerin şefkatine, merhametine, erkekliğine seslenen kampanyadan geçilmiyor ortalık. Sadece Türkiye’de de değil, tüm dünyada erkeklerin erkeklikleriyle vicdanlarını aynı anda okşamayı hedefleyen bu kampanyalar aldı başını gidiyor. Erkeksen Öfkeni Yen!
Gerçek Erkek Kız Çocuğu Satın Almaz! (Real Man Don’t Buy Girls!)Baba Beni Okula Gönder! İnsafa “Gelin”! Bir değil iki değil, bu kampanya örnekleri giderek çoğalıyorsa işkillenmenin vaktidir.


Bu kampanyalar merhamet, vicdan gibi lafları dolaşıma sokmak tecavüzü/erkek şiddetini/çocuk istismarını mümkün kılan yapıyı görünmez kılıyor, bu kesin. Bir takım hatalı erkekler (eğitimsiz olanlar) hatalarını düzeltirse dünya bayram olacakmış gibi, meseleyi bireyselleştiriyor. Patriyarkayı, erkeklerin egemen olduğu bir koca ve bütün sistemi, karşısında mücadele edilecek bir “sorun” olmaktan çıkarıyor, bu da kesin. Erkeklere seslenip gerçek erkek şöyle olur böyle olur diyerek erkekliği pek matah, çok mühim, şahane birşey olarak yeniden yeniden baş tacı ediyor, yok saydığı sistemi besliyor, bu en kesin.

Ama erkeklere insaf, merhamet çağrısı yapan bu kampanyalar yalnızca erkeklere seslenmiyor. Hatta erkeklerden daha çok kadınlara sesleniyor. Bence işkillenmemiz gereken nokta tam da bu. Kadınlara, erkekliği okşamakla uysallaşıp sakinleşecek bir şeymiş gibi satmaya çalışıyorlar. (Yerini yadırgadı, ondan böyle huysuz. Hafifçe başını okşayın, kulağına güzel sözler fısıldayın, sakinleşir. Gerçek kadın erkeğini uysallaştırabilendir!) Hem koskoca bakanlık/devlet sorunların çözümünü erkeklerin insafına bırakıyorsa, bir kadın tek başına ne yapabilir ki? Komplo teorisi gibi olmasın. Bu sorunun cevabından korkan takım elbiseli, siyah gözlüklü adamlar masa başına kampanya üretiyorlar demiyorum. Ama boşanmalar artmasın, aileler dağılmasın, kadınlar analık görevlerini ihmal etmeden çalışsınlar, aile bütçesine katkı yapsınlar, aile içinde nefes alsınlar, varlıklarını aileye/millete/devlete armağan etsinler derken derken bu kapanı korumanın yolunu yöntemini de düşünüyor birileri illa ki.

İnsaf, merhamet, vicdan kelimelerini görür görmez #işkillenmekşart !

Nimet Alıcı / 5 harfliler

Okul enkazında çalışan çocuklar: Okul harçlığımızı çıkarıyoruz

 

Hakkari’nin Yüksekova ilçesinin Yenimahalle mahallesinde bulunan ve daha önce Yüksekova Yatılı Bölge Okulu Pansiyonu olarak kullanılan binanın yerine yeni bir ilköğretim okulu yapılacak. Yüksekova Haber’e göre, ihaleyi alan müteahhit firma, binaların yıkımına başladı.
Sabah erken saatlerinde başlayan yıkımlar sırasında çok sayıda çocuk okul harçlıklarını çıkarmak için demir toplamanın yarışına girişti. Çocuklar, kilosunu 35 kuruşa sattıkları demirleri toplamak için dondurucu soğukta betondan demirleri arkadaşlarının yardımıyla ayırmaya çalıştı.
İş makinaları yıkım işlemi yaparken demirleri toplamaya çalışan çocuklar hayatlarını tehlikeye atıyor. Yüksekova Haber’e konuşan Emrullah adındaki çocuk, yanlarında getirdikleri demir kesme makaslarıyla kestikleri demirleri satarak okul harçlıklarını çıkarmaya çalıştıklarını, üşüdüklerinde yaktıkları ateşin etrafında toplanarak ısınmaya çalıştıklarını anlattı.

Emrullah konuşmasına şöyle devam etti: “Okul çıkışında buraya geliyoruz. İş makinaları yıkım için çalışıyor. Taş düşebilir kafamıza, tehlikelidir ama ne yapalım demir topluyoruz. Sabahtan beridir buradayız. Ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz” dedi.
Sendika.org

Törenle tecavüz!

Ana akım medya, günlerdir, 12 yaşında evlendirilen, 13 yaşında anne olan ve 14’ünde ikinci çocuğunu erken doğumla kaybettikten sonra 13 Ocak 2014 tarihinde ölü bulunan Kader Erten’in dramını işleyip duruyor!
Kader, Siirt-Pervari Düğümcüler Köyü'nde tüfekle vurulmuş halde bulundu ve doğal olarak; hepimizin aklına öncelikle cinayet mi, intihar mı olduğu sorusunu taktı. Ama medya, nedense bu cinayet ihtimali üzerinde pek durmadan “çocuk gelin (!)” haberleri yapıyor.
Görüldüğü kadarıyla medya, dantelli gelinlikler giydirilmiş, kırmızı “bekaret kemeri” ile sarılmış ve yüzü bu bekareti bozacak erkek tarafından açılmak üzere “duvaklanmış” kız çocukları ile görsellediği bu “çocuk gelin” konusunu pek sevdi. “Aile” adına ölen ya da öldürülen kız çocuklarının yüzünün (sözümona etik nedenlerlerle) “duvak ile blurlanması” ne kadar da yaratıcı bir buluş! Kader ve zorla evlendirilen çocuklar konulu bu “sosyal sorumlu” haberlerin hemen yanında bitivermiş olan pornografik sözellik ve görsellik dolu haberlere ise artık “ironik” diyebilmek bile mümkün değil. Kar ve reyting uğruna sahtekarlığın şahikaları olarak medya tarihindeki yerlerini işaretle yetinelim.
Öte yandan, artık “sıradan” bir haber haline gelmiş olan kadın cinayetleri konusundan daha ilginç ve daha önemli konu olarak gördüğünden olsa gerek; medya Kader’in ölümündeki “cinayet” ihtimalini pek gündemde tutmuyor. Muhtemeldir ki, ilgili Savcılığın açtığı soruşturma da bir şekilde kapanacak. Ülkenin bu yoğun gündeminde, “çocuk gelin” konusu da kısa bir süre içinde demode olup raytingi düşecek ve Kader de unutulup gidecek…
Kadınların ve kız çocuklarının yaşam hakkına dair bu kayıtsızlığa rağmen; Türkiye'nin ve dünyanın en önemli sorunlarından biri olan “çocuk evlilikleri”nin geç de olsa gündeme gelmiş olması olumlu elbette ki…
Umalım ki, Kader'e ve “çocuk evlikleri”ne yönelik bu medya ilgisi, 17 Aralık’ta başlayan Hükumet bağlantılı “yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları”nın yön değiştirmesi için yapılan bin bir türlü “hükumet operasyonları”ndan biri ya da bu yoğun ülke gündeminden bunalanların geçici bir ilgisi değildir.
Çocuktan “gelin” ya da “damat” olur mu?
Şöyle bir ortam düşünelim:  Bir çocuğa tecavüz edilecek ve bir dolu insan (annesi, babası, kardeşleri, kız arkadaşları, akrabaları, komşuları toplanmış, hep birlikte “düğün” adlı bir toplu“tecavüz ayini” yapıyor. Hep birlikte “ilk tecavüzü” kutluyorlar… İlk tecavüz başarılı olsun diye herkes dualar ediyor. Çünkü ilk tecavüz başarılı geçerse, herkes kendini bu konudaki tüm toplumsal (!) sorumluluklarını yerine getirmiş hissedecek.
Çocuğun bu ilk tecavüze de, sonrakilere de hiçbir itiraz hakkı yok. “Müebbet tecavüz”e mahkum edilmiş bir kere… Çünkü çevresindeki tüm “cemaat”, itirazın bedelinin “ölüm”olduğunu her daim hatırlatmakta..!
Ve artık o çocuğa ömrü boyunca tecavüz edilecek… Bu kız çocuğunun çıktığı yol, aslında manen de bir ölüm yolculuğu… Bazıları buna ”evlilik” ya da “aile” diyor!
Aile ve toplum, kız ya da erkek çocuklarını, daha çocukken “gelin” ya da “damat” olarak kodlama ve kendi canları istediği anda “evlendirme”, berdel adı altında takas etme ya da başlık parası karşılığı satma hakkına sahip midir?
Bir çocuğun çocukluğunu elinden çalıp onu bir gelin ve damat haline getirmenin, Rakel Dink’in ifadesiyle; bir çocuktan “katil” üretmekten farkı var mı?
Neden asla yanyana gelemeyecek “çocuk” ve “gelin” kavramları birlikte kullanılıyor?
Çünkü hala “çocuk gelin” üretiminde bir sakınca görülmüyor! Evlilik ve aile o kadar “kutsal” kavramlar ki, çocuklar bile kullanılsın diye “küçük gelin” sempatisi yaratılıyor. Aslında tam tersi de aynı anda geçerli: Erkeklerin mal varlığına dahil ve erkekler arasında el değiştiren bir “mülk” olarak görülen kız çocuklarının bu satışında “aile” kavramı kullanılıyor! Birbiriyle iç içe geçerek, birbirlerini meşrulaştıran konular…
Bu feci onaylama zihniyetine itiraz edip “çocuksa gelin/damat olmaz” haklı itirazını yapanların bir bölümünün sürüklendiği nokta ise “Pedofili/Sübyancılık”…
Ama her çocuk evliliği, her çocuk cinsel istismarı pedofili değil ki…
“Çocuk gelin” kavramlaştırması konuyu ne kadar olağan, masum hoş görülebilir bir hale getirmeye hizmet ediyorsa; “pedofili/sübyancılık” damgası da o kadar istisnai, özel ve de “tıbbi” bir sorun haline getirmeye hizmet ediyor. Çünkü tüm çocuk evliliklerine “pedofilik” adamların hastalığı dediğimiz anda, sosyal bir sorunu anında bireyselleştirmiş oluyoruz.
Meseleyi bu kadar “bireysel, tıbbi ve hatta patolojik” bir sorun olarak koyduğumuz zaman da, çözüm “hadım edelim, linç edelim, idam edelim” yelpazesi içinde, çözümsüzlükten çözümsüzlük beğenmek oluyor.
Bu durumda, kimi feminist kadınlar da dahil olmak üzere herkes; ne kadar iyi niyetle olursa olsun, son tahlilde sorun yaratan “bireye” yöneliyor ve çözümü bu “hasta” bireyin hadım/linç/idam edilmesinde görüyor.
Oysa asıl sorun toplumsal yapıda ve bu yapının kurgulanışında!
Geçen yıl kaybettiğimiz Fransız Avukat Jacques Verges’in sözüyle: “Her suç topluma sorulmuş bir sorudur aslında”.
10-11 yaşındaki bir kız çocuğunu “evlendirebilen” bir toplum kendinden kaçamaz.
Bu evrensel hukuk anlamında “çocukların cinsel istismarı”, “çocuğa tecavüz”dür. Kimse bunu “çocuk gelin” nitelemesi ile hafifletmemeli; kimse de “pedofili” diyerek marjinalleştirmemelidir.
Türkiye toplumunun kendi aynasına bakıp, kendi gerçek yüzünü görmesi gerek. “Çocuk gelin” ya da “pedofili” gibi birbirine zıt gibi görünen ama son tahlilde birbirini destekleyen/yeniden üreten adlar vererek kimse ruhunu kurtaramaz.
Çocuk cinsel istismarı artık bir devlet politikası!
Aslında Türkiye toplumunun önemli bir kesimi, kadın hareketinin çabaları sayesinde bu sorunu gördü ve buna karşı tavır almaya başladı. Türkiye medyasının bir bölümü de…
Ama ne yazık ki, devlet denen mekanizmayı yönetme hakkını her türlü hukuk kuralını hiçe sayarak bu hükümet döneminde bu sorunla mücadele etmek artık neredeyse imkansız.
Çünkü artık bu devlet, “çocuklara çocuk doğurtmak” için çırpınıyor.
Kız çocuklarının yaklaşık 17 yıla kadar “kesintisiz/zorunlu” eğitimini öngören yasayı, neden kız çocukları için 12 yaşında eğitim sisteminden kaçırılabilmesi için (4+4+4 yasasıyla) ortadan kaldırdı ki? Lise öğrencilerinin evlenmesine neden serbestlik getirdi ki?
Kız çocukları okumasın, bir an önce evlensin ve çok çocuk doğursun diye…
Üniversite öğrencilerine burs teşviklerini niye getirdi? Gençlerin evlenmesini teşvik için 10.000 TL kredi desteğini neden sunacak?
Genç kadın ve erkekler, ama özellikle de kadınlar okumasın, bir an önce evlensin ve çok çocuk doğursun diye…
İktidardan farklı düşünen, farklı yaşamak isteyen herkesin yaşam biçimine müdahalenin bir başka uygulaması da, bu erken evlilik teşvikleri değil mi?
Hülya Gülbahar 
T24

Tacizci Şeref Çalışır Zeytinburnu'na Atanmış!


Cinsel taciz suçundan 8 yıl hapis cezası alan Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü Şeref Çalışır, kefaletle serbest kaldıktan sonra verdiği emeklilik dilekçesini geri aldı. Çalışır, Zeytinburnu'nda başka bir okula atandığı belirtildi. 

İstanbul 'da Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü Şeref Çalışır, yanında çalışan 2 kadını taciz ettiği iddiasıyla yaklaşık 2 ay önce ‘cinsel istismar’ suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Tutuklanmasına karar verilen Çalışır, 50 bin lira kefaletle serbest kaldı. Bakanlık müfettişlerinin hakkında 2 kez soruşturma yaptığını ve suçsuz bularak ceza vermediğini iddia eden Çalışır, göreve döndü ve Yargıtay’a itiraz etti. Tepkiler üzerine de İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurarak emekliliğini istedi.
 
EMEKLİLİKTEN VAZGEÇTİ
Habertürk'ten Sultan Uçar'ın haberine göre Çalışır, İl Milli Eğitim’e başvurup emeklilik dilekçesini geri aldı. Yöneticilik görevleri alınan Çalışır, 84 öğretmenin görev yaptığı ve 1823 öğrencinin öğrenim gördüğü Zeytinburnu Abay Ortaokulu’na sosyal bilgiler öğretmeni olarak atandı. 10 gün önce yapılan atamadan sonra Çalışır’ın yıllık izne çıkıp derslere girmediği öğrenildi. Çalışır’ın okula atandığıysa velilerden sır gibi saklanıyor.
Çalışır’ın okulun internet sitesinde öğretmenlerin tanıtıldığı bölümde isim ve fotoğrafı yer almıyor. Okulda görevli öğretmenler, “Cinsel taciz gibi ağır bir iddiayla yargılanıp hapis cezası alan birinin üzerinden idari görevleri alınıp bu kez bir ortaokula atanmasını kabul etmiyoruz. Suçsuzluğuna inanıyorsa, üst mahkemeden beklediği karar gelene kadar açıkta bekletileceğine okula atanması, bir akıl tutulmasıdır. Bu atamayı velilerimiz şimdilik bilmiyor. Öğrenince ne olacak?” dedi.


radikal

Kadın ve çocukların ortak soluğu; Roboskî Müzesi


Önce kadın ve çocuklar diyorum; yıllar süren savaşın en büyük tanıkları, acının taşıyıcıları…

8 Aralık’tan birkaç gün önce çıktık yola. Katliamın ikinci yıldönümüydü ve ben ilk kez gidiyordum Gülyazı ( Bêjuh) Köyü’ne, içimde geç kalmanın verdiği utançla.
Hep ‘’ne yapabiliriz?’’ i konuşur dururuz ya hani, bazen milyonlar olsak dahi saramayız ya yarayı, işte o an sadece “birlikte kanasak dahi olur”u düşünmeli insan. Sonra görüyorsun ki yara ne kadar derin olursa olsun, aslında sadece dinlemek bile iyi geliyor karşıdakine. Özür diliyorsun usulca, ‘’Biz her gün bu acının içindeyiz, sürekli birbirimize anlatıp yeniden yaşıyoruz. Aslolan bunu başkalarının bilmesi’’ cevabını alınca yaşamda ufacık bir umuda tutunmayı bilen bu koca halkın alçak gönüllülüğü altında eziliyorsun.


 

Dağların güvenle sardığı dar yollardan geçiyoruz.  Öyle coğrafya dersinde ezber edilen "kıyıya paralel" yahut “dik” diye başlayan cümlelerin içinde geçen dağlardan değil; dağları mücadeleye paralel, işte tam da bu yüzden coğrafya derslerinde bir satır cümleye sıkıştırılanlardan değil, koca bir tarihe konu olan dağların arasından geçiyoruz. Sonra aklıma Roboskî’nin kadınları ve çocukları geliyor. Yola çıkmadan onların hikâyelerine ortak olmak istediğimi söylemiştim bir arkadaşıma. Bu yol sadece onlar içindi. Savaşın, katliamların özneleri olan ama, hissettikleri, hiçbir yerde yazmayan kadın ve çocuklar. Savaş içinde bir savaştı onların yaşamı. Erk’ler savaşının ortasında  gösterdikleri duruştu en güçlü silahları.

'Senin de mi acın var abla?'

Köye vardığımızda, sonradan benimle hiç üşenmeden yarım saat cami kapısında bekleyecek olan, hoş sohbetiyle ve kararlı duruşuyla umut olan Kadri’yi görüyorum.  Katliamda yaşamını yitiren Şervan Encü’nün kardeşi Kadri’yi… Aracın kapısını açar açmaz ilk cümlesi, ‘’E haydi bize gelecek olanlar‘’dı. Kadrilerin evine geçiyoruz. Sanki daha önce çoğu kez gelmişim hissine kapılıyorum. Benimle beraber öncesinde çok kez Gülyazı’ya gelen arkadaşlarıma bakıyorum ve zamanla onların, ailelerle ilk günkü samimiyetlerine ortak oluyorum. Kadri’nin hikâyesine ertesi sabah evlerinin bahçesinde konuşurken ortak olacaktım. Katliamda kaybettiği ağabeyini anlatırken ‘’16 yıllık hayat arkadaşımı kaybettim ben abla’’ diyordu. Akşam yemeğinden sonra mutfağa geçiyorum ve 14 yaşında, tüm evi çekip çevirebilen, dirayetine hayran kaldığım Kadri’nin-Şervan’nın kardeşi Ceylan’la tanışıyorum. ‘’Hoş geldiniz abla, adın ne?’’ diyor. Adımı söylüyorum. ‘’Senin de mi acın var abla?’’ diyor. ‘’Neden?’’ diye soruyorum. ‘’ Hiiiç’’ diyor. ‘’ Buraya acısı olmayan gelmez de o yüzden’’ diyor.
Susuyorum. Katliama dek adını dahi duymadığımız bir köydü burası. Sadece burada doğup büyüyenin ismini bildiği bir köy. “Kim bilir” dedim içimden, “adını ve yaşantısını bilmediğimiz daha nice köy var.”
Daha sonra Ceylan’la  mezarlık yolunda karşılaşıyoruz . Üzerinde ağabeyinin fotoğrafının basılı olduğu t-shirt vardı. Beni görünce atladı pikabın arkasından. Birlikte yürümeye başladık. Ara yollardan geçtik, kartopu oynadık. Tebessüm etmesi bile çok özeldi, buna  tanık olmaktı en güzeli; çünkü o gün tarih 28 Aralık 2013’tü. Sonra bir perşembe sabahı  daha Ceylan’ı yine ağabeyinin mezarı başında gördüm. Tüm  aileler her perşembe mezarlıkta toplanıyordu. O gün Ceylan’ın elinde bir tepsi tatlı vardı. Önce bir sürü bardağı dizdi mezarın yanı başına. Teker teker meyve suyu doldurdu bardaklara. Tatlıyı kesip dağıttı. Bir yandan gözleri dolu doluydu, öte yandan elindekileri dağıtıyordu. Mezara ilişti gözüm. Ağabeyinin doğum tarihi 1 Ocak’tı…


'Ağabeyim bununla öldürüldü'


Sonra Uğur geldi yanıma. Roboskîlilerin “Şev a tarî" (kara gece) olarak tanımladıkları, 2011 - 28 Aralık gecesi ağır bombardıman sonucu vahşice katledilen 34 kişiden Nadir Alma’nın kardeşi…  O heyecanlı konuşmasıyla dağıttı sessizliği ‘’Abla, ağabeyimin mezarını gördün mü sen?’’ Yürüdük birlikte, Uğur’un ağabeyinin mezarını ziyaret ettik. Sonra ‘’Bak abla’’ dedi, ’’Ağabeyim bununla öldürüldü’’. İşaret ettiği yöne baktım. Havan mermisini gösteriyordu. ’’Babamlar…’’ dedi, ‘’Ağabeyim ve arkadaşlarını katıra yüklerken bunu da getirmişler oradan.’’  Sohbet etmeye devam ediyoruz Uğur’la. Ağabeyi ona hep oku, bizim kaderimizi yaşama dermiş. ’’Abla ben öyle öykü, masal türü kitaplar okumuyorum. Siyasi kitapları daha çok seviyorum. Özellikle devrimcilerin yaşamlarını anlatan kitaplar çok etkiliyor beni’’ diyor.  ‘’Devrimci kim Uğur?’’ diyorum. ‘’Halkı için savaşan kişi, abla’’ diyor. Gözlerinin içi pırıl pırıl.
Çıkıyoruz mezarlıktan... O gün başka bir eve misafir oluyoruz. Gurbet’le tanışıyorum. Gurbet de katliamda yaşamını yitiren amcası M. Ali Tosun’un toprağa gömülmesine şahit olmuş. Henüz 6 yaşında. Amcasıyla ilgili konuşuyoruz. "Amcam öldükten sonra iki ay boyunca sadece onun eşyalarına sarılıp onun uyuduğu yerde uyudum" diyor. O gece Gurbet’le beraber uyuyoruz. Amcalarımız, ayrı zamanlarda ve ayrı hikâyelerde yaşadıklarımızın, ortak noktası oluyor. Altı yaşındaki acı ile 25 yaşındaki  acı birbirine değiyor o gece. Sarılıyoruz.

Seyhan; yüzünde tebessüm, içinde öfke


Ertesi gün Gülyazı’dan Roboskî’ye geçiyoruz. Seyhan Encü ile tanışıyoruz orada. Seyhan; o gece okul harçlığı için sınıra giden, ailesinin hâlâ (!) yolunu gözlediği Karker Encü’nün kardeşi. Seyhan konuşurken hep yere bakıyor. Bir ara dış kapıya çıkıyoruz. İki avucumun arasına alıp başını, kaldırıyorum. ‘’Seyhan bu güzel yüzü niye bizden saklıyorsun yahu?’’ diye soruyorum. ‘’Abla…’’ deyip utanıyor ve yeniden yere bakıyor. Seyhan katliamdan sonra okulu bırakmak isteyenlerden sadece biri.  ‘’Neden?’’ diye soruyorum. ‘’Akşam okuldan dönerken mezarlığın oradan geçiyorum abla. Hava kararmış oluyor. Ağabeyim ve arkadaşları gözümün önüne geliyor. Ben o günden sonra karanlıktan çok korkuyorum’’ diyor.

 


Şimdiye dek karanlıklar arkasına saklamaya alışmış devlet, yarattığı karanlık ile çocukları da o kara deliğe çekmek istiyor. Ama bizler, zifiri karanlık dahi olsa ellerimizdeki meşalelerle tutmuştuk bu köyün yolunu. Devralmıştık ışığı, devredecektik Roboskî’ye…
Seyhan’la sohbetimize devam ettik. Bir arkadaşımın yardımıyla Seyhan’ın yüzündeki gülüşünü ve içindeki o haklı öfkesini yakaladık. Üçümüz de oradan tutunduk yaşama. Babasının, ağabeyinin kaderini yaşamaması için bu öfkeyi kendi lehine çevirebileceğinden bahsettik. Umut dolu baktı bize. Konuşmanın sonunda avukat olmayı ne kadar düşlediğini söyledi. ‘’Biliyorum o vakte kadar katliamın üstünü örtmek için her yolu deneyecekler ama ben yetişeceğim’’ dedi.
Haklıydı Seyhan. Roboskî dosyası askeri yargıya taşınmış ve gizlilik kararı verilmişti. ‘’Kusursuz operasyon’’ olarak tanımlanan katliamı gerçekleştiren sadece birkaç kişi hakkında  takipsizlik kararı verilmişti. ‘’Kusursuz operasyon’’, iktidarın emir-komuta zincirindeki yargısı ile tescillenmişti. Her fırsatta tek’leyen iktidar, tüm kurumları ile yine tek elden Roboskî halkının iradesini kırmaya yönelik kararlar çıkarmaya çalışmış ancak başaramamıştır, başaramayacaktır. Çünkü; Roboskî , adalet arayışının ve mücadelenin sembolü haline gelmiştir. Devletin Roboskî'de gerçekleştirdiği katliamın temelinde ne kadar politik sebepler olsa da, Roboskî halkının duruşu bu sebeplerden daha politiktir! Roboskî halkı yıllarca üzerindeki hiçleştirme, yok sayma, biat ettirme yahut yok etme politikasına karşılık, artık olayları derinlemesine tahlil eder hale gelmiştir. Kürt halkı yıllarca katliama uğramıştır. Doğru. Kürt ana-babaları evlatlarının parçalarını toplamışlardır. Doğru. Kürt halkı yeri geldiğinde evladının sadece bir mezarı olsun istemiştir. Bu da doğru. Ama artık Kürt halkı kendine kader olarak biçilmeye çalışan bu sistemi alaşağı etmek için ayağa kalkmıştır.  Roboskî ‘ye gidip kendini AK’lamaya çalışanlara asıl sorulması gereken soru şudur:
Bir F-16 ‘nın 1 saatlik uçuş maliyeti 25 bin dolar ve bu F-16 mühimmat dolu olduğu takdirde "masraf"  65 bin dolara çıkıyor. Şimdiye dek devlet, Kürdistan coğrafyasına bomba, imha ve katliamlar dışında bu paraları harcamış mıdır? Bir operasyon için milyon dolarlar harcanırken, Roboskî halkına sınır ticareti dışında başka imkan bırakmayan devletin ta kendisidir. İşte Roboskî’nin direngenliği, kararlılığı tam da bu noktadan doğmalıdır. Artık her kim Kürt halkı ve onun yaşadığı acı üzerinden siyaset yapmaya kalkışırsa, Roboskî’deki bu kararlı duruş ve bilinçli adalet arayışı ile karşılaşmalıdır.
Sonrasında Selma ile tanıştım. Selma’da Nadir Alma’nın kardeşi… En az kardeşi Uğur kadar adaletin kovalayıcısı. Konuşmalarından ne kadar kararlı ve hırslı bir genç kadın olduğu anlaşılıyor. Katliamdan sonra köydeki çocuklar ya gazeteci ya da avukat olmak istiyorlar. Aslında bu istekleri bile Roboskî’yi anlama ve son süreçteki gelişmeleri anlamlandırma ve herkesin kendine pay etmesi gereken eleştirileri gösteriyor. İşte tüm bunların yanı sıra 17 yaşındaki genç bir kadın ‘’Ben yazar olacağım’’ diyor. Kalemi ile kendilerine biçilmiş ‘’kaderi’’ değiştirebileceğinin kararlılığı ile... Kaleminin kurtuluşu Selma’yı, Selma’nın kurtuluşu ise o ve onun kuşağındaki gençlerin kurtuluşu olacak. Çünkü bu köy belki de ilk kez böylesi bir genç kadının kararlılığına tanık olacak.

'O yılbaşı nasıl canımızı yaktı bir bilsen'


Ve 31 Aralık… Ülkenin yeni bir yıla, yeni umutlarla girme adına hummalı bir koşuşturma içine girdiği gün. O gece köye derin bir sessizlik hakim idi. 31 Aralık gecesi Cahide Encü ile tanıştım. O’ndan söz ederken, O’nu hâlâ yaşıyormuşcasına anlatan Cemal Encü’nün ablası Cahide… Televizyondaki yılbaşına hazırlık görüntülerine takıldı gözümüz. Sessizce çıktı odadan. Arkasından çıktım bende. Başka bir odaya geçtik. Ağlıyordu. ‘’Kardeşim…’’dedi. ‘’Öyle batıdaki gibi bir kutlama olmaz bizim buralarda, ama kardeşim ve arkadaşları her yılın sonunda köyün gençleriyle toplaşır gelirlerdi bize. Gelirken meyve suyu ve çerez alırlardı. Gece boyunca şakalaşırlar, evi şenlik yerine çevirirlerdi. O halleri gözümün önünden gitmiyor. Daha da acısı ne biliyor musun? İki yıl önce tam da bugün, bizler 34 kişinin parçalarını daha yeni toplamış ve mezara gömmüşken, ağıtlarımız devam ederken öte yanda insanlar yılbaşını kutluyordu. Nasıl canımızı yaktı bir bilsen’’ diyor.
Siyahlar içinde dudakları titreyen, gözleri dolu dolu olan kadına bakıyorum. Öte yandan batıda yıllarca tanık olduğum 31 Aralık’ı düşünüyorum ve fanusa kapatılmış binlerce insanı… Koca bir taş alıp elime fırlatmak istiyorum camdan korunaklı (!) yaşamlarına. Sarsmak istiyorum hepsini, “Çıkın kapatıldığınız sunî dünyadan, gerçek burada” diye bağırmak istiyorum. Ne klasik dilekler, ne de kendini bu dileklerden ayrı tutmak için içine bir-iki politik dilek serpiştirenler, hafifletmiyor içimdeki ağırlığı.

Direniş mi?..
Roboskî  devlete karşı direniyor.

Umut mu?..
Geçen iki yıla rağmen Roboskî ‘yi unutturma çabalarına karşı bu halk her geçen gün umudu besleyip mücadelelerini  adalet arayışı ile büyütüp harmanlıyor.

Barış mı?..
Savaşın içinde olan koca bir halktan daha çok kim isteyebilir ki barışı?

Demem o ki; bu dilekleri 2014’e havale etmek yerine, 2013’ün 31 Aralık’ında bu dilekleri yaşayan ve yaşatanlarla olunmalıydı. Olunmalı!
Cahide ve onun gibi bir sürü kadın iki yıldır siyahlar içinde. Hemen hemen hepsi aynı şeyi söylüyor; “Eskiden bayram yeri gibiydi buralar, kadınlar rengârenk giyinirlerdi” diyorlar. “Şimdi her sabah kalkıp renkli kıyafetlerimize baktığımızda, değil o kıyafetleri üstümüze geçirmek, görmek dahi istemiyoruz” diyorlar. “Belki” diyorlar… “Belki bir gün… Failler ortaya çıkarılıp yargılandığı gün, yüreğimize az da olsa su serpildiği gün… Eskisi kadar renkli olamasak da şimdiki kadar koyu da olmaz renklerimiz.”


Roboski Müzesi girişimi


Bizler de Roboskîli kadınların üstlerindeki siyah kıyafetlere rağmen başlarındaki beyaz renge, çocukların katliama rağmen emin adımlarla tabura yürüyüp katilleri kendi elleriyle yargılayacaklarına olan inancımızla, 14 yaşındaki çocukları ‘’sınır ihlali" gerekçesiyle mahkeme koridorlarında yıpratmaya çalışan devletin ‘’adalet sistemi’’ne değil;  kendi ellerimizle öreceğimiz bir adalet sistemine olan inancımızla çıktık yola.
2011 yılında Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun Roboskî halkı ile yaptığı görüşmeler sonucunda çağrıcısı oldukları Roboskî Müze Projesi; mimarları, birden farklı siyasetleri, dernekleri, sivil toplum örgütlerini bir araya getirdi. Böylelikle şimdiye dek yaşamını muhalif çizgide sürdüren,  vicdan ve adalet arasındaki köprüyü kurabilmiş, en temel talebi yaşam hakkı olanlar; farklılıklarıyla bir araya gelip, Roboskî gömleğini üstlerine giyerek ortak bir paydada buluştular. Roboskî  Müzesi bu girişim aracılığı ile Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında meydana gelen tüm hukuksuzlukların  ortaya çıkması için çabalayan, adalet kavramını yeniden şekillendirmek için “adalet, adaletsizliğin olduğu yerden yükselir” şiarı ile çıktı yola. Öte yandan bu girişimin batıdan doğru Kürdistan coğrafyasında bir yapı inşa etme fikri de önemli olan başka bir nokta. Böylece ezilen tüm halklar temelinde bir köprü kurulmuş olacak ve yıllarca ‘’gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür’’ şarkılarıyla büyütülen nesil için Roboskî Müzesi bir uyanış olacaktır.
Elbette bu yapı salt bir binadan ibaret olmayacaktır. Çünkü bu müze nihai amaçlar için sadece bir araçtır. Roboskî Müzesi aracılığı ile oraya gidenler katliamın asıl yüzü ile tanışacak, sorgulayacak, dokunacak ve yaşayacaktır. Müzede, katliamda yaşamını yitirenler için inşa edilecek yerlerin yanı sıra, Roboskî’de yaşayan çocuklar ve gençler için yeni bir yaşam alanı inşa edilmesi planlanıyor. Bir yandan 34 kişinin ruhu diri tutulmaya çalışılırken, öte yandan devam etmekte olan yaşamlara da can suyu olma amacını taşıyor. Kısaca Roboskî Müzesi yapımının tamamlanması bir sonu değil,  aksine yepyeni bir başlangıcı ifade ediyor.
Roboskî halkı hemen yanıbaşlarındaki tabura yüzlerini dönüp seslerini duyurabiliyor. Mücadelelerine devam ediyor.
Eksik olan bizim, Roboskîli ailelerin sesini batıya taşıyamıyor oluşumuz. İşte bu eksikliği giderebildiğimiz gün, belki o gün…
Kadri daha da güçlü ve cıvıl cıvıl çıkaracak sesini. Kim bilir belki Ceylan’ın her 1 Ocak’ta daha da az yanar yüreği. Seyhan zifiri karanlık dahi olsa okuluna devam eder. Selma’nın hikâyelerinden okuruz Roboskî’yi, Cahide siyah kıyafetlerini dolaba kaldırır, eski renklerine bürünür belki. Ve kim bilir devrim tarihi, babasının kaderini reddedip kendi ve birçok çocuğun kaderini değiştiren bir devrimciye tanık olur; Uğur Alma yazar kitaplar. Tam da bunların gerçekleştiği gün, o müzenin başında tüm köyü aydınlatan 34 yıldız parlar. Kim bilir…

Gulan Çağın Kaleli/ T24