O çocuklar ki; dil derslerinin vazgeçilmezi zıt anlamlı sözcükler dünyası onların temel ödevleri arasındadır. Ak/kara, güçlü/güçsüz, hızlı/yavaş ve daha niceleri... Çocuk bildikçe notu yükselir sınav kağıtları ve sözlülerde. Tüm bunlar tamam da; ya savaş ve barış? Ne zaman ki okullarda zıt anlamlı sözcükler dünyası ayrı bir parantez açtı bu iki sözcüğe işte o zaman barışa daha yakın olacağız demektir. Evet, barış asla savaş sözcüğünün karşıtı değildir. Savaş barışı özleten bir fiili durumdur o kadar. Barışa giden yolda öğretmenlerin bu bilinci paylaşması önemli.
Uzun yıllar İzmir’de poliklinik yapan bir hekim olarak günde yüzlerce isimle karşılaşıyorum. Otuz yaş altı hastalarda adı ‘Barış’ ve ‘Savaş’ olanların oranı ne derseniz ‘Savaş’ adına artık pek rastlamadığımı paylaşmak isterim. Otuz yıl çatışmalı sürecin aritmetiği, kimyası ise çocuk adları ve ne güzel ki halklar ‘Barış’ adını tercih ediyor ısrarla.
BELLEK BÖLÜNMESİ
TBMM’de savaşın aritmetiği yansıdı hep soru önergelerine; oysa halkların kimyası da sorgulanabilmeli. Misal barışa giden yolda son otuz yılda konmuş Barış ve Savaş adlarının oranını soran bir Meclis önergesinin sonuçları kanımca savaşın/çatışmanın panzehiri olacaktır. Özellikle de aile büyüklerinden yadigar değilse bu adlar.
Ne zaman barış daha gür bir sesle ele alınsa birileri racon keser; halkı işaret eder. Oysa halk onların anlattığı gibi değil kanımca. Tüm geçmiş toplum mühendisliği sevdalılarının kışkırtmalarına, Anadolu’da son yüzyılın farklı halklar arasındaki acı deneyimlerine karşın Kürtler ve Türkler birbirlerine zaman zaman daha yoğun kırgınlıklar geliştirse de düşmanlaşmadılar. Temel farklılık “bellek bölünmesi” ile vücut buldu diyebiliriz. Bunda da yönetenlerin Türk toplumu nezdinde “algı yönetimi” etkili olmuştu. Murathan Mungan bir söyleşisinde “Türkiye’nin bugün önemli bir sorunu sadece coğrafi değil, bellek bölünmesidir. Doğuda yaşayanlarla batıdakilerin bellekleri, hatıra depoları farklı oluştu” diyordu. Devamında ekliyordu: “Anadolu’da halkların anadili dilsizliktir. Türkiye’nin bilinç dışı 800 kilometre karelik büyük bir halıdır. Altına istenmeyen her şeyin süpürüldüğü bu halı çok kabardı artık, saklanmaya çalışılan bu kadar gerçekle başa çıkamıyor. Hafıza kendini geri çağırıyor.”
ANADİLİ SESSİZLİK
Evet, hafıza kendisini geri çağırdı. Hafızanın şimdilerde tonu “halkların kardeşliği ve barış”. Barışa giden yolda Mungan’ın değindiği “Anadolu halklarının anadili sessizliktir” gerçekliğini tersyüz etmek zamanı şimdi. Üç yıl önce Kürtçe, Türkçe ve İngilizce anında çeviri olanağı ile Diyarbakır’da düzenlenen 1. Mezopotamya Tıp Kongresi bitiminde genel değerlendirilme kısmında Suriye’den gelen Kürt bilim insanına sunumunu neden Kürtçe yapmadığı sorulduğunda yanıtı öğreticiydi: “Ben sunumumu Kenan Evren’in değil İsmail Beşikçi’nin Türkçesi ile yaptım.”
Tüm üzücü yaşanmışlıklara karşın Kürtler ve Türklerin gündelik hayatı yol gösterici öykülerle doludur. Yakın zamanda İzmir’de Kürtlerin yoğun yaşadığı Kadifekale kentsel dönüşüm/heyelan gerekçesi ile yıkıma uğradı. Hayat TV adına yaptığımız çekimlerde yıkılmış yaşam alanlarından ayakta kalan binalardan birisinde, son kahvehanede söyleşi yaptığımızda masadaki üç kişi bize hayat dersi sundu diyebilirim.
Mardin’in yakılmış köyünden savrulmuş zorunlu göç mağduru o iki yürek yıllar öncesinin zorla yerinden edilmişi Girit mübadili ile aynı masayı ve kaderi paylaşıyordu. Girit mübadili “evim yıkıldı, çok uzak bir semte taşınmak zorunda kaldım. Ama hiç üşenmiyorum her sabah buraya geliyorum. Bu dostluk ve kardeşlikten de öte. Yıkılan evime ve bakkal dükkanıma olduğu kadar bizi parçalamalarına da öfkeleniyorum.”
Kürt ve Türklerin geçmiş belleği İzmir’de Kadifekale ve körfez civarı ile vücut bulmuştu yıllar öncesinde. Selanik göçmenleri göç ettikleri Selanik’e benzeyen İzmir sahil kesimini Mardinliler ise geldikleri kentin konumlanışına uygun Kadifekale’yi tercih etmişlerdi.
Buradan esinle Evrensel Kültür Dergisi’de İzmir’den yola çıkarak yazdığım o yazının başlığı “İçinden Selanik Mardin Hattı Geçen Şehir” olmuştu. Evet, hepimiz kalıcı barışı özledik. Türkler İsmail Beşikçi’nin Türkçesini, Kürtler Mezopotamya Tıp günlerinde konuşan o hekimin Kürtçesini unutmadıkça “bellek bölünmesini” onarmak mümkün. Yeter ki susmayalım. Yeter ki gündelik hayatı yeniden dostça yoğuralım.
Zeki Gül / Evrensel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder