Dün iki sansür haberi geldi. Her ikisi de dünya edebiyatının klasik iki romanına yönelikti. Biri John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ı, diğeri ise Jose Mauro de Vasconcelos’un Şeker Portakalı adlı muhteşem anlatısı. Fareler ve İnsanlar, 1929 krizi sonrasında ABD’de yaşanan manzarayı iki çiftlik işçisinin gözünden anlatır. Bir yandan çiftlik çiftlik gezmekte, diğer yandan ölüm kalım meselesi haline gelecek bir dostluğu şekillendirmektedirler. Çocuk kitabı olarak tavsiye edilen ama aslında şu ara en çok da Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut Bakanlar Kurulu üyelerinin okuması gereken Şeker Portakalı ise bir çocuğun yoksulluktan neler öğrenebileceğini anlatır.
Fareler ve İnsanlar’ın İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından “sakıncalı” bulunduğunu öğrendik. Lise edebiyat öğretmenlerinden mürekkep bir ekip ilgili mercilere bir mektup yazmak suretiyle kitabın sansürlenmesini istemişti. Sebebi kurul üyelerinin kitabı ahlaken “sakıncalı” bulmalarıydı.
İkinci haber ise İstanbul, Bahçelievler’deki Behiye Doktor Nevhiz Işıl İlköğretim Okulu’ndan geldi. Bir Türkçe öğretmeni 7. sınıf öğrencilerine Şeker Portakalı romanını okutmuş, öğrenci velilerinden biri merakla kitabı eline alıp gördükleri karşısında “dehşete düşmüş”tü. Çünkü kitabın kimi sayfalarında argo sözcükler vardı, yani kahramanlar küfrediyorlardı… Sayın Veli kitabı çocuklara okutan öğretmenin ağzına biber sürmek için şikayette bulunmuş ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü de öğretmen hakkında soruşturma açmıştı.
Size büyük bir haberim var…
Yoksullar dünyanın her yerinde küfrederler. Hem de küfürlerin en yandan çarklı olanları hep onlardan çıkar. Becerebilen yoksulluk sebebinin ta gözünün içine bakıp küfreder, beceremeyen içinden saydırır, o da yeter. Muktedirler de küfrederler elbet! Hatta denilebilir ki onların her söyledikleri küfür mahiyetindedir!
İkinci büyük haber…
Yoksullar da sevişir… Ama her birinden en az üç çocuk yapmasını isteyen bir başbakan tarafından yönetilen bu ülkede, bu hakikatin farkında olmamız icap eder. Yoksa söz konusu sipariş yoksullara değil, leyleklere verilirdi. Fakat “vajina” kelimesini sarfetmekten hicap duyan bir siyasetçi de var etrafta… Acaba bir leylek cumhuriyetinde mi yaşıyoruz? Kafam karıştı… Bildiğim meselelere dönüyorum…
Nerede kalmıştık? Yoksulluğun avantajlı bir tarafı da yok değildir. Muktedirin ahlakını hiçe saymak için birebirdir yoksulluk. Zira muktedir de yoksul da bilirler ki adalet duygusundan yoksun ahlak, manasız ve kıymetsizdir. Muktedirin “yoksulun ayıbı”nda görüp irkildiği şey kendi ahlakının kıymetsizliğidir. O yüzden muktedir ahlaklı değil ahlakçıdır. Ahlaka bu kadar takıntılı olmasının sebebi kendi edepsizliğini görünmezleştirme telaşıdır.
İşte bu yüzden servete tapınmanın her zamankinden daha çok “trendy” olduğu şu dönemde, ilim, irfan, basiret ve ahlak sahibi idarecilerimizden talebimiz, yoksulluğu yasaklamalarıdır. Hangi organımıza hangi adla hitap edeceğimizi, neyi okuyup, neyi bileceğimizi, hangi dilde konuşup, nasıl beddua edeceğimizi, ne düşünüp ne söyleyeceğimizi, hatta kaç çocuk yapıp, onları hangi ahlakla ahlaklanlandıracağımızı tayin ederek hayatlarımızı en küçük ayrıntısına kadar şekillendirmeye çalışmakla yorulmasınlar. Rica edeceğiz, yoksulluğu yasaklasınlar da bu iş kökünden çözülsün.
Zira bir Etyopya atasözünde büyük bir ferasetle dile getirildiği üzre “akıllı köylü efendisinin önünde eğilirken osurur”. Efendi bilmelidir ki osurmayı yasaklamak çözüm değildir. Eğer yasaklanması gereken bir şey varsa o da yoksulluğun ta kendisidir… Bu yüzden efendiler, rica edeceğim, yasaklayınız yoksulluğu, hatta çekinmeyiniz yakınız!
kitedit
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder