Acılar azalır mı zamanla? Ya da üzerinden ne kadar geçmesi lazım ciğerini en çok yakan acının artık yakmaktan vazgeçip,sadece sızı olarak kalması için. 34 yıl mesela. Yeter mi? Çok mu uzun?
Bazen kaç yılın geçtiği hiç farketmiyor.
İşte bu da o acılardan biri.
Maraş Katliamı nedir az çok herkes biliyor. Yaşananları vahşet kelimesi anlatamaz. Daha birçok ağır kelime de anlatamaz. O yüzden ben öyle anlatmayacağım.
Üzerine analizler yapmak, siyasi sonuçlar çıkarmak,12 Eylül'ün, bugünkü moda deyimle "yol haritası" olarak ifade etmek de bir yere kadar...
Çünkü o katliamı yaşayanlar için bunlar önemli değil. Çünkü onlar korkudan, acıdan nefeslerinin kesildiği anı çok iyi biliyorlar.
"Hayatın Tanığı" programının Maraş Katliamı bölümü için yaptığım röportajlardan birinde bir kadın tanıdım. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen o anları hala ağlayarak anlatan bir kadın.
Siz ne derseniz deyin, asla ikna olmayacak, içindeki haksızlığa uğramış hissi asla geçmeyecek ve hep "bunu bize neden yaptılar?" diye soracak bir kadın.
Birgül Metin bugün 48 yaşında. Ama, hep 14 yaşında kalmış bir yanı var. Çünkü onun için zaman 14'ünde durdu. Çünkü 14 yaşında babasını aldılar ondan. Şimdi sizi Birgül Metin ile yaptığımız o söyleşiyle baş başa bırakacağım. Çünkü onu ve onun gibileri en iyi yine kendisi anlatır.
- Birgül Hanım siz o dönem neredeydiniz nasıl yaşıyordunuz?
Maraş'ın Yenimahalle semtinde bulunuyordum. Babamın tayini nedeniyle gitmiştik zaten oraya. Okuyordum, ailecek oradaydık. 5 kız kardeştik ancak en büyük ablam 78 Haziran itibariyle evlendiği için bizimle kalmıyordu.
- Babanız ne iş yapıyordu?
İlköğretim müfettişiydi. İşini ve insanları çok severdi. Okuyan insanı özellikle çok desteklerdi. 'Toplumun okuyan insanlara ihtiyacı var, bizler bununla görevliyiz, gelecek nesilleri de bu şekilde yetiştirmeliyiz' diye hep düşünüyor ve çok destekliyordu.
- Bana o gün neler yaşadığınızı anlatır mısınız?
Bir gün önce babam öldürülen iki öğretmenin cenazesine katılmıştı. Çok geç bir vakitte eve geldi. Bir tedirginlik vardı. Çarşıdan gelen seslerin yükseldiğini duyuyorduk. Duyuyoruz yani biz de büyük bir kargaşa olduğunu. Evden gidilsin mi, gidilmesin mi o konuşuluyordu. Evden kaçış için karar verilmesi gerekiyordu. Ev sahiplerimiz geldi, gidebilecek olanakları vardı. Babam, 'Siz gidebilirsiniz, ben gitmeyeceğim' dedi. 'Bir şey olacağını sanmıyorum, ben kimseye bir şey yapmadım' dedi.
- Bir anlam verebiliyor muydunuz siz o korkuya o yaşta?
Hayır hiçbir anlam veremiyordum ama ezberlemek istiyordum babamın suratındaki her şekli. Her çizgiyi, gözündeki manayı, bakışı... Sanki böyle bir şey olacakmış da ben hafızama kazımak istermişim gibi.
- Sonra ne oldu?
23 Aralık Cumartesi günü sabah bizim rutin banyo günümüzdü. Öğle arasına geliyordu zannediyorum, o sıralardı. Yıkanmak için banyoya girdik. Ablam da ben de saçımız ıslanıncaya kadar su döküldük onu biliyorum. Bir taş camdan içeriye düştü. Aynı anda zaten annem kapıyı açtı, 'Çabuk giyinin etrafımız sarıldı, çok büyük bir kalabalık var evin etrafında' dedi. Çok büyük bir kalabalıktı. Ellerinde kuranlar baltalar meşaleler silahlar bağırıyorlardı.
- Ne diyorlardı?
'Kızılbaşı öldürün' diyorlardı. 'Katli vaciptir' diyorlardı. 'Bu insanı öldürmek 40 kez hacca gitmek kadar doğru bir hareket' diyorlardı. Gülüyorlardı, üstelik de yani öyle bulunmanın dışında gülüyorlardı. Yüzlerindeki o mutluluğu görmemek mümkün değildi. Babam bu hengamenin içerisinde bizi yara almamamız için, banyoyla tuvalet arasında küçük bir hol vardı oraya koydu ateş edilirse diye.
- Ateş etmeye başlamışlar mıydı?
Dışarıdan ateş ediyorlardı, evet aynı zamanda camlarımız hep demirli olduğu için baltalarla kırıyorlardı demirleri. Zaten camları kırıp meşaleleri atmışlardı, tutuşmuştu yani ev perdeler. Babam zaten o aşamada midesinden bir kurşun yarası almıştı. Yaralı bir şekilde geldi babam vedalaştı bizimle, zannedersem işte ne olacağını biliyordu mutlaka, geldi bize sarıldı öptü. Son dokunuşuydu babamın orada bize. Hepimize sarıldı öptü, 'korkmayın' dedi, tekrar içeriye gitti. Bu sefer de 'teslim olun' sesleri geliyordu dışarıdan. Teslim olun, teslim olun. Babam, 'teslim olacağım ama namusuma asla dokunmayın, çocuklarıma eşime asla dokunmayın' dedi.
- Sonra?
Sonra içeriye gelmişler, biz zaten görmedik, hep orada bekliyoruz. Annem anlatıyor bunları. Önce babamı dövmüşler. Yani, zaten öldüreceksin niye dövüyorsun? O insanın canını niye o kadar acıtıyorsun? Ondan sonra ikinci kurşunu da göğsünden almıştı babam, kalbinden. Babam yere yığılınca annem bizi yanına çağırdı, 'Gelin babanızı kaybettik' dedi. Geldiğimizde babam salonda yerde uzanıyordu kanlar içerisinde. En küçük kız kardeşimin üzerine yatıp ağladığını biliyorum. Babamın elleri yanına düşmüştü, kaldırıp karnının üzerine koymaya çalıştı. Bu sırada yangın başladığı için babamı dışarıya çıkarmak istedik yanmasın diye. O kalabalık olduğu gibi üzerimize akın akın geldi. Babamı zorla yine içeriye koymamızı istedi. Bir yandan da 'Yansın!' diyorlardı, 'toprağı dahi hak etmiyor bu insan' diyorlardı. Biz çıkarma derdindeyiz, onlar içeride kalıp yanması için uğraştılar.
- Nasıl kurtuldunuz ellerinden?
Çok zor şartlarda babamı sürükleyerek, çekerek hep birlikte dışarıya, bahçe duvarının olduğu yere çıkardık. Bir yandan da kalabalık taş atıyor, hakaret ediyor, 'sizi zaten öldüreceğiz' diyor. Annem zaten babamın başına eğilip, hemen ağıt yakmaya başladı. O sesi hep kulağımda. Ne yaptığını bilmiyor kadın. Ablam bir ara eline uzunca bir sopayı aldı o kalabalığın üzerine yüklendi.Sopayı ablamın elinden alıp ablamı da çok dövdüler. O hengamede, kalabalık bizi dışarıya çıkarttı.
- Sizi başka yere mi götürdüler?
Annem babamın yanında kaldı. Kalabalık bizi başka yere götürüyor. Çok korkunç bir şeydi, yani o sokaklarda hakarete uğramak taciz edilmek... Ayaklarımız yalın ayak koşuyoruz, ablam en önde ben ablamın arkasında, benim küçük kız kardeşim de benim arkamda. Çatılarda kalabalıklar. Saksıyı eline geçiren saksı atıyor. Ayakkabı eline geçen ayakkabı atıyor. Sopa varsa sopa atıyor. Arkamızda kalabalık biz koşuyoruz onlar koşuyorlar.
- Nereye gittiniz?
Koşuyoruz ama nereye gittiğimizi biz de bilmiyoruz. Çıktığımız sokakları tanımıyoruz. Ablamın çok yakın görüştüğü bir arkadaşı vardı. Onların sokağına doğru yöneldik. Çok zor şartlarda biz o eve girdik. Ablamın arkadaşının annesi bizi görünce ne yapacağını şaşırdı kadın. Muhafazakar bir aileydi. O kalabalık istiyor, 'Verin onları bize, öldüreceğiz biz, o kızları yaşatmayacağız' diyor. Kadın direniyor, 'asla vermeyeceğim' diye.
- Sizi onlar mı kurtardı?
Şöyle oldu, kadın çok direndi, hakikaten çok direndi. Baktı işe yaramıyor, eşi verme taraftarı, evine zarar gelecek, malına, canına zarar gelecek kaygısını taşıyor. Kadın o sırada küçük oğluna demiş, 'polis jandarma ne bulursan git hükümet konağına birilerini al gel, ben bu kızları başka türlü kurtaramayacağım'. Bir yarım saat, 40 dakika kadar biz orada o mücadeleyi verdik. Sonra asker geldi öyle çıktık evden. Yanımızda hepimizin birer tane asker olmasına rağmen o askerlerin yanında dahi bize saldırdılar.
- Nereye götürdüler sizi?
Hükümet konağına gittik. Gazeteciler,polisler... Ne olduğunu anlamıyorsun, ya o kadar garip bir şey ki! Sabah kalkıyorsun güne başlayacaksın ödevin var, işte banyon var, Pazartesi benim yazılım var çalışacağım, bir anda hayat değişiyor, gazetecilerin, polislerin arasındasın. O kadar garip bir şey ki yani anlatmam mümkün değil. O güne götürdüğüm zaman kendimi çıkamıyorum işin içinden.
- Anneniz nerede bu sırada?
Annem babamın yanında kaldı gelemedi ki. Babamın yakın arkadaşı Ali amca vardı, askerdi. Ona anlattık, 'annem yok' dedik. 'Ben hemen alıp geleceğim' dedi. 'Siz hiç merak etmeyin, zaten burada emniyettesiniz' deyip gitti, annemle geri geldi. Üzerine gaz dökülmüş annemin. Babamın kanı olduğu gibi üzerinde. Bu arada küçük kız kardeşim de kayıp yanımızda yok.
- Kardeşiniz sizinle değil miydi?
Yok biz annemle kaldı sanıyoruz. Ama annem gelir gelmez işte anne yüreği, "Kız kardeşiniz nerede?' dedi. 'Senin yanında değil mi' dedik biz de, annem de 'Benim yanımda yok, sizin yanınızda değil mi?' diye bize soruyor. Yok kardeşim kayıp. Annem bu sefer de ona başladı, 'Ben onu da mı kaybettim, her şeyimi kaybettim' diye. Feryat figan inletiyor.
- Sonra buldunuz ama kardeşinizi...
Olayların ardından bizi gönderdiler Maraş'tan. Biz kardeşimi de kaybettik sanırken 15 gün sonra haberi geldi. Babamın orada çok geniş bir çevresi olduğu için bizden sonra arkadaşları eşi dostu aramışlar hep. Babamın polis bir arkadaşı polis kimliğini de kullanarak kapı kapı gezmiş Maraş'ın altını üstüne getirmiş, en sonunda evlerden birinde aradıklarına benzeyen bir kız çocuğu olduğunu söylemişler. Orada bulup yanımıza getirdi kardeşimi. İnanılmaz bir şeydi. Babamın acısı o kadar tazeyken onun gelmesi, inanılmaz bir sevinçti. Kayıptı, öldüğünü biliyoruz hatta babamın yanına bir mezar açıldı. Birden haber geliyor, 'kardeşin yaşıyor' diye. O kadar güzel bir duyguydu ki anlatamam, sabaha kadar ben hiç uyumadım.
- Sonra nereye gittiniz, nerede kurdunuz düzeninizi?
Biz Ankara'ya gittik. Ankara'da yaşamımızı sürdürmeye başladık. Bizim için çok zor bir süreçti. Babamın evimizdeki güzelliği, o kadar güzeldi ki... Babam gerçekten çok güzel bir insandı benim. Bizi çok seviyordu. O güzelliklerin hepsini biz babamla yaşadık, babamdan sonraki hayat çok zordu.
- Daha sonra hiç Maraş'a gittiniz mi?
Hayır hiç gitmedik. Ama, ben gitmeyi çok istiyorum. Sadece ben istiyorum ama aile içinde. Oradaki evin, eşyanın, doğada var olan ağacın, sokak lambasının hiçbir suçu yok ki. Sadece insanlar suçlu. Ben o havayı gidip koklamak istiyorum. Acaba çocukluğumda bırakmış olduğum o hayatı orada görebilir miyim? Çünkü çok güzel bir çocukluğum vardı.
- Kime kızgınsınız ?
Kendi yakınımızdan olan insanlar, komşum, arkadaşım, dediğimiz insanlar çok yaraladı bizi. O insanları orada görmek bizi yaraladı. Ekmeğini paylaştığın, suyunu paylaştığın, kapıda görüştüğün insanların size bu şekilde dönmesinin açıklamasını yapamıyorum ben. Bunun açıklamasını yapan biri varsa çıksın, ben yapamıyorum. Yıllardan beri hazmedemiyorum bu olayı. Sorumluları gerçekten yargılanabilmiş olsa keşke.
- Babanızı öldürenler karşınıza çıksa ne dersiniz?
Babamı vuran kişiyi karşıma koymuş olsalar ne yaparım, 'neden böyle bir şey yaptın' diye kendisine sorardım. Soracağım soru bu olurdu. Yaptıktan sonraki duyguları ne oldu, kendinde ne hissetti sadece bunu sorardım. Tabii ki öfkem olur, olmaz mı? Hırçınlığım olur, öfkem olur ama şiddet anlamında bir karşılık asla hiçbir şekilde düşünmedim. Çünkü, babam da öyle bir yaşamı seçmedi, biz babamın hayatını hala sürdürüyoruz. İnsanlarda kin nefret duygusunun asla büyümesini istemiyorum. Kardeşlik, barış duygusu içerisinde yaşamayı seviyorum. Bunun da sürmesini, tüm topluma, bunun bu şekilde yayılmasını çok isterim ben.
Şimdi bir an düşünün… Ya bu sizin başınızdan geçen bir olay olsaydı?
Daha 14 yaşında bu kadar acı bir hayatla tanışsaydınız ne yapardınız?
Adalete inancınız kalır mıydı?
Tarihimiz ne acılarla ne travmalarla dolu. Ve bunları yaşayanların kin beslemeyip, barış mesajı vermesi ne büyük erdem.
(Ezgi Cankurtaran / CNN TÜRK)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder