Site içi arama

Küba Pedagoji Bilimleri Merkez Enstitüsü Müdürü: 'Bizde her üniversite mezununun işi garantidir'

Küba Pedagoji Bilimleri Merkez Enstitüsü Müdürü Dr. Lisardo García Ramis ile, Havana’daki bürosunda görüştük. Görüşme isteğim öncelikli olarak, geçen yıl yayımlanan “Üç Açıdan Küba” başlıklı kitabımın eğitimle ilgili bölümünün, konuya hakim, yetkili birinin katkısıyla güncellenmesi amacına yönelikti. Ama görüşme ister istemez Küba’nın eğitimde karşılaşmakta olduğu sorunlar ve bunların aşılması doğrultusundaki çabaları da kapsayan oldukça öğretici bir söyleşiye dönüştü.
Ambargoya rağmen bütçeden taviz yok
Yoğun iş yükünüz arasında bu söyleşiye zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Anladığım kadarıyla Küba’da son iki yıl içerisinde alınan ve uygulamaya konulan ekonomik kararlardan, eğitim de payını almış durumda. Genelde insanları daha fazla bilimsel çalışmaya, düşünmeye yöneltmeyi hedefleyen eğitim politikalarına acaba ne gibi yenilikler ya da farklılıklar getirdi bu yeni ekonomik politikalar?
Lisardo Gareia Ramis: Biz eğitim politikalarımızda her zaman, insanın genel gelişimine verdiğimiz önemi, bu doğrultudaki uğraşılarımızı dünyayla paylaşma gayreti içerisindeyiz. Bu uğraşımızı olağanüstü zorluklar içerisinde yürütmeye çalışıyoruz. Sizin de bildiğiniz gibi, emperyalizmin ülkemize uygulamakta olduğu -tarihte eşi benzeri olmayan- ambargo, karşılaşmakta olduğumuz zorlukların en temel nedenini teşkil ediyor. Bunun eğitime en doğrudan yansıması, eğitim araç ve gereçlerinin eksikliği. Tüm zorluklara rağmen, her yıl sınırlı bütçemizden eğitime ayrılan paydan hiç taviz vermedik, vermeye de niyetimiz yok.
Bildiğim kadarıyla Küba, bütçesinden eğitime en yüksek pay ayıran ülkelerin başında ya da sıralamanın en yukarılarında yer alıyor; Birleşmiş Milletler verilerine göre...
L.G.R.: Evet. Öncelikle insanlığa karşı olan genel sorumluluğumuz bunu gerektiriyor. İkinci olarak da Küba Cumhuriyeti’ni dünyanın en kültürlü insanlarının ülkesi yapma ilkemize, dünyadaki son gelişmelere bakarak, daha da fazla sahip çıkma ihtiyacı duymaktayız. Dolayısıyla sizin sorduğunuz, insanı bilime teşvik etmek ve bu konuda önünü açacak önlemleri almak prensiplerimizde bir değişiklik olması söz konusu değil. Yeni kararlar genel olarak üretimin ve verimliliğin artırılmasına yönelik düşünüldü ve bu şekilde uygulamaya konuldu. Mesafe alınmaya başlandığını da hemen söyleyebilirim. Bu kararların eğitime yansımalarının olması tabii ki kaçınılmazdı. Ama bu yansımalar kısıtlamalar şeklinde değil, eğitimde verimliliğe, üretim önceliğine yönelik birtakım yönlendirmelerle gerçekleştiriliyor.
Üniversite bilimi geliştirmeyi hedeflemeli
Nasıl? Üniversite öncesi müfredatlarla mı, yoksa üniversite eğitimindeki bilimsel ağırlık azaltılarak mı?
L.G.R.: Hayır. Üniversitenin bilimi geliştirme görevini değiştiremezsiniz. Tam tersine, üniversiteyi tam anlamıyla bir bilim yuvası haline getirmek öncelikli hedeflerden. Yani ekonomik gelişme ya da verimlilik -ki, kapitalist ülkelerde bu, “kârlılığı nasıl artırırım”a cevap arama şeklinde anlaşılıyor- kaygılarını bir yana atarak. Üniversiteye, bu şekilde çalışmakla ilgilenenlerin, bilimi geliştirmeyi hedefleyen bundan başka kaygısı olmayan ve tabii ki bir de bunun için gerekli yeteneğe sahip öğrencilerin devamı esas alınmalı. Ancak elbette insanların tercihine karışma hakkınız da yok. Bizim uygulamaya koyduğumuz, öğrenci ortaokul sınıflarındayken gerçekten bilimsel çalışmaya mı yönelmek istiyor, yoksa bir mesleğe sahip olmak mı, bunun kararını verebilecek bir müfredatı kendisine vermek. Lise, bizde üniversite öncesi eğitim (Preuniversitario) olarak geçer. Dolayısıyla liseye devam hakkı kazanmış bir öğrenci, üç aşağı beş yukarı üniversitede neyle karşılaşacağını görür, buna göre karar verir.
Buna göre, ortaokuldan sonra liseye devam eden bir öğrenci hemen hemen üniversite eğitimini de hedefine koymuştur diyebiliriz.
L.G.R.: Evet. Fakat bizde bu, biraz da eğitimi sonuna kadar götürme isteği olarak gelişmişti. Çünkü Küba’da devlet, vatandaşını sonuna kadar okutmakla yükümlü. Ancak bizlerin, öğrencinin gerçekten bilimsel çalışmaya mı yöneldiğini yoksa üniversite eğitimini bir kariyer yapma vasıtası olarak mı algıladığını anlama, öğrenciyi buna göre yönlendirme sorumluluğumuz var. Dolayısıyla öğrenciyi boşuna, üç yıl lise ardından da dört yıl, beş yıl hatta altı yıl kendi açısından sonucu belirsiz bir yola teşvik etmek yerine, kafasında az çok şekillenmeye başlamış bir mesleğe ya da uzmanlık alanına yönlendirmek, hem onun için hem de eğitim sistemini genel anlamda rahatlatmak için doğru bir çözüm.
Eğitim yönelimine karar yeri liseler
Dolayısıyla, ekonomik kararlar insanları bilimsel çalışmadan çok bir an önce bir meslek edinme ve meslekte uzmanlaşma yönünde etkiledi ve eğitim sistemi de buna uygun bir politikayı mı gündemine aldı?
L.G.R.: Biz politeknik okulların bu doğrultuda çok daha gerçekçi bir hizmet vereceğini düşündük ve ortaokul müfredatları buna göre şekillendirildi. Lise müfredatlarıysa, ki zaten öteden beri üniversiteye hazırlık şeklinde düzenleniyordu, daha da yoğunlaştırıldı. Şimdi öğrenci ortaokuldaki eğitimi sırasında üniversite eğitimini neden istediğine veya neden istemediğine daha rahat karar verebiliyor. Ekonomide uygulamaya konulan yeni teşvikler, küçük girişimlerin desteklenmesi, hizmet sektöründeki kalitenin yükseltilmesi, uzmanlığın daha fazla getiri olanağına kavuşturulması vb, politeknik okullara yönelimi artırdı. Son iki yıl içerisinde liseye devam veya politeknik okullara geçiş oranlarının yüzde 40, yüzde 60 olarak değiştiğini söyleyebiliriz. Daha önce bu oran tam tersiydi.
Lise müfredatları yoğunlaştırıldı derken bunda bir “caydırıcılık” söz konusu mu?
L.G.R.: Hayır. Tam tersine bilimsel çalışmaya yönelecek öğrenciler açısından tam bir teşvik söz konusu. Ayrıca bu sınıflarda öğrenci kendi yeteneğini, niyetini de anlamak fırsatını buluyor. Bir diğer önemli konu da ailelerin çocuklarının yüksek öğrenime devam etmesi ısrarı sorununun da böylelikle çözülmüş olması. Öğrenci zaten lise sınıflarından ya da liseyi bitirdiğinde politeknik okullara geçiş yapma hakkına sahip. Böylelikle hem kendisi, hem ailesi ikna olmuş oluyor. Tabii bir diğer önemli boyut da yeni ekonomik uygulamaların büyük kentlerde doğurduğu özel işyeri patlaması. Bunlar hemen hemen tümüyle küçük aile işletmeleri. Dolayısıyla büyük bir kalifiye eleman talebi ortaya çıkmış durumda. Kendi özel işletmesini açan aile, çocuğunun işletmeyle ilgili alanda uzmanlaşmasını istiyor haliyle. Böylelikle de politeknik okullara yönelim kendiliğinden gerçekleşmiş oluyor.
Aslında bu kararların hayata geçirilebilmesi için böyle bir yönelimin olması sizin tercihiniz.
L.G.R.: Başında da söylediğim gibi, biz insanların tercihlerine karışamayız. Fakat ülkede üretimin ve verimliliğin artırılması gerekliliği, tüm bireylerin sorumluluğu. Bizim yapmaya çalıştığımız ise buna yön vermek. Eğitimin bir görevi de bu. Sonuçta mesleğinden ya da yaptığı işten memnun olmayan herkesin bir başka alanda kendini yetiştirmeye hakkı var ve önü açık. Ama öğrencilik yıllarında meslek seçiminin belirlenmesi, çok daha tercih edilebilir bir durum.
dscf7386.jpg
‘Bizde her üniversite mezununun işi garantidir’
Ortaöğrenimi tamamlayan öğrencilerin artan yoğunlukta üniversite yerine politeknik eğitime yöneldiğini anlatıyordunuz. Politeknik okul müfredatlarıyla ilgili soruma geçmeden önce, kısaca, lise mezunlarının ne şekilde üniversiteye seçildiklerini lütfen anlatır mısınız? Herhalde her lise mezunu üniversiteye gidecek diye bir kural yok?

Hayır.
O zaman lise mezunlarını üniversiteye seçen bir sistem söz konusu.
Evet, elbette.
‘En mükemmel çözüm için çalışıyoruz’
Nasıl seçiyorsunuz peki?
Bu hemen hemen tüm ülkelerde karşılaşılan bir sorun. Sorun öncelikle üniversitelerdeki bölüm kontenjanlarının müracaat sayılarının hep altında kalmasından kaynaklanmakta. Bunun mükemmel denebilecek bir çözümü henüz yok. Ama biz bunu yapmaya çalışıyoruz; en azından mevcut koşullara göre en mükemmelini hayata geçirmeye çalışıyoruz. Şöyle ki, önce öğrenciden, üniversitede eğitimini almak istediği ilgi alanlarını sıraladığı bir formu doldurması isteniyor.
Öğrenci kaç tercih yapabilir?
Durumuna göre 5 ila 10 tercih yapabilir. Bu form, merkezi bilgisayara kaydediliyor. Öğrencinin lise eğitimindeki başarı durumu, bu tercih sıralamasında yüzde elli ağırlıkta bir rol oynamakta. Diğer yüzde elli ağırlıksa ulusal düzeyde yapılmakta olan üniversite giriş sınavında göstereceği başarı oranına göre belirleniyor.
Sınav son 
gösterge değil
Üniversite sınavının üniversite eğitimine başlamak için önemli bir ölçüt olduğu söylenebilir mi?
Bakın, benim fikrim bu sınavın önemli bir ölçüt olduğu yönünde fakat asla mükemmel bir nitelik ölçüsü değil. Bu yalnızca bize üniversiteye devam konusunda bir ölçüm sağlıyor ama asla önceki eğitimin yeterliliği konusunda fikir vermiyor. Elbette bu aynı zamanda kişinin niteliği konusunda bir gösterge ancak asla belirleyici, son bir gösterge değil.
Evet, zaten -zaman zaman- üniversite eğitimine başlandığında durum değişebiliyor. Lisedeki başarı durumunuz ve sınavdaki başarınızla orantılı bir tercih yapmış olabilirsiniz. Fakat üniversitede bu konuyla ilgili eğitimiz sırasında aynı başarıyı sürdüremeyebilirsiniz. Böyle bir durumda ne oluyor?
Öğrenci seçmiş olduğu alanda üniversite eğitimini tamamlayamayacağını görürse, diğer yüksek öğrenim olanaklarına yönelebilir. Örneğin yüksek teknik okullara (Institutos Politécnicos) geçiş yapabilir, ki bu okullarda doğrudan doğruya mesleğe yönelme olanağı var. Ya da üniversite yerine doğrudan bu okulları seçebilir.
Örneğin lisan okuluna geçebilir...
Örneğin lisan okulları (Escuelas de Idiomas)... Bazı yıllar bu tür okulların kontenjanı 20 bin öğrenciye kadar çıkabiliyor. Zaten üniversite çağına gelmiş öğrencilerin bir bölümü önce askere gitmeyi de tercih edebiliyor, böylelikle kontenjanlar daha da artabiliyor... Tabii üniversite sınavına girme yerine bu okullara devamı tercih edenler de var. Zaten biz de bunu teşvik ediyoruz.
Peki tekrar üniversiteki bölüm kontenjanlarına dönelim: bir bölümde örneğin 20 kişilik kontenjan açılmış fakat öğrenci tercihleri sonucunda bu bölümü ancak 15 öğrencinin tercih ettiği görülüyor. Kalan kontenjanın doldurulması için öğrenci alma sisteminde bir esneklik yapılıyor mu?
Hayır. Değişen bir şey olmuyor. Sınav ve ortalamalarda koşulları yerine getirmiş en iyi ilk 15, o bölüme devam eder. Ancak zaten bunun tersi oluyor. Kontenjanlar sınırlı tutulmaya çalışılıyor. Çünkü biz üniversiteyi bitiren her kişiye işini garanti etmek durumundayız. Önemli olan bu.
Hem asker hem öğrenciler...
Bu askerlik konusuna da kısaca değinelim. Askerlik görevi genellikle üniversite öncesinde mi?
Evet, genellikle üniversite eğitimine başlamadan önce askere gidiliyor...
Öyle olmak zorunda mı, yoksa genellikle mi?
Genellikle. Zaten üniversiteye devam hakkı kazanmış ya da başlamış öğrenciler askere gittiklerinde bu haklarını kaybetmiyor. Bunun dışında, sanırım Savunma Bakanlığı’nın standart bir uygulaması yani yasa değil, askerliğini yapmakta olan üniversite öğrencisi eğer askerlikle ilgili görevlerini sorunsuz olarak yerine getirmekteyse askerliği sırasında galiba altı aya kadar okuluna devam edebiliyor ya da sınavlarına çalışmak için izin alabiliyor...
Yani hem askerlik hem üniversite öğrenciliği bir arada yürütülebiliyor...
Genellikle askerliğin son döneminde bu yapılıyor. Ya da üniversite sınavına girecekse buna hazırlanabiliyor...
Kısaca, askerlik üniversite eğitimine engel değil.
Askerlik üniversite eğitimine engel değil. Üniversite eğitimine en büyük engel, sınavdaki başarısızlık. Askerlikten başka, örneğin askerlik bitti çalışmaya başladınız fakat bir süre sonra üniversite eğitimi alma ihtiyacı duydunuz. O zaman, “açık üniversite”ye devam olanağınız var. Ama bu kendi olanaklarınızla yürütmeniz gereken bir çaba olacak ve tabii tüm alanlar için değil. Daha çok mesleğinizi geliştirmeye ya da meslek edinmeye yönelik alanlarda, örneğin teknik alanlarda ya da hukuk alanında, avukatlık gibi daha çok beşeri alanlarda mesleki gelişmeye yönelik.
Öğrenciler ihtiyaca göre yönlendiriliyor
Politeknik okullara dönmek istiyorum. Görüşmemizin başında üniversiteye olan talebi düşürmek için ortaöğrenim sonrasında lise yerine öğrencilerin bu okullara teşvik edildiğini anlatmışsınız. Bu okullar öğrencilere yaşamlarını kazanabilecekleri bir mesleği, beceriyi edinebilmeleri açısından oldukça önemli. Zaten bilimsel çalışmaya ilgisi olmayanlar için de üniversiteye devam, hoşlanmadığı konularla boğuşmak yerine bu tür okullarda yaşama hazırlanmak çok daha gerçekçi. Peki, öğrenci hangi ihtiyaçlar ve ölçütler göz önüne alınarak politeknik okullara yönlendirilmekte?

Buna kısaca, “iş piyasası” diyelim. Yani çeşitli alanlardaki istihdam gereksinimi... Talepleri yerel yönetimler belirliyor. Örneğin kırsal kesimlerde bu talep tarımsal uzmanlık alanında, turistik yerlerde bu hizmeti verecek yetişmiş eleman şeklinde. Tabii bu ihtiyaçlar okulların kuruluş ve kontenjanlarını da belirliyor. Bölgesel taleplerin dışında örneğin demiryollarının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi doğrultusunda adım atılmaya karar verildi ve ana tren istasyonlarının olduğu Havana, Camaguey gibi bölgelerde bu alana hitap eden teknik eleman kontenjanları yeniden belirlendi. Ancak bölgesel talepler tüm eğitim programlarında belirleyici değil. Bazı alanlar ulusal boyutta düşünülerek planlanıyor. Örneğin sağlık konusunda ulusal boyutta bir planlamaya gidilmesi daha gerçekçi oluyor. Buna rağmen yine de kimi alanlarda, örneğin bir bölgede eleman sıkıntısı yaşanırken gereksiz sayıda teknik personelin başka bir yerde biriktiği de oluyor. Tabii farklı bölgelerdeki ekonomik gelişmenin hızı da bu dengesizliği yaratabiliyor.
Peki eğitimin planlaması nasıl yapılıyor? Yani hangi alanda ne kadar eleman yetiştirilecek?
Bu birkaç kuruluşun ve bakanlığın ortak çalışmasıyla ortaya çıkan bir plan. Eğitim Bakanlığı bünyesinde yapılmakta ve başında da doğrudan bakan yardımcılarından biri var. Yani bakan yardımcılarından biri, yalnızca bu işe bakmakla yükümlü. Ayrı bir bakanlık gibi. Dolayısıyla yalnızca öğrenci sayılarıyla değil ulusal düzeydeki ekonomik kalkınma planlaması da bu bünyede ele alınıyor ve teknik eğitim gereksinimi ulusal boyutta buna göre belirleniyor.
Bu prosedür pratikte nasıl 
çalışıyor?
Çok basit. Şöyle çalışıyor: Biz (Pedagoji Enstitüsü-C.D.) kendi görüşlerimizi, taleplerimizi belirliyoruz, Eğitim Bakanlığı taleplerini belirliyor, bölge yönetimleri taleplerini belirliyor ve Çalışma Bakanlığı’na iletiyor. Bakanlık talepleri toplayarak bize getiriyor. Böylelikle elimizde her bölgenin okul gereksinimini belirleyebileceğimiz ölçütler birikmiş oluyor. Dolayısıyla, bölgelerin ihtiyaçları ortaya çıktıktan sonra ilgili belediye kanalıyla bu merkeze iletiliyor...
Yani prensip olarak siz yerel yönetime soruyorsunuz; gereksinimler belediyeler tarafından belirleniyor ve size iletiliyor; siz de bunu göz önüne alarak gereksinimlere ve bunların dağılımına karar veriyorsunuz.
Evet. Örneğin, diyelim ki Cerro’nun (Havana’nın bir belediyesi-C.D.) bir talebi var. Diyorlar ki, bölgemizde şu şu alan için 13 kişilik, ya da şu alan için şu kadar kişilik kontenjan açılmasına ihtiyaç var. Bu talep yerel hükümete gidiyor. Yerel hükümet de bunu çalışma bakanlığına iletilmek üzere eyalet hükümetine götürüyor. Eğitim Bakanlı’ğı zaten Çalışma Bakanlığı’yla birlikte bu işleri yürütmek durumunda. Yerel hükümetlerden gelen bu talepler çalışma ve Eğitim Bakanlıklarınca ulusal düzeyde ele alınır ve ulusal düzeyde planlanır. Sonra da okullara dağıtılmak üzere yerel hükümetlerin eğitim bakanlıklarına bildirilir. Tabii bizler, ihtiyaçların karşılanabilir olup olmadığına bakıp ona göre karar veririz. Yani her zaman bölgelerce istenilmiş olan istenilen şekilde karşılanamayabilir. Bazen de hiç karşılanamayabilir; olanaklar neye ne kadar elveriyorsa. Taleplerin farklı branşlara kaydırılmasını da önerebiliriz çünkü yeni bir branş açmaktansa halihazırda olanakları yeterli olan bir branşı geliştirmek daha gerçekçi olabilir.
dscf7435.jpg
‘Yeni kuşaklara devrimin önemi doğru aktarılmalı’
Orta okul müfredatına gelmeden ilkokul sınıflarından itibaren uygulanmakta olduğunu duyduğum bir konuyu size sormak istiyorum. Anladığım kadarıyla normal sınıf içi ders saatleri dışında, öğrenciler açık-serbest mekanlarda da bazı güncel konuları ders şeklinde işliyorlar. Örneğin bahçe çalışması; kırsal kesimlerde öğrencide tarımsal üretime karşı bir ilgi uyandırmak üzere ya da el becerilerini artırmak üzere. Bununla ilgili elimde bazı rakamlar, ders saatleri var. Örneğin 42 haftalık eğitim süresi boyunca kentlerde haftada beşer saatlik, kırsal kesimlerdeyse yedişer saatlik uygulamalar müfredata konulmuş....

Evet. Bunlar artık değişti.
Değişti mi?
Değişti. Son iki yıl içerisinde bu saatlerde epeyce azaltılma yoluna gidildi. Çünkü yerel durumlara göre eğitimdeki bu uygulamalar ya yetersizdi ya da anlamsız. Dolayısıyla bu tümüyle yerel yönetimlerin/eyaletlerin tercihine bırakıldı. Örneğin, bu uygulama tüm öğrenciler için zorunlu olmaktan kaldırıldı. Bu tercih tamamen bölgedeki üretimin niteliğine göre eyaletler tarafından belirlenen bir seçeneğe dönüştürülmüş durumda. Bizler bunun orta okul düzeyindeki müfredat uygulamasını yeniden düzenlemekteyiz.
Tabii örneğin kırsal kesimlerdeki bahçe çalışma saatleri yeniden düzenlenmekte fakat eskiden olduğu gibi yüksek değil. Bu tamamen yerel durumla ilgili. Özellikle ürün toplama zamanlarında, örneğin kahve üretiminin yapılmakta olduğu yerlerde kahve toplanması esnasında ya da muz yetiştirilmekte olan bölgelerde, muz hasadı esnasında uygulanıyor. Buradaki esas konu, müfredat koşulundan çok o bölgedeki üretimin neyi gereksindiği. Yoksa bu uygulamanın zaten bir anlamı kalmıyor. Yine bazı yerlerde örneğin yedinci sınıflarda bu uygulama oluyor ama örneğin dokuzuncu sınıfta gerek olmuyor vs. Dolayısıyla bu artık zorunlu değil ve yöresine göre saatleri değişebiliyor.
Daha önceki Küba gezilerimde çiftçilerle yaptığım konuşmalarda çoğu, çocuklarının toprakla uğraşmaktansa kentlerde yaşamayı tercih ettiklerinden yakınmışlardı. Kentteki eğitim olanakları orada olsa çocukların belki de kalıp eğitimi kendi bölgelerinde almayı tercih edeceklerini söylüyorlardı. Küba’da tarımsal üretimin geliştirilmesi açısından oldukça önemli bir sorun bu sanırım.
Evet öyle. İşte bu yüzden de üniversite öğrenimine yönlendirmek yerine, üniversite öncesi lise eğitimi yerine meslek eğitimine yönlendirmeye önem veriliyor. Bu gençlerin kendi bölgelerinde kalmalarını sağlama doğrultusunda alınan önlemlerden yalnızca bir tanesi. Tabii gençlerin kırsal kesimde kalmamayı tercih etmelerinin pek çok nedeni var. Bunlar tüm ülkeler için geçerli evrensel nedenler. Gençlik genelde iletişim olanaklarının çok daha gelişmiş olduğu, daha geniş bir insan çevresine sahip olabileceği kentleri tercih etmekte haliyle. Küba’daki sorun da bundan farklı değil. Yeniden şekillendirilen ekonomik politikalarda bunlar göz önünde bulunduruluyor. Gençliğe kırsal kesimlerde sunulan olanakların ve iş olanaklarının, gelirin kentlerdekiyle aynı olması hedefleniyor. Tarımsal üretimdeki kazancın artırılmasına, çiftçiye daha fazla maddi olanaklar sağlanmasına çalışılıyor. Çiftçi olarak hayata devam etmekle kentlerdeki olanaklardan mahrum kalma durumu ortadan kalkacak. Çiftçi elinden gelirse çocuğunu okula göndermek yerine kendi yanında yardımcı olarak tutmak eğiliminde. Bu da ayrı bir sorun. Ama politeknik eğitimin özendirilmesiyle bu sorunun da zamanla çözüleceği inancındayım. Gelecek iki yıl içerisinde bunun meyvelerini alacağımızı sanıyorum. Genç, istediği maddi olanakları ve eğitim olanağını kendi bölgesinde bulduğu takdirde ailesinin yanında kalmayı tercih edecektir.
Yurttaşlık eğitimi önemli
Bu konunun önemli ölçüde çözüleceği inancındasınız... Öyleyse orta öğrenim müfredatıyla ilgili sorularıma gelelim. Müfredatta yer alan “yurttaşlık eğitimi” konusunu sormak istiyorum önce.
Benim elimdeki müfredatlarda bu beşinci ve dokuzuncu sınıflarda...
Yeni müfredatta altıncı sınıflara da konuldu ve ayrıca tüm orta okul sınıflarında üç yıl boyunca var. Lise yıllarındaysa içeriği geliştirilerek “politik kültür” adını alıyor. Ayrıca daha önce marksizm-leninizm başlığı altında müfredatta yer alan ders de yeni müfredatta bu başlık altına alındı. Bu programda farklı siyasi hareketler inceleniyor ve özellikle SSCB’nin dağılmasından sonraki farklı siyasi sistemler ele alınmakta....
Kimileri bunu önemli görmüyor fakat bence son derecede önemli. Açık konuşmak gerekirse yetkililerin pek önemsemedikleri bu konular bana göre ülkenin yakın geçmişindeki bazı olayların, tarihlerin, gerçeklerin öğrencilerce bilinmesi, Küba devriminin anlaşılması açısından oldukça önemli. Böylelikle bugün nelerin yaşandığını, gelecekte bizi, nelerin beklediğini daha iyi kavrama olanağını bulacaklar. Bu bir ders değil, sınavı da yok...
Bu oldukça önemli...
Bu çok önemli...
Maddi sıkıntılara rağmen eğitim mucizesi
Peki kitaplardaki bilgilerin güncellenmesi nasıl oluyor? Bu kitapları yeniden basma olanakları sınırlıysa....
Bu en önemli sorunlarımızdan biri. Kitapların yeniden basımı oldukça masraflı olduğundan güncelleme de -doğrusunu söylemek gerekirse- yeterince yapılamıyor. Geçtiğimiz yılda bazı ilkokul kitaplarındaki değişiklikleri sayfa yaprakları halinde yaptık..... Bazı dönemlerde öylesine sıkıntılar yaşadık ki, örneğin 90’lı yıllarda ilk ve orta okullarda okutulan bazı kitapların egzersiz, yani soru cevap ya da cevap şıkları bölümleri öğrencilerin bunları her dolduruşundan sonra öğretmen tarafından tek tek silinmek durumundaydı.
Ortaokuldan sonra okula devam yüzde 100’e yakın
Bildiğim kadarıyla 9 yıllık eğitim Küba’da artık bir standart haline gelmiş durumda. Ancak bundan sonra öğrenci ne oranda eğitime devam etme eğiliminde?
Öğrencilerin yüzde 97’sinin eğitime devamı tercih ettiklerini söyleyebiliriz...
O kadar yüksek mi?
Evet, elimizde kesin rakamlar var. Tabii eğitim bakanlığının önceliği herkesin istediği alanda eğitimine devam etmesi. Gerçi her isteyen istediği alanda devam ediyor diyemeyiz. Bu mümkün değil. İşte bu nedenle de politeknik eğitime yönlendirilmenin önemi ortaya çıkıyor. Ki, 9 yılı bitirenlerin yüzde 60’ının politekniği seçtiğini söyleyebiliriz. Yüzde 40 ise üniversiteye devam istemiyle üniversite öncesi eğitime, liseye kaydolmaktadır. Bu ayrıma bakarak orta okuldan sonra eğitime devam kararı alanların oranı düşük demek yanlış olur; lise ve politekniğe devam oranı birlikte ele alındığında devam oranının yüzde 98’lere çıktığı görülecektir. Tabii bu oranın dışında kalanların ne yaptıkları da bizim için son derece önemli. Bu yıl yaklaşık 2 bin öğrencinin ne liseye ne de politeknik okullara kayıt yaptırdığını biliyoruz. Bu oldukça düşük bir sayı fakat yine de önemli. Bunların ne yaptığını kontrol etmek elbette ki zor. Ama olanaksız da değil. Bunların bir bölümü dokuzuncu sınıfta bazı dersleri tamamlayamamış daha doğrusu ikmale kalmış, beklemeli olanlar ya da sınıfta kalanlar. Diğerlerinin bir bölümünün eğitime çeşitli nedenlerle ara vermek zorunda kaldığını düşünebiliriz. Konu şu sıralarda eğitim bakanlığında ve bölge yönetimlerinde en çok üzerinde durulan konu. Ancak şunu biliyoruz ki burada işe başlama yaşının 16 olması ve bu çocukların 15 yaşında olmaları nedeniyle herhangi bir yerde işe kabul edilmeyecekleri kesin. Ayrıca 16 yaşını doldurmuş dahi olsalar bölge yetkililerinin izni olmadan çalışamazlar. Yasanın öngördüğü şekilde erken çalışmaya başlama sıkı kontrol altındadır. Dolayısıyla orta öğretimi başarıyla tamamlayan her öğrencinin bir üst eğitime devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Ayrıca bizler de bunu ciddi kontrol altında tutmaktayız. Şunu rahatlıkla söylüyorum: Bugün Küba’da 9. sınıfı tamamlamış -orta okul mezunu- olan hiç kimse ben artık öğrenime devam etmeyeceğim demez.
Bu tür sorunları daha önce yararlandığım pek çok kaynakta da okumuştum. Zaten benim gördüğüm elli yıldır karşılaşılan bunca soruna, yoksunluğa, ders kitabı basımı gibi ciddi araç gereç eksikliklerine rağmen Küba’nın eğitimde büyük bir mesafe kat etmiş olması. Buna pek çok uzman, “mucize” diyor ki -benim de şahsen tanık olduğum kadarıyla- katılmamak elde değil. Ama herhalde Küba’da eğitim, mucizelerin bizzat insanlarca yaratıldığına dair en güzel örneklerden, derslerden. Ayırdığınız zaman için tekrar teşekkür ederim.

Kapımız her zaman deneyimlerimizi paylaşmak isteyenlere açık. Tekrar bekleriz.
Teşekkürler.

Celil Denktaş / sol haber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder