Site içi arama

Çocuk kitaplarında dinsel gericilik ya da buzdolabı satmakla çocuk kitabı yayınlamak arasındaki fark üzerine...


Dini içerikli çocuk kitapları çığ gibi artıyor. Daha birkaç yıl önce bunu, özellikle ülkenin belli başlı kitap fuarlarını gezdiğinizde çıplak gözle izleyebiliyordunuz. 1 ya da 2 liraya satılan, çamur baskılı, kitaptan çok broşüre benzeyen, inanılmaz kötü desenli eserler.  Kitap isimleri adeta bağırıyordu: Bizim Evde Ramazan, Canım Peygamberim, Namaz Çiçekleri …
Bugün dini içerikli çocuk kitapları hâlâ çığ gibi artıyor. Ama artık çıplak gözle, dinsel propaganda yapan bir çocuk kitabını diğerlerinden ayırt etmek o kadar kolay değil. Kitapların biçimi, yayınevlerinin çehresi değişti.  Kağıt-baskı kalitesinden grafik tasarıma, konu yelpazesinden kapak illüstrasyonuna bambaşka kitaplar söz konusu artık. Ve bu bambaşka kitaplar aslında ilk bakışta basbayağı Can Çocuk, Tudem, Günışığı Kitaplığı, Yapı Kredi Çocuk, İş Bankası Kültür Yayınları, Doğan Egmont vb. gibi bilinen yayınevlerinin kitaplarına benziyorlar. Onların da albenili kapakları, editöründen yayına hazırlayanına kadar her türlü bilginin yer aldığı künyeleri, cicili bicili resimleri ve “Rahat Bırakın Beni”, “Liseli Kızlar” ya da “Uzay Çocuğu” gibi modern tınıyan isimleri var. Ana-baba için ayrı, öğretmen için ayrı hazırlanan kataloglar, profesyonel web sayfaları da cabası. Can Çocuk, kitaplarının güvenilirliğini “bu kitap Davranış Bilimleri Enstitüsü'nün Çocuk ve Genç Danışmanlık Merkezi tarafından çocuk ruh sağlığı ve gelişimi açısından uygun bulunmuştur” ibaresiyle tescil etmeye çalışıyorsa, onların da “Çocuklar kitap okuyacağım diye ruh sağlıklarını bozmasın, ruhen kirlenmesin diye gösterilen hassasiyet takdire şayan… Sadece çocuk kitaplarında değil, gençlere hitap eden kitaplarda da aynı dikkatle çalışan ekip ruhunu görmüş olmaktan mutluluk duyuyorum” diyen uzman pedagogları ya da “Her sınıfa özel, etkinlikli, kişisel gelişimi destekleyici, doğru ve başarılı birey olmayı hedefleyen, duygu ve düşünce zenginliği kazandıran, çocukları ve gençleri doğru yöntemlerle, doğru hedeflere ulaştırmayı amaçlayan ve bütün bunları yaparken de eğlenceli üslubundan vazgeçmeyen bu kitapları herkese tavsiye ediyorum,” diyen koskoca profesörleri var.  Açın Günışığı Kitaplığı’nın ya da Tudem’in ya da Can Çocuk’un kataloğunu ve onu Nesil, Çilek, ya da Timaş Yayınları kataloğu ile yan yana koyun. Biçimsel mantığın birbiriyle örtüştüğünü göreceksiniz:
Sayfaları; yaş grupları, sınıflar, dersler ve işlenen temalar ışığında planladık. Her bir kitabın kaç yaş ve hangi sınıf için olduğunu, hangi derslerde kullanılabileceğini ve hangi temaları içerdiğini tek tek yazdık. Böylece siz değerli öğretmenler ve anne-babalar aradığınızı rahatlıkla bulabileceksiniz.”( Nesil Çocuk, Katalog tanıtım yazısı)
“(…) tanıtılan her yeni kitabın; künyesi, konu özeti, yayımlanacağı ay, baskı bilgileri, yazar, editör, çevirmen ve illüstratör bilgilerinin yanı sıra önerildiği sınıflar, resmi ders programıyla ilişkilendirilmiş ana ve yan temaları bulunuyor. Anasınıflarından lise sınıflarına kadar her seviye için öneri kitaplardan oluşan “Sınıf Listeleri”ne geniş yer veriliyor,”  (Günışığı Kitaplığı, Katalog tanıtım yazısı)
Kataloglarda yer alan kitapların tanıtım yazılarını okuduğunuzda da hemen farkı anlayamıyorsunuz:
Kıpır kıpır, capcanlı, heyecanlı, tam da gençlere yaraşır bir roman… Okul dershane, aile, ev, dersler, ödevler, sınavlar… Her gün ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen yetişkinler. Başbelası sivilceler, modası geçen kıyafetler. Yine de ‘genç olmak’ hem zor hem de çok zevkli…”
Yukarıdaki sözlerle tanıtılan Çılgın Kızlar Kantini adlı genç roman (katalogta 11+ diye öneriliyor) sizce hangi yayınevine ait olabilir? Doğan Egmont mu? Tudem mi? Can Çocuk mu?
Hayır, Timaş’ın. Yazarı da Fatma Pekşen. Onu biraz daha yakından tanımak için sözü Önce Vatan Gazetesi köşe yazarı Oğuz Çetinoğlu’na bırakalım: “Anadolu’muzun güzide edîbelerinden FATMA PEKŞEN, zengin iç dünyasından derlediği, millî-mânevî değerlerimizle tatlandırıp râyihâlandırdığı duygu ve düşüncelerini okuyucuları ile paylaşıyor: Türk-İslam kültürüne bağı henüz yeterli sağlamlığa ulaşmamış veya, kültürsüzleştirme gayretleri ile kopma noktasına getirilmiş gençlerin okuması gereken zümrüt değerinde notlar…
Şaşırdınız mı? Biz şaşırdık doğrusu. Ama aslında ortada öyle aman aman şaşılacak bir durum yok. Her şey gayet mantıklı, gayet basit. Yayıncılık koskoca bir sektör, çocuk ve gençlik kitapları da o sektörün kaymağı haline geldiğinden beri dinsel gericiliğinin bayraktarlığını yapan yayınevleri hızlı bir değişim içinde. Her şeyden önce profesyonelleşiyorlar ve bunu diğer yayınevlerinin çoğunun sahip olmadığı ekonomik ve siyasal imkânlarla, desteklerle, imtiyazlarla yapıyorlar.
Profesyonelleşme demek işi kurallarına göre oynamak, biçimsel gerekleri yerine getirmek demektir. Yalnızca baskı-kağıt kalitesi değil, çağdaş çocuk kitaplarında aranan tüm özelliklere (cümle uzunluğu, satır aralığı, punto büyüklüğü, resim-metin dengesi) mümkün olduğunca uymak, en modern pazarlama stratejileriyle rekabet etmek demektir.
N’apalım, serbest piyasa böyle bir şey diyebiliriz. Avrupa öyle diyor, mesela. Orada da dini içerikli çocuk kitapları basan yayınevleri var ve onlar da piyasa kurallarına uyum sağlamış durumdalar. Ama arada önemli bir, hayır iki, hatta üç fark var.
Birincisi, Avrupa’da dinsel içerikli çocuk ve gençlik kitapları basan yayınevleri siyasal ve ekonomik imtiyazlara sahip değiller ve toplumu “dindarlaştırma” politikasının bir parçası olarak iktidar tarafından desteklenmiyorlar. Kısacası bu tür kitapları yayınlayan yayıncıların oldukça tanımlı olduğu kadar, oldukça da dar bir hedef kitlesi var: Toplumun aşırı muhafazakâr, dindar kesimi.
İkincisi, Avrupa’da okuma kişisel özgürlükler alanına giriyor ve çocuk ile gençler söz konusu olduğunda okulların ya da milli eğitimin bu alan üzerinde bir hâkimiyeti yok. Sınıf ya da okul bazında zorunlu olarak okutulan eserler, yalnızca bu işi (yani edebiyat eğitim kiti)  yapan ve titiz bir şekilde denetlenen, düşük kâr marjlarıyla çalışan yayınevleri tarafından temin edilebiliyor. Yani bir okulda belli bir yazarın belli bir eseri okutuluyorsa bu kitap sınıfça ticari bir yayınevinden satın alınmıyor. Öğretmen aynı eseri eğitim kiti olarak yayınlayan özel bir yayınevinden temin ediyor ve kiti fotokopiyle öğrencileri için çoğaltma hakkına sahip oluyor. Ticari yayınevlerinin okullara toplu kitap satışı yapması ya yasak ya da çok sıkı kurallara tabi.
Üçüncüsü, Avrupa’da istenen düzeyde olmasa da hem yetişkinlere (yani çocuk kitaplarının asıl alıcılarına) hem de doğrudan çocuğa seslenen güvenilir çocuk ve gençlik kitapları eleştirileri yapan dergiler, yayınlar, platformlar var. Bununla bağlantılı olarak da çocuk kitaplarını yalnızca biçimsel nitelikleriyle değil, ondan çok daha önemlisi edebi, bilimsel ve estetik nitelikleriyle değerlendiren bir toplumsal bilinçten bahsedilebilir.
Ne yazık ki Türkiye’deki tablo çok farklı.  Özgür seçme hakkına, demek oluyor ki seçeneklere sahip bir çocuğun eline gerici, cinsiyetçi, anti-demokratik, ayrımcı, çağdışı mesajlarla dolu bir kitabın geçmesi koşulunda bundan bireysel olarak nasıl etkileneceğini tartışmak bir şeydir. Seçeneklerden yoksun bırakıldığı için özgür seçme hakkından da yoksun bırakılan koca bir kuşağın sistematik olarak gerici, anti-demokratik, ayrımcı, cinsiyetçi, çağdışı mesajlarla dolu kitaplarla kuşatılması durumunda bundan toplumun nasıl etkileneceğini tartışmak başka bir şeydir.
Ve ikinci durumu tartışmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Çünkü gelinen noktada bağıra çağıra ya da gizli kapaklı din propagandası yapan çocuk kitaplarını eser bazında ele almak, ne kadar edebiyat dışı, ne kadar akla ziyan ve yerine göre senin ya da benim çocuğum için zararlı olduğuna işaret etmenin fazlaca bir anlamı yok. Alanın içinde ve demokratik kanatta yer alan yayıncılar, yazarlar, editörler vb. bunu biliyor zaten. Keza alanı takip eden bilinçli anne babalar, eğitimciler, kütüphaneciler, kitapçılar da öyle. Ama bu “bilenler” grubu gerçekte yalnızca bir avuç.
Bilmeyen ya da bilgisi “nitelikli bir çocuk kitabını belli biçimsel kriterlerden değerlendirerek tanımak”la sınırlı olan asıl kalabalığı ne yapacağız? Yani çocuğuna, severek okuyacağı eğlenceli bir kitap ararken, Fatma Pekşen’in Çılgın Kızlar Kantini’ne rastlayan anne-babaları; öğrencileri için en uygun kitapları belirlemeye çalışırken, Nesil Çocuk’un kataloğuna ve orada yer alan “uzman” görüşlerine (çocuk ergen terapisti, uzman pedagog, hatta profesör bile var) rastlayan öğretmenleri; fuarda sınırlı harçlığıyla dolaşırken, rengarenk kapaklı, sevimli çizimli, Oruç Tuttum Sevinçten Uçtum ya da Süper Güçlerim Olsa Allah’ı Görebilir Miyim? gibi eğlenceli (!!!) kitapların (ve nispeten ucuz fiyatlarının) cazibesine kapılan çocukları? Bilinçli olarak bu kitapları seçen, yayan, dayatan öğretmen ve anne babalardan hiç bahsetmiyoruz bile.
Biz işimizi yapacağız, yani yukarda tarif edilen kalabalıkları gerçekten çağdaş, gerçekten edebi, gerçekten bilimsel çocuk ve gençlik kitaplarıyla buluşturacağız denebilir. Bu demektir ki bildiğimiz ilkeler doğrultusunda yayıncılık yapmaya devam edeceğiz ve yayınladığımız kitapları en etkili pazarlama ve tanıtım stratejileriyle hedef kitlemize ulaştıracağız.
Peki, çocuk ve gençlik kitapları alanında faaliyet gösteren yayınevlerinin en etkili, en gözde pazarlama ve tanıtım stratejileri ne bugün?
1      Basılı ve dijital medyada ilan vermek. Yani açık reklam.
      Basılı ve dijital medyada tanıtım ya da sözde eleştiri yazılarının yer almasını sağlamak. Yani gizli reklam. (Bu yazıların maddi-manevi çıkar ilişkileri üzerinden, hatta kimi zaman resmen “ücret” karşılığında yazdırıldığını söylemeye gerek var mı?)
      Okul, özellikle de özel okul satışları. Yani belli kitapların belli okullar tarafından sınıf düzeyinde okutulmasını sağlamak. Çocuk ve gençlik yayıncılığı piyasasında bu “okuma listesine kitap sokmak” diye adlandırılıyor ve yine öğretmenlerle kurulan özel ilişkiler üzerinden (bu ilişkilerin menfaatten uzak olduğunu kim garanti edebilir?) sağlanıyor.
 An itibarıyla bu stratejilerle başarı da sağlanıyor. Çünkü dinsel gericiliğin bayraktarlığını yapan yayınevleri bir adım geriden geliyor. Henüz. Dün çamur gibi kağıtlara, ucuz satılmaları ya da bedava dağıtılmaları dışında alıcı kitle için hiçbir cazibesi olmayan eserler yayınlayan bu yayınevlerinin bugün en kaliteli kağıda, karton kapaklı, uzman görüşlü, rengarenk, biçimsel olarak bakıldığında tam da “çocuğa göre” kitaplar basacağını kim öngörebilirdi ki?
Dürüst olmak gerekirse, bu ülkenin gidişatını izleyen, politikayla az-çok ilgilenen herkes öngörebilirdi. Tıpkı piyasanın kurallarını hepimizden çabuk öğrenen bu yayınevlerinin medyayla ve milli eğitimle zaten var olan bağlarını ilerde daha da güçlendireceklerini ve çok daha pervasız kullanacaklarını öngörebileceğimiz gibi.
Bir gün medyada onların kitaplarının ilanlarını göreceğiz, onların kitaplarına övgüler dizen tanıtım yazılarını okuyacağız. Bir gün okulların zorunlu okuma listelerinde onların kitapları yer alacak. Öğretmenler onların etkinliklerine gidecek, onların “uzmanlarını” dinleyecek.
Hatta o “bir gün” belki de bugün. Üstelik bunun yarını da var. Yarın artık medyada bizim kitaplarımızın ilanları yer almayacak, kimse kitaplarımıza övgüler dizmeye cesaret edemeyecek ve okullarda kitaplarımız artık tek bir listeye girebilecek: “Sakıncalı kitaplar listesi”.
Çok mu abarttık. Belki. Belki de değil. İşin asıl kötüsü, o gün söyleyebilecek bir sözümüz olmayacak. Dün bizim kitaplarımızı övenler yarın onlarınkini överse menfaat ilişkilerinden mi bahsedeceğiz? Dün bizim kitaplarımızı içeren zorunlu okuma listeleri çok aydın, çok demokrat öğretmenlerin marifetiyken,  onların kitaplarının yer aldığı zorunlu okuma listelerin ne kadar ideolojik, ne kadar yanlı ve anti-demokratik olduğunu mu anlatacağız?
Diyelim ve umalım ki o gün hiç gelmeyecek. Diyelim ki çocuk ve gençlik yayıncılığı alanında dini gericilik diye bir tehdit yok ya da asla yukarıda abartıldığı güce kavuşamayacak. Öyle olsa bile kendimize dönüp bakmanın zamanı gelmedi mi? Kabul, çocuk ve gençlik yayıncılığı da ticari bir faaliyet. Ama buzdolabı satmıyoruz. Yani piyasa koşullarına rağmen, hatta piyasa koşullarına karşı kararlılıkla savunmamız gereken, herkesin birleşebileceği bazı demokratik değerler, ilkeler var.
1      Okuma kültürü toplumsal bir ihtiyaç, okumanın kendisiyse kişisel bir özgürlük alanı. Hem çocuk ve gençlik kitaplarında özgür seçimleri savunmak, hem de okullarda, sınıflarda belli kitapların ödev vb. adı altında zorunlu olarak, toplu halde okutulmasını meşru görmek olmaz. Bunlar birbiriyle bağdaşmaz. Özgür, demokratik bir ülkede çocuk ve gençlerin hangi kitapları okuyacağını, daima ideolojik bir içerik taşıyan milli eğitim ya da ona bağlı öğretmenler belirlemez, belirleyemez. Ticari yayınevleri okullarda sınıf ya da tüm okul bazında satışlar yapmaz, yapamaz. Bu, okullara (evrensel insan haklarıyla çelişmeyen) her türlü kitabın girmesine engel değil. Aksine en zengin seçeneklere sahip olması gereken ve çocuklara kitaplar arasında özgür seçim yapmayı olanaklı kılan okul kütüphaneleri bunun için var.
      Öğretmenlerin, okulun görevi (ki bu da bir devlet politikasıdır, ama tümüyle meşru, hatta gerekli ve özlenendir)  kitap okumayı sevdirmek, yani çocuğu her fırsatta okumaya, yeni kitaplar, yeni yazarlar keşfetmeye teşvik etmekle ve öğrencilere sorgulayıcı okuma ve metin çözümleme yöntemlerini kazandırmakla sınırlıdır. Yani öğretmen şu ya da bu yazarı, şu ya da bu eseri okutan kişi değildir, okunan tüm yazar ve eserlerin eleştirel bir gözle, sorgulayıcı ve çözümleyici bir tavırla ve edebi kriterler çerçevesinde ele alınmasını sağlayan kişidir. Belli yazar ve eserler okulda/derste dünya ya da ülke edebiyatı tarihi içerisinde oynadıkları rolle değerlendirilirler. Bunun ötesinde pazarlanmazlar.
     Çocuk belli bir yaşa kadar kendi kitabını alma dolayısıyla da seçme olanağına sahip değil. Ticari bir kurum olan, dolayısıyla kitaplarını satmak zorunda olan yayınevlerinin bu gerçeği özgür seçim ilkesiyle bağdaştırabilmelerinin tek yolu kitapçı satışıdır. Çocuklar için özgür seçim hakkını savunmak esas olarak anne-baba için özgür seçim hakkını savunmak demektir. Her anne baba (teyze, komşu, arkadaş) kendi çocuğu için istediği, uygun gördüğü kitabı alma ve seçme hakkına sahip olmalıdır. Bununla birlikte anne-babaya kendi çocuğunuza seçim hakkı tanıyın, ilgi alanlarını, beğenilerini gözetin bilinci veren bir tanıtım, reklam, bilinçlendirme stratejisi üzerinde düşünülmelidir. Yayıncılar kendilerine okullara nasıl gireceğiz değil, evlere nasıl gireceğiz sorusunu sormalıdır. Öğretmenlerle iyi ilişkiler kurmak değil, kitapçılarla ilişkileri düzenlemek, kitapçılarda çocuk kitaplarının vitrine, rafa, ulaşılabilir yerlere çıkmasını sağlamak gerek.
      Medya ve yayınevleri arasında ilişkiler yeniden düzenlenmeli, daha doğrusu kopartılmalıdır. Ticari bir yayınevinin medyayla olan tek meşru ilişkisi ücreti karşılığında ilan vermek (yani açık reklam) ve basın bülteni vb. duyurular yoluyla basını/medyayı yeniliklerden haberdar etmek olabilir. Bunun dışında kalan tüm ilişkiler bağımsız basın ilkesiyle bağdaşmaz ve her iki tarafı da şaibe altında bırakır. Gelinen noktada kirliliğin boyutu düşünüldüğünde, çıkar karşılığında kalem sallayanların ya da o kalemleri satın alanların her fırsatta teşhir edilmesi ne yazıktır ki bir ihtiyaç haline gelmiştir.
      Çocuk ve gençlik kitaplarını edebi, bilimsel kriterlerle değerlendiren eleştirel edebiyat eleştirileri yayıncıların, yazarların, editörlerin, çevirmenlerin, illüstratörlerin onuru, yüzeysel tanıtım ve övgü yazıları da utancı olmalı. Bu bilinç yalnızca sektör içinde yerleşmekle kalmamalı, anne-babalara, kütüphanecilere, başta eğitim kurumları olmak üzere çocuklarla ve çocuk kitaplarıyla bağ kuran tüm toplum kesimlerine, hatta çocuk ve gençlerin kendilerine de yayılmalı, bunun araçları yaratılmalıdır. Zira seçenekler arasında özgür seçimler yapabilmek için yalnızca seçeneklerin varlığı değil o seçenekleri sorgulayabilecek, değerlendirebilecek bir bilinç de gerekir.
Toplum yararına çağdaş, demokratik faaliyet gösterdiğini savunan tüm çocuk ve gençlik kitapları yayıncıları, çocuk ve gençlik edebiyatı ya da kitapları alanında üreten tüm bireyleri bu ilkeler etrafında samimi bir şekilde birleştiğinde ne mi olacak? Edebiyata, bilime alan açılacak. Ve başta dinsel gericiliğin gizli-açık bayraktarlığını yapanlar olmak üzere, aslında edebiyatla, bilimle ilgisi olmayan birçok yayınevi bu alana çıkamayacak. Başkaları bu alanda varlık göstermek için kendine çeki düzen vermek zorunda kalacak. Birçokları da bu alanda hep daha nitelikli, hep daha yaratıcı, hep daha bilimsel, hep daha sanatsal ürünler vermek için yarışacak.
Yoksa bu saf bir rüyadan, kapitalizmin acımasız yasalarından bihaber bir avuç idealistin pembe hayallerinden başka bir şey değil mi?  En azından, buzdolabı satmakla  çocuk kitabı yayıncılığı yapmak arasındaki farkı bilmeyenler ve bu farkı bilip de savunma gereği görmeyenler öyle diyecek.

kitedit

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder