Site içi arama

Çocuk Edebiyatı ve İdeoloji


Çocuk gerçekliği”, çocuk edebiyatı alanında çok yaygın olarak karşımıza çıkan kavramlardan biridir. Çocukluk olgusu bu kavram üzerinden anlatılırken pedagoji ile ilişkilendirilir. Yunanca kökenli olan, paid (çocuk) ve ago (yönetmek) sözcüklerinden gelen pedagoji sözcüğü her ne kadar “çocuk bilimi” demek olsa da bizim dilimize “eğitim bilimi” olarak geçmiştir. Kavram, ister çocuğa gönderme yapsın, isterse eğitime, pedagoji deyince aklımıza çocuğun yetişkin olma yolculuğundaki eğitim-öğretim süreci ve bu süreçte kendini inşa etmesi gelir. İlk başlarda psikolojinin bir alt dalı olan pedagoji 19. yüzyıl sonlarına doğru bağımsızlığını ilan etmiştir. Türkiye’deki çocuk edebiyatı tartışmaları, çocuk gerçekliği ve pedagoji kavramları üzerine temellendirildiği için böyle bir girizgâhı gerekli buldum. Çünkü Türkiye’deki çocuk edebiyatı ana akım söylemi bu kavramlarla, özellikle de pedagojinin “yönetmek” kökeni ile yakından ilgilenir. Biz yetişkinler her ne kadar çocuğun nesne değil de “özne” olarak görülmesi konusunda hemfikir olsak da gerek eğitim sürecinde, gerekse kültürel metinlerde onu yönlendirip yönetmekten kendimizi alıkoyamayız. O yüzden çocuk edebiyatı yapıtlarında da çoğunlukla bu konuya takılıp çocuk gerçekliği kavramını bu bağlamda yorumlarız.

Bildiğiniz gibi bu ana akımda “çocuk gerçekliği” çocuğun ilgisine, algısına ve yaşına indirgenir yani her yaş grubunun farklı ilgileri olduğu, yaşamdaki her konunun çocuk kitaplarının da konusu olabileceği, kitabın hedef kitlesine uygun olan punto ve yazı karakteri ile sunulmasının önemi, kitaplarda resim ve metin uyumunun gerekliliği, çocuğu birey yerine koymanın yani ona öykülerin nesnesi değil de öznesi gibi davranmanın olmazsa olmazlığı, yazarın öğretici (didaktik) yaklaşımı benimseyip benimsemediği vb. ölçütler çerçevesinde değerlendirilir. Ne var ki bu çerçeve, çocukluğun sosyolojik, kültürel, politik etmenlerle tanımlanmasını karşılamaz. Oysa çocukluğun öznesi olan çocuğun, bir bütün içinde tanımlanması ve çocuk kitaplarını değerlendirme ölçütünün de bu tanımları da kapsayacak biçimde genişletilip yapıtların diyalektik bir bakışla incelenmesi gerekir. Ne var ki ana akım, “çocukluk” ve “çocuk gerçekliği” kavramlarını toplumsal bağlamından kopartıp sistemle ilişkisini görmezden gelerek ele alır. Bu yüzden toplumsal bağlamından kopartılarak iktisadi, siyasi ve ideolojik bileşenleri yok sayılan/unutturulan çocuk kavramının “gerçekliği” gerçekçi değildir. Çünkü içinde boşlukları, sessizlikleri ve yok saymaları olan bir değerlendirme gerekçesi ne olursa olsun eksik bir değerlendirmedir; bu bağlamda bu değerlendirmenin eleştirel bakışı kapsadığı da söylenemez.
Ne yazık ki Türk Çocuk edebiyatı alanındaki akademik çalışmaların ve pek çok akademisyenin söylevinin sadece var olan durumu saptamanın ötesine geçemediğini görüyoruz. Ve bu saptamalar elde edilen verileri başka uzmanlık alanlarının ilgisine sunma; durumu ve sorunu sayılarla destekleyip politika önerileri verme ile son buluyor. Bu da bir süre sonra pek çok kavramın klişeleşmesi, birbirine benzeyen sayısız saptamaların sürekli tekrar edilmesi, kavramların içinin boşalması ya da anlamını bilmeden, düşünmeden kullanma sonucunu doğuruyor. Bu, sadece çocuk edebiyatı alanındaki araştırmacıların değil, aslında pek çok sosyal bilimcinin genel yaklaşımıdır. Şüphesiz bunda akademik dünyanın statükoyu sürdürebilmesi için akademisyenlerin rengini belli etmeme “gerçekliği”nin etkisi çoktur. Sebebi ne olursa olsun bugün Türk Çocuk Edebiyatı araştırmalarında ve söylemlerinde karşımıza çıkan gerçekleri şöyle sıralayabiliriz: Çocuk gerçekliği denilen olgu aslında çocuğa özgü olmamasına rağmen egemen söylem çocuğun gerçekliğini yetişkininkinden bağımsız bir gerçeklik olarak düşünüyor; çocuğun etrafına örülen kavramsal gerçeklik toplumsal gerçeklikten soyutlanıyor; çocuk gerçekliğinin iktisadi, siyasi ve ideolojik bileşenleri yok sayılıyor... Nesnel olmak böylece politik olmamakla meşrulaştırılıyor. Bunca yok saymayı ve görmezden gelmeyi içinde barındıran ana akımın “eleştirel bakışı”nı bu yüzden eksik ve yanlış buluyorum.
Bence bu eksikliğin kaynağı çocuk edebiyatında ideolojinin olmaması gerektiğine bize inandıran egemen söylemin kendisidir, çünkü ideoloji korkulacak bir şey olarak sunulur. Çocuk ve ideoloji buluşması ise korkulardan korku beğenmek ve beğendirmektir.
Ama aslında “çocuk edebiyatında ideoloji olmamalıdır” derken kendimizle çeliştiğimizi görmeyiz. Bireyin kendini oluşturmasını ve geleceğin inşasını barındıran çocuk edebiyatı ideolojinin ta kendisidir; onun bir aracıdır. Çocuğa yüklenen anlamları politikadan arındırmak nasıl mümkün değilse “çocuk kitaplarında ideoloji olmamalıdır” demek de o kadar gerçek dışıdır. Çünkü geleceğin ve bireyin inşasının söz konusu olduğu bir yerde ideoloji yoksanamaz.
Sanırım benzer bir çelişki, “politik eğitim” ile “politikleştirici eğitim” kavramlarını karıştırmamızda da karşımıza çıkıyor. Politik eğitim düşünmeyi öğreten özgürleştirici eğitim olarak tanımlanırken, politikleştirici eğitim sorgulamayı reddeden yaklaşımı ile sözde bir evrensellik adına “doğru” ve “güzel” kavramlarını dönüştürme amaçlı pratikleri susturan bir eğitim olarak açıklanıyor. Bu bağlamda çocuk edebiyatındaki pedagojik yaklaşımları da eğitim yaklaşımından farklı görmüyorum (Bunu elbette edebiyatın çocukları eğitmek, öğretmek, adam etmek gibi bir misyonunun olmadığını bilerek ve düşünerek söylüyorum. Burada vurgulamak istediğim nokta “pedagoji” sözcüğünden destek alan çocuk edebiyatımızın kendisiyle çelişen durumudur). Edebiyat da tıpkı eğitim gibidir, o da yansız değildir. Çocuk edebiyatının soyut anlamda sadece çocuğun yararına olduğunu düşünmek, bizi onun siyasal doğasını yoksamaya yöneltir. Oysa Ahmet Oktay, Yazın İletişim İdeoloji isimli kitabında, ideolojiyi bütünüyle ayrıştırabilen, dışlayabilen bir metinin yazınsal özelliklerini yitirdiğinden çünkü ideolojiyi aşmanın ancak bilimsel söylemle mümkün olduğundan bahseder. Ona göre metin, ideolojileri yaşayan insanları, onların ekonomik/toplumsal koşullarla ve birbirleriyle olan ilişkilerini, yaşam biçimlerini, kurmaca bir uzam-zamanda yeniden üretmektedir. Dünya çocuk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Peter Hunt da çocuk kitaplarının bir manipülasyon aracı olduğunu ve çocuk yayıncılığının bir güç mücadelesi alanı olduğunu söyler. O yüzden çocuk edebiyatında siyaseti yoksamak ve olumsuzlamak bizi çocuk gerçekliğinden uzaklaştırmakla eşdeğerdir.
Çocuk edebiyatı kitaplarını üretenlerin ve inceleyenlerin çocukluk gerçeğine bakışı, kendi varlığını sürdürebilmek için sorgulamayı reddeden politikleştirici yaklaşımdan farklı olmalı; tıpkı politik eğitimin çocuğu özgürleştirmesi ve ona düşünmeyi öğretmesi gibi çocuk edebiyatı kitaplarındaki yaklaşım da bu anlamda politikliği içermelidir. Çünkü ne pedagojiden bağımsız bir politika, ne de eleştiri politikasından bağımsız bir pedagoji mümkündür. O nedenle çocuk kitaplarının üretim ve tüketim sürecine temel oluşturan pedagoji kavramı, iktidar ilişkilerine ve piyasa heveslerine yenik düşmeden, ortak bir adalet ve sosyal düzen hedefinin bir parçası olarak çocuk edebiyatı kitaplarına yansımalıdır. Yapıtların hem sanat ve iktidar arasındaki çoklu ilişkileri ortaya çıkaran, hem de çocuk edebiyatı alanında eleştirel bakışın içini dolduran ürünler olarak görülmesi önemlidir.
Bu bağlamda, Dipnot Yayınları’ndan 2012 yılının ilk günlerinde çıkan “Asi Çocuklara Öyküler” isimli kitabı çok anlamlı buluyorum. 2008 yılında New York University Press’in yayımladığı kitabı gördüğümde çok sevinmiştim. Ama aynı kitapla tesadüfen bir kitapçı vitrininde karşılaşmanın ve bu asi öykülerin Türkçeye çevrildiğini görmenin sevinci daha bir başkaydı. Kitap 18 yazarın 18 öyküsünden oluşuyor. Öykülerin hepsi iktidarı sorgulamaya davet eden öyküler. Evrim ve Devrim; İnsan Irkları; Sırtınızdaki Ceketin Öyküsü; Grev Gözcülüğü ve Yamaçtan Kaymaca; Kendi Ayakları Üzerinde Durabilen Prenses; Doria Ramirez: Küçük Eller, Büyük İşçiler; Borneo Adasına Paraşütle Milis Kedi İndirdikleri Gün: Bir Ekoloji Draması; X: Bir Harika Çocuk, Mary’nin Okulda Kalma Cezası Alışı ya da Bu Sendika Denen Şey de Neymiş, kitaptaki öykülerden bazıları. Öykülerin yazarları devrimci olunca öyküler de diğer kitaplarda öyküleri anlatılmayan, yok sayılan, görmezden gelinen çocukların öyküsü olmuş. Emeğe, paylaşıma, kolektif eyleme vurgu yapılması, ırkın, cinsiyetin, eşitsizliklerin, barışın, çevre sorunlarının ve sivil hakların iktidar ilişkileri bağlamında sorgulanması Türk çocuk edebiyatının yabancı olduğu konular. 70’lerde yayımlanan çocuk kitaplarında bu konulara değinen pek çok kitabın olduğunu söyleyebilirsiniz. Ne yazık ki o dönemlerde yayımlanan kitapların çoğunluğu yukarıda sözünü ettiğim bağlamda olanlar yani politik değil de politikleştirici yaklaşımı olan kitaplar.
Asi Çocuklara Öyküler’i daha da somutlaştırarak için kitabın çevre konusuna değinen “Borneo Adasına Paraşütle Milis Kedi İndirdikleri Gün: Bir Ekoloji Draması” isimli öyküsünden bahsedilebilir. Anımsanacağı üzere 90’lı yıllarda gündemde olan çevre konusundan bizim çocuklar da nasibini aldı; o yıllarda çocuklara çevre duyarlılığını anlatan yüzlerce kitap yazıldı. Hâlâ da pek çok çevre kitabı vardır. Ama bir kitapta çevre konusuna değinmek, doğanın ve hayvanların korunmasına yönelik iletiler vermek, dolaylı ya da doğrudan “böyle yapmayın, yaparsanız doğaya ve hayvanlara zarar verirsiniz, o yüzden bu şekilde davranmak yanlıştır, kötüdür” demek, konuyu “bilinçsizliğe” indirgemek, o sorunu görünür kılsa da ne yazık ki onu eleştirmek demek değildir. Burada yapılan şey zaten bilinen bir sorunun bir kez daha tekrar edilmesi, pekiştirilmesi ve hatta normalleştirilmesidir. Çünkü doğayı ve insanı sevmek tek başına yeterli değildir. Bunları sevmenin dışında onlara etki eden olumsuzlukları da anlamak, bunlara tepki gösterip var olan durumun değişimi için toplumsal yaşamın pek çok alanında kitlesel eylemde bulunulması gerektiğini çocuklara düşündürmek de gerekmektedir. Ne var ki ekonomiden, siyasetten ve sosyo-kültürel bağlamından kopartılarak anlatılan, yani politikadan arındırılan “çevre bilinci” sadece bireysel tercihler ve kişisel inisiyatiflerle sınırlı kalacaktır. Ne yazık ki sorunu bütünden ayırarak düşünmenin, onu yapılandıran arka plana hiç değinmemenin çocuğu kişisel farkındalıktan toplumsal algı değişimine taşıyacağını düşünmek oldukça romantiktir.
Oysa Borneo adasına paraşütle indirilen milis kediler çevre sorunu çocuklara başka açılardan da duyumsatırlar. Öykü, adada yaşayan insanların kulübelerini sıtma hastalığı yayan sivrisineklerden kurtarmak için DDT ile ilaçlanmasını anlatır. İlaç öncelikle sadece sinekleri öldürür. Ancak DDT’li sinekleri yiyen böcek ve tırtıllar, böcek ve tırtılla beslenen kertenkeleler, ardından da kediler kısa zamanda ölür. Daha sonra nehirler DDT’li yağmurla kirlenir, balıklar ölür; artık kedi olmayan bir adada yaşayan fareler çoğalıp tarlaları basar, bu kez de veba salgını başlar. Böylece fareleri yok etmek için adaya yüzlerce kedi getirilir. Bu zincir öykü boyunca uzayıp gider. Çocuklar bu öykü ile DDT ile tanışır; az gelişmiş ülkelerin sorunları ile zengin ülkelerinkini karşılaştırır; DDT pazarlayan ülkelerden, bilim adamlarının sonuçlarını bilmesine rağmen bu yöntemleri kullanmasından ve zengin petrol yataklarına sahip olan bu ülkenin düştüğü durumdan bahsedilir. Kısacası, çevre sorunun sadece bireysel seçimlerle çözülemeyeceği çocuklara anlatılır.
“X: Bir Harika Çocuk” kitabın en çok sevdiğim öykülerinden biri. Toplumsal cinsiyet olgusunu sorgulayan böyle bir öyküye henüz bizim edebiyatımızda rastlamadığımı söylemek yanlış olmayacaktır. Şüphesiz pek çok yapıt kadın ve erkek rollerine değiniyor; geleneksel erkek ve kadın rolleri sergilemeyen anne-babalara da artık yapıtlarda yer veriliyor; erkekler tarafından kurtarılmayı beklemeyen kız karakterlere rastlanıyor... Ne var ki bu tür yapıtlarda da cinsiyet kavramının bize dayattığı yaşam biçimi hiç sorgulanmıyor. Çocuklara modern modeller sunulsa da bu modellerin arkasındaki gerekçeler anlatılmıyor, kısacası anlatılan konu toplumsal bağlamından soyutlanarak aktarılıyor. Ama bu öykü onlara benzemiyor; başından sonuna kadar bize toplumun sahip olduğu gücü ve iktidarı ne yönde kullandığını gösteriyor, bu gücün insanı nasıl esir alıp bizi klişeler içinde yaşamaya mecbur bıraktığını anlatıyor. Daha önce belki de hiç aklımıza gelmeyen şeylerin neden öyle olduğunu bize düşündürüyor. Hem de hemen hemen her cümlesinde bunu yapıyor, üstelik kendi düşüncelerini dayatmadan ve didaktik olmadan bunu başarabiliyor. Öykünün sonuna kadar çocuğun hangi cinsiyette olduğunu anlamak zor. Harika çocuk X, ilk başlarda öyküdeki insanlar gibi onun cinsiyetini anlamanın derdine düşen çocukları -tıpkı öyküdeki arkadaşları gibi- kendine çekmeyi başaracağından eminim.
“Asi Çocuklara Öyküler”de çocuklar sendikanın ve grevin ne olduğunu, babasının işsiz olmasında utanılacak bir şey olmadığını, hep birlikte haksızlığa karşı gelindiğinde bir şeylerin değişebileceğini vb. görüyor. Kısacası, “Asi Çocuklara Öyküler” çocuk edebiyatında ideolojiden korkulmaması gerektiğini gösteren bir kitap. Özelikle asi çocuklara ihtiyacımız olduğu bu umutsuz günlerde... Ne var ki her türde olduğu gibi onda da iyi ve kötü örnekler var. Bazı öykülerde didaktik yaklaşımlar ve söylemler kimi zaman “politik” yaklaşımdan “politikleştirici” yaklaşıma atlamış olsa da bu işin iyi örneklerle gerçekten yapılabileceğini göstermesi açısından önemli bir yapıt. Keşke orijinal kitapta yer alan önsöz de çevrilseymiş. Dünya çocuk edebiyatının önemli isimlerinden olan Jack Zipes’in çocuk edebiyatında ideolojinin neden önemli olduğuna dair düşünceleri Türk çocuk edebiyatına farklı bir ses getirebilirdi. Aynı şekilde kitabı derleyenlerin giriş yazısı da bence önemli şeyler söylüyor, gözlerim o yazıyı da aradı... Dipnot’un bu alandaki egemen söyleme karşı duran bu yapıtı Türkçeye kazandırmış olması övgüye değer... Yayınevinin, çocuklara sunduğu dünya masalları ve gençler için hazırladığı öykü seçkileri de bu anlamda önemli...
Yeri geldikçe çocuk edebiyatı ve ideoloji konusuna değinmeye çalışacağım. Son olarak şunu eklemek istiyorum: Çocuk edebiyatı ile çocuğun toplumsallaşma sürecinin etkileşimine sıklıkla gönderme yapan ana akımın “siyasal toplumsallaşma” kavramına neden hiç yer vermediğini de düşünmek gerekiyor. Oysa pek çok disiplinde toplumsallaşma sürecinin ideolojik nitelikler de taşıdığı, “siyasal toplumsallaşma”nın genel “toplumsallaşma” olgusundan ayrı tutulamayacağı söylenirken, bilinirken... Yapıtları değerlendirirken metinlerdeki boşluklara değinmemenin ve sessizlikleri görmezden gelmenin de aslında bir ideoloji olduğunu düşünürsek Türk Çocuk edebiyatında ideolojinin zaten var olduğunu görürüz. Bu ideolojinin tek farkı nesnellik söylemi arkasında kendini sistem içinde meşrulaştırmış olmasıdır...
Derleyen Julia L. Mickenberg, Philip Nel, Çev. Devrim İnci, Dipnot Yayınları, 2012, 240 sayfa 
Nilay Yılmaz / Cumhuriyet Kitap, Sayı 1146, 2 Şubat 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder