10 dakikalık bir animasyon sekansı ile ülkemizin ve İstanbul’un içinden geçtiği tarihsel süreçlere açılıyor kadrajımız. Cumhuriyetin ilanı, 1929 ekonomik bunalımı, birinci köprü, Özal dönemi, 1980 darbesi derken geliyoruz 1990'lara. Artık “küreselleşmeye” aşinayız, her ülkenin içinde yaratılan metropol kavramına da. Film, aşağı yukarı 10 dakika daha bizi çok tanıdık olduğumuz İstanbul imgeleriyle başbaşa bırakıyor. “Şüpheniz kalmasın bu bahsettiğimiz mega inşaat alanının adı İstanbul” dercesine. Delirtici trafik, birbiri ardına bitiveren AVM'ler, sürekli bir inşa, “büyüme”, “gelişme” hali.
İlk durağımız Ali Ağaoğlu ekseninde kentsel dönüşümün gerçek yüzü. “Yaptım, olacak” sloganının gölgesinde Ayazma’nın gerçek halini görüyoruz. Evler, çadırlar yıkılıyor. İnsanlar ev sahibi olacakları düşleriyle TOKİ’yi yuva belliyorlar. Ama bilinenin aksine pek az aile, ev sahibi olmak için gereken peşinatı, senetleri ödeyip hayatlarını TOKİ’nin konforuna emanet ediyor. Geri kalan aileler mücadele etmek, örgütlenmek zorundalar en temel hakları olan barınmayı edinebilmek için. Aralara giren görüntülerden biri şu: Ayazma’nın bir sokağında küçük bir çocuk tekerlek yuvarlıyor (öyle ya, oyuncak pek azdı, artık yok). Çocuk yokuşun başında dururken tekerlek ivme kazanıp gidip bir direğe çarpıyor. Filmin görsel bir manifestosu sayılabilir bu an. İvmeyi kazanıyoruz fakat onu yönlendirmede başarılı olabilecek miyiz? Ekümenopolis, şehirleşme-betonlaşma çılgınlığının sonunun -hele bir de üçüncü köprü yapılırsa- “toslama” yönünde ivme kazanacağına dikkat çekiyor.
Bilirkişi raporları, şehir planlamacıların uyarıları yok sayılıyor. Evlerinden edilen insanlar, küçük kelime oyunlarıyla yıllar geçse ödeyemeyecekleri senetlerin altına sokuluyorlar. İnşa edilecek projelerde küçük pürüzler olarak beliren bu insanlar için “onlara barınma olanağının sağlanması diğer insanlara haksızlık olur, eşitlik bu değildir, sosyal devlet de bir yere kadar” diyebiliyor yaşam mimarı Ağaoğlu.
Bir sonraki bölümde üçüncü köprüye geliyor sıra. 33 yıl önce yapılan ikincisi kesmemiş olacak güzide metropolümüzü. Çözümün toplu taşımayı etkin kılıp, bireysel araç kullanımını minimize etmek olduğunun, eğer bu proje hayata geçerse İstanbul’un hayatta kalmasını sağlayan son doğal kaynakların da kurutulacağının sinyallerini veriyor şehir planlamacıları, mimarlar. Film bölümler halinde ilerliyor. Bu bölümleri birbirinden ayıran başlıklar “çevir sesi” eşliğinde ekrana yansıyor. Hep birilerine ulaşılmaya çalışılıyor bu tuhaf duruma tepki gösterebilecek.
Kentin içindeki bazı semtler, insanlar, yaşamlar ötelenerek, hayatın merkezi olarak toplu konutlarla süslenmiş AVM’ler gösterilerek küresel bir kent yaratmak mümkün olabilir mi? Mimari, şehir planlaması bunlar boş şeyler midir erk sahiplerinin gözünde? Şehirden dışlanmışlık parayla, lüks daireyle üzeri sıvanabilecek bir duygu mudur? Uzun lafın kısası TOKİ yuva olabilir mi yuvalarından buraya göç ettirilmiş insanlara?
Objektivite dozu yüksek, animasyonları, görsel efektleri iyi kotarılmış, müziği ise Sarp Keskiner, Baba Zula ve Gaipten Sesler’e emanet edilmiş bir film Ekümenopolis. İstanbul’un nereye gittiğini merak eden insanların merakıyla, üniversitelerde ve yurtdışı da dahil olmak üzere çeşitli film festivallerinde gösterildi.
fragman:
ayrıntılı bilgi:
www.ekumenopolis.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder