Site içi arama

Tekinsiz Mekânlarda Hayalet Bedenler: Kürt Çocukları

Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAMER)danışmanlarından akademisyen Welat Ay,İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde, “Tekinsiz Mekânlarda Hayalet Bedenler: Kürt Çocukları” başlıklı bir sunum yaptı. Üniversitenin Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Birimi’nin (SEÇBİR) düzenlediği toplantıda yaptığı sunumunda Ay, devletin ve ailelerin farklı mekânlarda çocuklar üzerinde kurmaya çalıştıkları iktidar ilişkilerini ve kontrol mekanizmalarını çocukların bozma pratiklerinden örnekler verdi. 
Savaş nedeniyle zorunlu göçe maruz kalmış Kürt ailelerin çocuklarıyla yaptığı çalışmada elde ettiği sonuçları değerlendiren Ay, göçe maruz kalmış çocukların eğitim kurumlarında da dışlandıklarını düşündüklerini belirterek. “Çocuklar kendilerinin PKK’yi, öğretmenlerininse ülkücülüğü savunduklarına dair bir kanaate sahipler. Çalışma boyunca karşılaştığımız en önemli olgu çocukların hem göçe maruz kalmışlıklarının hem de kentte daha yoksul bir hayatı yaşamak zorunda kalmalarını, yani devlet kaynaklı bir takım haksızlıklar yaşayıp ayrımcılığa uğramalarıyla ilgili pratiklerin nedenini Kürt olmalarına bağladıklarını düşünüyorlar” dedi.

Ev, okul ve sokağın farklı anlamları

Welat Ay’ın sunumuna kaynaklık eden ve göç etmek zorunda kalan Kürtlerin gündelik yaşam pratiklerine bakmak ve tutunma stratejilerinde en çok neyi kullandıkları, hangi ilişkileri ürettikleri, hangi kurumlarla daha çok ilişki kurdukları ve bu ilişikileri nasıl yorumladıklarına dair bulgular elde etmeye yönelik 6 aylık çalışma 2010 yılında Mersin’de yapıldı. 

Ay, devletin şiddetinden dolayı yerinden edilmiş Kürtlerin, göç ettikleri yerlerde eğitim kurumları üzerinden devletle nasıl bir ilişki kurmaya çalıştıklarını, devleti nasıl tahayyül ettiklerini ve devletle olan gerilimlerinin etkilerinin çocuklara nasıl yansıdığına ilişkin sorulara yanıt arandığını belirttiği araştırmada 30’un üstünde aile ile, 12-18 yaş aralığında 50 çocuk ve 15 öğretmenle yüzyüze görüşmeler yoluyla yapıldığını söyledi.
Nereye göç ederlerse etsinler Kürtlerin yaşadıkları yerlere Kürt coğrafyasını götürdüklerine tanık olduğunu belirten Ay, “Ne geldikleri yerdeler ne de yaşadıkları. Bu durumda en çok arada kalan çocuk sokağa, eve, okula farklı anlamlar yüklüyor. Aynı şekilde evdeki anne-babanın da, okulda ki öğretmenin de çocuktan yana beklentileri var. Evde ailenin talep ettiği çocukla okulda öğretmenin talep ettiği çocuğun ve sokağın talep ettiği çocukluk biçimlerinin arasında ciddi boşluklar, gedikler bulunuyor. Bu yüzden de çocuğun kendini en özgür hissettiği alan sokak. Kısıtlama yok, istemediği şeyleri yapma zorunluluğu yok” diye konuştu.

Çocuğun çatışma alanı okul
Okulun göç eden insanların tutunmalarını kolaylaştıracağı, devletle olan kopuk ilişkiyi okul vasıtasıyla biraz da olsa iyileştireceği beklentisiyle ailelerin sıklıkla kullandığı bir mekan olarak görüldüğünü belirten Ay, “Ancak ailelerin farklı bir hayat elde etme imkanı olarak gördüğü okul, çocuklar için ise bir çatışma alanı. Çünkü çocukların okulla ilişkisi bir gelecek inşasından çok, bir yok sayılma ve bu yok sayılmaya karşı çıkma arzusu üzerine kurulu” dedi. Okulda öğretmenlerin Kürtlere küfür ettiklerini, terörist dediklerini ve bu yüzden okula gitmek istemediklerini belirten çocukların da, “Biz PKK’yi öğretmenler de ülkücüleri savunuyor. Her gün kavga ediyoruz. Okuldan sonra da hep polisle kavga ediyoruz zaten” dediğini aktaran Ay çocukların devlete ve devleti temsil ettiğini düşündükleri okula ilişkin bakış açılarını yansıtan şu örnekleri sıraladı: 

“Okula gittiğimde canım yanıyor. Derslerde hocaların anlattıkları şeylerin hepsinin yalan olduğunu biliyorum. Öyle bir devlet var ki anlatılan, öyle bir tarih var ki, sanki hiç kimseye zülm etmemiş bir devlet.

“Ben bizimkilerin ne yaşadığını çok iyi biliyorum. Köyümüzün nasıl yakıldığını, bizim buralara nasıl geldiğimizi, böyle yoksul, perişan kalmamızı. Bunu kim yaptı? Bunu bu devlet yapmadı mı? Şimdi okula gidiyorum bakıyorum Atatürk asılı orada. Eve geliyorum amcamın dayımın fotoğrafı asılı. İnsanın bir zoruna gidiyor valla. Orada alıp parçalamak istiyorsun Atatürk’ün fotoğrafını. Öyle sanki dayımla amcam öcünü al diye bakıyor. İnsanın içine işliyor bazen acı. O anlatılanları hatırlayınca yıkmak, yok etmek istiyor.”

“Varsa yoksa Türkler, Türkler… E biz ne yapalım? Sonra, ‘Niye taş atıyorsunuz? Niye dağa çıkıyorsunuz? Siz teröristsiniz!’ diyorlar. Kim terörist? Öyle bizi buralara mahkûm eden, yerimizi yurdumuzu yakan devlet terörist değil mi yani.

“Nenem niye gidemiyor köyüne diye düşünüyorum hep. Ama yaktılar köyümüzü. Biz zaten hep acı çektik bu devletten, ben bu devleti nasıl seveyim. Ben okulu nasıl seveyim.”
“Şimdi bu devlet benim amcamı dayımı öldürmüş. Ben bu devleti affetmem hiç. Sokakta vuruyor, çarşıda vuruyor, okulda vuruyor. Biz ne yapalım. Biz de elimize taşı alıyoruz kavga ediyoruz. Başka ne yapalım? Çalışıyorsun olmuyor, okuyorsun olmuyor, ne yaparsan boş bu devlete.

“Ben biliyorum okusam da boş, ama ne yapayım işte, mecbur gidiyorum okula da.”

Zaptedilmesi zor çocuklar

Ay çalışmaya katılan öğretmenlerin de, siyasetle çok ilgilendiğini düşündükleri göçle gelmiş Kürt çocukların sokaklardan kurtarılması gerektiğine dair bir bakış açıları olduğunu belirterek, “Okullar çocuklar tarafından giderek sokaklaştırılıyor. Bunun sebebi de çocuklarıyla ilgilenmeyen aileleri. Çoğu eğitimsiz ve evde Türkçe konuşmuyorlar, dolayısıyla çocuklar okulda başarılı olamıyorlar. Öğrenciler dersle ilgilenmiyor. Gelmişsin bir şeyler vermek istiyorsun ama çocuk hiç orada değil. Sürekli kavga ediyorlar, okulu sokaktan beter hale getirdiler. Zaptedilmesi zor bunların” şeklinde bir bakış açısına sahip olduklarını anlattı. Öğretmenlerin kendilerini işlevsiz hissettiklerini söylediklerini belirten Ay, bir süre sonra da öğretmenlerin, “Ne haliniz varsa görün” diyerek çocuklarla ilişki kurmayı bıraktılarını anlattıklarını belirtti.

Aile ve devletin tekinsiz mekanı olan sokakların, çocuk için tekinsiz mekanlar olan ev ve okulun karşısında kavgaya tutuşulan bir alan olduğuna dair tespitte bulunan Ay, çocukların kendini sokakta ifade etmek istediklerini, sokağın kendileri için özgürlük alanı olduğunu ve sokakta kendilerini daha mutlu hissettiklerini söyledi. Evdeki ve okuldaki “tekinsizliğin” çocukları sokakta buluşturduğunu vurguluyan Ay, çocuğun okulda kavga çıkartan, düzen bozan, okulu sokaklaştıran, uyum sağlamayan bir fert olarak görüldüğünü belirterek, “Aynı çocukler evlerinde ise bir yandan baba figürünün altında ezilirken öte yandan kendi coğrafyasında kalmış bir neneden sürekli memleketine dair hikayeler işitiyor. Bu nedenle arada kalmış çocukluğunu, kendini bulduğu sokakta arada kalmadan kendisi gibi Kürt olan arkadaşlarıyla vakit geçirerek buluyor” dedi.


Welat Ay / haber vesaire
röportaj / Cansu Topsakal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder